Gönderi

Av. Zeki Oruç Erel
Deniz, Yusuf, Hüseyin ve arkadaşlarının TCK'nın 146. maddesiyle yargılanmalarının bizce ancak bir tek nedeni vardı; oda bu maddenin sabit cezalı olması ve ölüm cezası hükmünü taşımasıydı. Zira, kendilerine onlarca yıl hapis cezası verilebilir, fakat başka hiçbir maddenin uygulanmasıya idam cezası istihsal edilemezdi. Belirtmek gerekir ki, Deniz, Yusuf, Hüseyin ve arkadaşlan bu durumu hemen anlamışlardı. Duruşmanın daha ilk gününde, Hüseyin bu konuda şöyle diyordu: "İddianameyi okuduğum zaman cezanın suça değil, suçun cezaya uydurulmaya çalışıldığını gördüm Cezarnızı biraz önce bahsettiğim pazarlık tayin edecektir. Böyle bir pazarlığın bize reva göreceği cezayı bağımsız yargı organlarında uygulamak zor olduğu için Sıkıyönetim Mahkemeleri'ne çıkartılıyoruz. Haklı olarak belirtiyorum; iddia makamını muhatap olarak almiyorum ve mahkemeyi bağımsız yargı organı kabul etmiyorum." Ayrıca, davanın politik niteliğine rağmen, anayasa ve ceza hukuku ilkelerinin de, hükümde önemli etkisi olabileceği yolundaki avukatlarının görüşlerine bence hiçbir zaman katılmamışlar; davanın mutlaka ve sadece politik etkenlerle sonuçlanacağına olan inançları hiç değişmemişti. Olaylar onları haklı çıkardı. Şüphesiz, sadece sevk maddesine bakarak, davadan politik sonuçlar elde edilmek istendiği sonucunu çıkarmıyoruz. Fakat, gerek yargılama süresince takınılan tavır, gerekse yargılama dışında, anayasa ve yasaların kişiye güvence sağlıyan hükümlerinin ayaklar altına alınmasıyla uygulanan bir dizi fazişan tedbir ve sonuç, hukuk'un ve hukukun üstünlüğü ilkesinin değil; Deniz'in, Yusuf'un, Hüseyin'in şahsında halkın üzerinde baskı, korku ve terör yaratmak amacına dayalı, gerici egemen sınıfların politikasının davaya damgasını vurduğunu göstermektedir bize. O dönem yaşanalı daha çok olmadı, hemen hepimiz hatırlamaktayız. Kamuoyunu tek taraflı oluşturmak için radyo ve televizyon faşist ideolojinin emrine verilmiş, onlarca sayfa tutan iddianameler radyodan günlerce okutulmuş, buna karşılık yargılananlann sorgu ve savunmalarından tek kelimeyle söz edilmemiştir. Gazeteler kapatılma tehdidi altında tutulmuş, tarafsız görev yapmalan engellenmiştir. Duruşmaları izleyip, basın, radyo ve televizyona haber kay naklığı yapan Anadolu Ajansı muhabiri, bazı sıkıyönetin sava lanyla görüşüp, ancak onlann onayını aldıktan ve onların istediği biçime soktuktan sonra, duruşmalar hakkında bilgi vermiştir. Duruşmaların açıklığına rağmen, duruşma salonuna sadece sınırlı sayıda sanıkların yakınlanı, üstelik her gün yerine getirilmesi ne kadar zor, âdeta eziyet teşkil eden usullerle alınmıştır. Kararların meclislerde görüşülmesinde, egemen sınıf partilerinin onlan bir an önce asmak için gösterdikleri iştahlı tavır toprak ağası yaşlı bir senatörün konuşmasında dile gelen, "Bunlan yargılamaya bile gerek yok, hepsini kurşuna diziverelim, olsun bitsin,” yolundaki hukuk ve adalet anlayışı ve mahkeme başkanının bugünkü demeçleri, davaya neyin damgasını vurduğunu herhalde ortaya koymaktadır. Bütün bunlar, hepimizin gözü önünde olan ve resmen belgelenen gerçeklerdir. Üç genci sehpaya göndermek için kapala kapılar ardında olup bitenler de, şüphesiz namuslu insanlarca ortaya konulacak ve bir gün mutlaka öğrenilecektir. İnfazlardan günümüze dört yıl geçmesine rağmen, ilk defa "DENİZ GEZMİŞ DAVASINA YENİDEN BAKILABİLİR Mİ?" sorusunun ortaya atılmasının; "hukuk", "adalet", "vicdan” ve “çağdaş insan" gibi bazı mefhumlara yürekten inananlar karşısında da, bu sözcükleri kişisel çıkar ve yaşamlarının birer aracı olarak görenler karşısında da namuslu olmanın gereğinin yerine getirildiğine olan kesin inancımızla birlikte; Bizce asıl yargılama, onları asanların, davanın ve sonuçlanının bittiğini, kapandığını sandığı anda; 6 Mayıs 1972 şafak vakti, halkın vicdanında yeniden başlamıştır. Gerçekler gün ışığına çıktıkça, dava hakkında son ve kesin hükmü, en yüce yargıç olan halkımız verecektir. Syf. 150.151.152
Sayfa 150 - EverestKitabı okudu
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.