Arthur Schopenhauer'ın bu sözüyle başlamak istedim incelememe.
Zira eserin ana fikrini bir cümle ile anlatmak isteseydim daha iyi bir cümle kuramazdım diye düşünüyorum.
Bir şeyi fark ettiniz mi?
Birine kıymet verdiğinizi hissettirdiğiniz anda onun gözünde giderek basitleşmeye başlıyorsunuz. Çantada keklik olma durumu gibi sanki... Bu sevgi sıradan bir hâle geliyor ve karşınızdaki buna kayıtsızlık göstermeye başlıyor.
Hele bu sevginin dozu fazlaysa, ona mahkûmmuş izlenimi dahi veriyorsunuz.
Kimin için yaşıyorsunuz bu hayatı?
Öyle söyleşi olsun diye değil tüm ciddiyetiyle soruyorum.
Gerçekten kulak verip tüm kalbinizle düşündüğünüzde eminim çok azınız "kendim için" cevabını verebilir bu soruya.
Çok azımız kendi hayallerimizin peşinden özgürce yürüyebiliyoruz.
Tüm bunları bir düşünün.
Goriot Baba
Kitabımızın başkahramanı...
Eşinin kaybının ardından bütün varlığını kızlarının mutluluğuna adar.
Onların mutluluğunu kendi mutluluğu sayar.
Ve bu durum bazı hatalar silsilesini beraberinde getirir.
Eserin henüz ikinci sayfasında diyor ki: "Her şey o kadar gerçektir ki, herkes bu dramda kendinden, hatta kendi yüreğinden bir şeyler bulabilir!"
İddialı bir giriş.
Ama bir o kadar da haklı!
Bu dramda kendinizden bir şeyler bulacaksınız!
Ama az ama çok, mutlaka bulacaksınız!
Kimi insan çocuğundan vurgun yer hayata,
Kimisi babasından,
Kimisi sevdiğinden,
Neticede herkes en kıymetlisi ile sınanır.
Yaranızı deşecek yaralar burada!
"İnsan anadan, yardan, serden geçer de evlattan geçebilir mi?"
Tam da incelememi yazarken duydum bu cümleyi. Arka fonda Gönül Dağı dizisi vardı. Ne tuhaf bir tesadüf değil mi?
Kendinden geçiyor, evlattan geçemiyorsun.
Her şeyle sınanıyor, en büyük zorluğu evlatla çekiyorsun.
"Onlara hayatımı verdim, bugünse bana bir saatlerini ayıramıyorlar!" (s. 258)
Dedemin sık kullandığı bir cümle vardı: "Babası oğluna bağ vermiş, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş."
Nice insanlar var, çocuklarını yetiştiren, okutmak için ter döken sonrasında verdiği kıymeti zerre kadar alamayan...
Geçenlerde bir söz okumuş ve oldukça etkilenmiştim:
"Tek odaya dört oğlumu sığdırdım, bugün dört tane evleri var, benim için bir odaları yok."
Bunların yalnız edebiyat olmadığını kafanızı kaldırıp dünyaya baktığınız zaman görebilirsiniz.
Eugene de Rastignac karakteri de beni Goriot Baba kadar etkiledi. Asilzadeler arasına girmeye çalışan genç. Eseri okurken asilzadelerin gerçekten asil olmadığını, gerçek asilliğin kişinin ruhunda olduğunu göreceksiniz. Bütün o gösterişin, şatafatın canı cehenneme!
Hani Kemal Sunal Şark Bülbül'ünde diyor ya: Soytarı bunlar be!
Eserin arka planında köy hayatından gelen Balzac'ın düşüncelerini de bulacaksınız.
Yazarla lise yıllarımda
Vadideki Zambak okurken tanışmıştım. O zamanki Türkçe öğretmenim, bu kitabı bitiren her kitabı bitirir demişti. Yıllar sonra bu kitabı okurken yine kendisini anımsadım. Eserin büyük bölümü bitene kadar olaya girmekte zorlandım. Araya birçok eser koyup yeniden denedim. Ancak son sayfaları adeta beni benden aldı. Buradan okuma sürecime eşlik eden, eseri bitirmeme vesile olan
Glsm Hanım'a da teşekkür ediyorum. Siz olmasanız daha çok sürünürdü elimde.
Eserden etkilendiğim bir alıntı ile incelememe son vermek istiyorum:
"Katılaşmış yüreklerin mi yoksa içi boşalmış kafataslarının mı daha korkunç olduğuna kim karar verebilir?" (s. 3)
Kaydedebilir, okuma listelerinize ekleyebilir, incelemeyi paylaşarak daha çok kişinin okumasına vesile olabilirsiniz.
Keyifle okunması, dersler çıkarılması temennisiyle.
İnsan olarak bu kitaptan yapacağımız çıkarımlara ihtiyacımız var!
Goriot BabaHonore de Balzac · İş Bankası Kültür Yayınları · 202114,7bin okunma
“Birisi bizim için değerliyse bunu ondan suçmuş gibi gizlemeliyiz.”
Sadece bu cümle ile okuma listeme ekledim..
İncelemenizi okurken aklıma Tanpınar’ın Huzur romanı geldi… okumadıysanız tavsiye ederim.