Gönderi

"Kaybolmak ansızın başımıza gelen felaketlerden değil; bir zaman dilimine yayılarak, yavaş yavaş, insana sezdirmeden gerçekleşiyor. Ancak son evrede kendini belli eden sinsi hastalıklar gibi iş işten geçtiği vakit anlıyorsun ruhuna musallat olan amansız musibeti. Bir şeylerden şüphelendiğin ilk anlarda etrafına bakındığında gördüklerinin bir yerlerden tanıdık gelmesi, gerçekliğin farkına varma süresini uzatmaktan,kaçınılmaz sonu ertelemekten başka bir işe yaramıyor. Hafızan seni korumak, umudunu diri tutmak ve bir nebzede olsa rahatlatmak için küçük oyunlar oynuyor; o mekanları, o insanları, o yolları daha evvel gördüğünü düşünüp sükunet buluyorsun. Sonra hakikat göz kamaştırıcı şekilde bir anda kendini gösteriyor, bütün hafıza oyunlarını, muhayyile ürünü vehimleri, teselli veren yalanları, içi boş zanları, teskin edici iyimserliği paramparça ediyor. Çok renkli, çok ışıltılı, çok albenili, şenlikli bir atlıkarıncaya binmişsin ama olduğun yerde, aynı dar çemberin içinde durmaksızın dönüyorsun. Bütün oyalanmaların sonunda olup biteni anlaman geciktiği için dönüş yolunu bulabilme ihtimalinde iyice zayıflıyor. En sarsıcı olanıysa kabulleniş anı: O insanları tanımıyorsun, o mekanlar sana yabancı, o yolda daha evvel hiç yürümemiştin, gölgen peşinden gelmiyor. Gözlerinde bir acı beliriyor. Sükunetini yitirdin. Kayboldun. Güvenlik duvarların yıkıldı. Işıklar söndü, ortalık karardı, atlıkarınca durdu, müzik kesildi, rengarenk atların boyası döküldü, gürültülü makinelerden saçılan yağ, pas ve is kokusu arasında kalakaldın, nerede olduğunu bile bilmiyorsun."
Sayfa 9
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.