Uyan Dostum Uyan!Bir kıyım oldu yaratılışın ilk döneminde. Kardeş kardeşe kıydı. Tamamen dürtüsel nedenlerden… İnsanın o mücadele etmesi gereken ilkel tarafı yüzünden. Karmaşık, girift, mükemmel bir yapıyı sıradanlaştıran, basitleştiren zayıf noktası... İnsanı ayartılabilir kılan tarafı, aynı zamanda iradeyi ve ihtiyarı çok kıymetli kılan taraf. İlk cinayetten sonra kan akıtma bir daha hiç durmadı. Büyük ırmaklar oluşturacak kadar aktı kan, hep aktı. Her aktığında bir de ilk failin hanesine yazdı. Bundan dolayıdır, ne zaman bir kardeş kanı söz konusu olsa Habil ile Kabil de birlikte anılır.
Büyük Irmaklardan Bile, kardeş kanının dökülmesini anlatan, içinde masalları ve sembolik değinileri olan bir distopya. Bu yüzden masalları Habil ile Kabil’e çıkıyor. Bu yüzden yerde ademoğulları gökte yine kargalar var. Okuyucu, masallara dokunan bu distopyada kargalarla birlikte izleyici pozisyonunda. Bu insanlığın yabancı olmadığı, çeşitli biçimlerde farklı coğrafyalarda tekrar tekrar yaşanmış ve yaşanan, muhtemelen yaşanmaya da devam edecek bir öykü.
Kendi halinde yaşayan bir topluluğa hep birileri gelip renk veya kafatası (ırk) farklılığından dolayı siz aslında başkasınız demiştir. Eğer ki o topluluk fazlasıyla homojen hale gelmiş, bozulmamış bir yapıdaysa bu farklılığa ikna olması zaman almıştır sadece. Bir ‘uzun bacaklı’nın gelip farklılaştırarak ayrılıkları belirginleştirmesiyle nifak tohumları ekilmiş olur (Yazarın bunu mecazi anlamının dışında tohumla anlatmış olması da bizlere göz kırpmasıydı). Daha sonrası o insanın içindeki yıkıcılığın köklerini oluşturan ilkel yanına kalır, hiçbir güçlü ses de “Durun! Siz kardeşsiniz” diyemez. Demeye çalışanı ortadan kaldırıp dayanışmanın, barışın, kardeşliğin sembolü ilan ederler akılla alay edercesine. İddia; o topluma barış, özgürlük, düzen, nizam getirmektir.
“Eğer ki bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir” Kızılderili Atasözü
Kurguda anlatılanların simgesel olduğunu kavrayabilirsek romanın evrenin genişleyip mesajının büyüdüğünü de görmüş oluruz. Romanda yer alan ‘uzun bacaklılar’ ı gönderme yaptığı Kızılderili atasözüne bakarak sadece İngilizler olarak düşünmemeli. Çeşitli tarihsel olaylardan dolayı sinsilik, sömürü, nifak tohumlarını çağrıştırıyor olsalar da bunu farklı dönemlerde başka ülkeler de yaptılar. Misal yine kurguda geçen Utu ve utU ırklarını, Hutu ve Tutsi olarak okursak 1994’te Ruanda Soykırımı’ndaki ‘uzun bacaklılar’ın değiştiğini görürüz, ancak bu perspektif bizi ‘uzun bacaklılar’a karşı aşina kılar, artık onları kolayca ta-nırsınız, zaman zaman değişseler bile. (Daha detaylı bilgi için Ruanda Soykırımı’nı şöyle bir araştırabilirsiniz, hatta izlemeyenler için Hotel Rwanda filmi konuyla ilgili güzel bir filmdir, tavsiye edebilirim.) Yine ülkelerinde savaş olduğu için aşağıdaki ülkeden gelenleri sadece Suriyeliler gibi okumamalı, çünkü onlar Pakistanlı, Afgan, Iraklı, Meksikalı, Asyalı ya da Afrikalı herhangi birileri olabilir. Ne diyordu kitabın ithaf cümlesinde: “Bütün kara kıtalara. Afrika dahil.” Diğer taraftan adadaki halk bazı benzerlikleri ve samimi gelmesiyle ülkemiz insanını andırsa da saflığı, bozulmamış toplum yapısı, kendine özgü sıfatlara yönelik isim-lendirmeleriyle bir Afrika kabilesini, Avustralya Aborjinlerini, Kızılderilileri ya da kendi halinde kendi geleneklerini yaşayan tarihin herhangi dönemindeki birilerini anlatıyor olabilir. Böyle bakarsak söz konusu olanın insanlık tarihi olduğunu rahatlıkla anlarız. Meselenin Habil ile Kabil’den itibaren ele alınmış olması da bundan.
Toplumların bu tuzaklara düşmesinin nedeni ne peki? Bunu sadece onların saflığına, bozulmamışlığına mı yormalıyız? Bu tek başına yeterli bir cevap değil. Romanda da dikkat çekici bir nokta var: O toplum kendine güvenmiyorsa, olduğundan memnun değilse, kendi kimliğini küçümsüyor, aşağılıyorsa, edindiği aşağılık kompleksi ve değersizlik algısı onları ‘yüksek ülke’ olarak gördüklerine teslim ediyor. Az gelişmiş olmanın verdiği eziklik, kendi değerini yok saydırarak o dolmaları kolayca yutturuyor. ‘Yüksek ülke” ise övüneceği bilimi ve gelişmişliği, yaptıklarını örtecek bir aparat, bir aldatma aracı olarak kullanıyor. Hayatın tabiatı gelişmeyi iktiza eder ancak bu kendi hususiyetini kaybederek tam teslimiyetle oluyorsa artık eldeki bulgurdan da olunmuş, daha beter bir çukura düşülmüş demektir. Uyanık ve kendi olmak bu yüzden önemli.
Kurguyu genel olarak anlamlı ve zekice bulsam da basit bir yanının olduğunu da göz ardı edemeyiz. Olayların basitçe somutlaştırılmış olması anlamı daha kolay açık ederken, gerçeğin absürde daha çok yanaşması etki gücünde zayıflama oluşturabilir. Yani bu kurgunun hem güçlü hem de zayıf yanı olarak değerlendirilebilir. Diğer bir zayıflatıcı yan, anlatıcının avanaklığı, çünkü bu zaman zaman okuru sıkabiliyor. G. Süngü karakterlerinin gevezeliğine aşinayız ama bunun yanına avanaklık eklendiğinde daha da çekilmez bir hal alıyor. Aslında bu avanaklığın da kurgu içinde bir anlamı var. Genel hikâye, olaylara maruz kalan ahaliden birinin gözünden bize aktarılıyor. Bu anlatıcının bazen bir çocuk, bazen bir tıfıl, bazen de zekâsı erişmemiş bir yetişkin olduğunu düşünüyorsunuz. İşte anlatıcı baş karakter, ilkel yanlarıyla hareket eden kalabalıktan herhangi birisi olduğu için o vasatlığı fazlasıyla kendinde barındırıyor olması mantıklı. Ayrıca karakter bu haliyle basireti bağlanmış, derin uykudaki hali de çarpıcı bir şekilde sergiliyor. Yöntem anlamlı olsa da uygulaması yorucu. Belki daha başka olabilirdi.
Büyük Irmaklardan Bile tümcesi;
“Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.”
diye başlayan İ. Özel’in Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak şiirinde geçiyor bildiğiniz gibi. Kitabın geneline bakarsak, uyandığını diğer uyuyanlara anlatmak isteyen rahatsız bir zihnin çırpınışı bu. Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırma çabasında bulunuyor. Büyük ırmaklardan bile heyecanlı mı? Tartışabiliriz, ama hevesli olduğu kesin.