Rüzgar çıktı. Bir çocuk başı gibi oynak, afacan bir rüzgar. Etrafında güneş kadar temiz, ay kadar donuk bir sessizlik var.
Emirsultan'da bir tek, Yeşil'de bir sürü, Pınarbaşı'nda yüzlerce ipleri görünmeyen uçurtmalar ...
Ovada Nilüfer ve taşköprüler. Gök, kırık, titrek bulutlar içinde.
Hey, uzak, beyaz bulutlar gibi titrek, kırık göğüslü Bursa çocuğu! Rüzgar çıktı; başım gibi oynak, afacan bir rüzgar. Uçurtmanı çıkar. Uçurmanın tam vaktidir.
Gök bahtiyar, rüzgar kıskanç, güneş hasretle dolu; Uçurtmalar, birer çocuk ruhudur.
Ben bir kuş olsaydım! Yükseklerde uçan bir kuş ... Kanatlarını germiş, gölgesinin düştüğü yerden bihaber bir kuş ... Uçurtmaları gagalar mıydım?
Ben bir kuş olsaydım! Ufacık bir kuş, uçurtmaları acaba nerden seyrederdim? Çınarın üstünden mi? Yoksa yukarlardan, atmacalardan korkmayarak daha yukarlardan, uçurtmaların üstünden mi?
Ben bir kuş olsaydım, kınnapların sarkmış, gevşemiş münhanisinden denize atılmış kaypak taşlar gibi seker; uçurtma sahiplerinin sedef düğmeleri çözülmüş göğsüne girer, oradan ot, tere, ceviz, böğürtlen, fındık yaprakları kokan yerden başı mı çıkarır, uçurtmaları oradan seyrederdim.
Milliyet, 9 Aralık 1929