Gönderi

Ahmet Robenson endişeliydi. "Ne yağmur yağdı be Muharrem! Hepimiz sıçana döndük. Şu zavallının haline bak! Her tarafından sular süzülüyor. Bu gece birimizin onun başında beklemesi gerekecek." Yusuf hemen atıldı: "Ben beklerim oymak beyim. Hem battaniyem de kuru, ıslanmamış. Üzerine örterim." Ahmet Robenson şaşırmıştı. "Emin misin Yusuf?.. Ne bileyim... yani ikiniz... ikiniz hiç anlaşamıyorsunuz da!" Türkçe muallimi de şaşkındı. "Allah Allah! Bak şu dünyanın işine sen. Daha bu sabah kınından çıkmış keskin iki kılıç gibiydiniz. Hatta sana Yusufçuk demiyor muydu?" Yusuf başını çevirdi. Ateşler içinde yanan arkadaşı Feyzi'ye bakıp "Haklısınız," dedi düşünceli ve boğuk bir sesle, "haklısınız muallim bey! Doğrusu pek geçinemeyiz. Zira kalın kafalının biri o! Ama aynı zamanda benim gibi bir izci. Asla izcilik türemi çiğnemem. Türem der ki: 'İzci diğer izcileri hakiki bir kardeş bilir.' O ne kadar kalın kafalı da olsa benim kardeşim, tıpkı diğerleri gibi. Sabaha iyileşip şöyle bir ayağa kalksın da varsın olsun Yusufçuk desin bana..."
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.