Şimdi nasıl anlatsam bilemiyorum, sevdiğin bir tatlıyı bitmesin diye küçük parçalar halinde yemek, paran bitmesin diye azar azar harcamak, yoksul evlerde gaz lambasını tasarruflu kullanmak gibi bir şeydi bu kitabı okumak; bitmesin diye, azar azar.
Okurken
Ali Lidar'a da mesaj attım: Bilemedim dedim, bu kitap depresyona girme sebebi mi yoksa antidepresan mı? Okurken benzer yorumlar da aldım: Bitir şu kitabı da kurtulalım, diye. Bitti işte, siz kurtuldunuz ama ben kurtulamadım. İçindeki dizeler sizin peşinizi bıraktı ama benim bırakmadı. Hâlâ köşe bucak kaçıyorum düşünmekten.
Hani
Küçük İskender diyor ya: "Yapmayın böyle şarkılar. Sıçmayın ağzıma," diye. Yazmayın böyle kitaplar. Ruhumuzu yormayın. Birbiri ardına gelen dizelerde duygudan duyguya sürüklenmeyelim... Paramparça olmuş yüreğimizi henüz bir araya getirecek yapıştırıcı bulamamışken tuzla buz etmeyin.
"Öyle yorgunum,
Öyle üşeniyorum,
Öyle kırığım ki..." (s. 49)
Tesadüf değil böyle dizelerde vuruluşumuz. Şimdi hepimiz aynı yerde yorgunuz. Öyle kırgın, öyle yorgun ki hiçbir şeye mecali kalmamış... Adına üşenmek diyoruz. Bitmişiz halbuki. Nasıl desem bilmiyorum, günlerce uzanıp tavanı izleyesim var. Hayatın sorumlulukları buna dahi müsaade etmiyor. Çekip gitmek ne haddimize, olduğumuz yerde duracak günümüz yok. Hayvanlar bağlıyken tutsak, bizler oradan oraya koştururken...
"Biri beni dinlesin
Anlasın biri beni." (s. 10)
Hadi canım! İnsanlar dinlemiyor, duyuyor yalnızca. Ve daha enteresan bir şey söyleyeyim mi? Çoğu yaşadığımız zorluklardan mutlu oluyor ve içten içe kendi hayatıyla gurur duyuyor. Anlamaymış falan geçin bunları! Bana kalırsa anlatmayı da geçin ama bana kalmaz biliyorum!
"Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum.
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar.
Sinemaya gitmeye, el ele tutuşmaya falan kalkarız.
İşin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık
Küsmesi, barışması, ayılması, bayılması...
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması." (s. 56)
Düzen... Yaşadığımız monoton hayatın en kibar kelimesi sanırım. Geçenlerde duyduğum o cümlenin etkisini hâlâ aşamadım: "Hocam, her gün aynı şeyleri yapıyor olmanızın yorgunluğu var üzerinizde." Bunun adına düzen diyor ve bu düzeni sağlamaya çalıştıkça yoruluyoruz sanırım.
Şems-i Tebrizi'nin bir sözü var, tam da bu duruma uygun: "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"
Kim bilir, belki de öyledir.
"Sevmiyor işte beni, biriniz de anlayın." (s. 10) Anlama konusunu konuşmuştuk sanırım. Yine de aklıma Behzat Ç'nin Harun'unu getirdi: "Lan biriniz de anlayın be! Seviyorum merkez, seviyorum anladın mı? Seviyorum!"
Siz de şunu anlayın, sevdikçe sevilirim zannedecek, zannettikçe yanılacaksınız. Şarkısı bile var: Sevdim, sevilmedim.
Kısacık kitap ama okudukça kendinizi buluyor, her dizede ayrı takılı kalıyorsunuz:
"İnsan sevmem
Devlette öğretmenim
En sevdiğim yemek içli köfte." (s. 42)
Sanırım bütün şartları taşıyorum.
Tavsiye eder miyim bilmiyorum, kimseye yaralar açmak, unuttuğu, unutmaya zorladığı şeyleri hatırlatmak istemem.
Kuşkusuz derinden sarsan, yazarın en başarılı bulduğum kitabı oldu.
Kendinizi;
Yeterince dinlenmiş
Yeterince cesur
Yüreğiniz yeterince katılaşmış
Daha fazla kırılamayacak hissedince okuyabilirsiniz.
Kanayan yaralarınızın kabuk bağlaması temennisiyle.
Hoşça bakın zatınıza kıymetli dostlar.
Ali Lidar’ı Alengirli Şiir’i ile tanıdım ve çok sevdim. Bu kitabını o yüzden okumayı çok istiyorum. İncelemeniz de çokça yakışmış Alengirli Şiirler’e.Emeğinize sağlık.
Aslında bir sürü şey yazmıştım sonra silip yerine Sezen’nimin bir şahanesini bırakayım şuraya dedim: “ youtu.be/uVaG7dvT91s “ demek istediğim çok şeye güzel yorumunu katmış çünkü. 🍂☺️