Gerek kalemiyle gerekse de şahsıyla kendisini üstat bildiğim
Şükrü Erbaş kalpte yer eden, dil uçlarına gelip asla çıkamayan duygulara, kelâmlara, öyle güzel ve eksiksiz değiniyor ki, üzerine yeni bi söz söylemektense incelemeyi onun kalemiyle yapmak çok daha doğru olacaktır şahsımca. :)
“Çok uzaklarda çocuklar annelerinin sesiyle örterler üstlerini. “( s-11)
Şu cümlenin hangi tarafından baksam ayrı yerlere varıyor. Annelerimiz diyor önce yazar. Bizim için dünyadaki en nadide müzisyenler değil midir annelerimiz? Uyumadan önce dinlediğimiz türküler, ninniler, masallar… nasıl da huzur verirdi. En önemlisi de güven. Annem yanımda mı, hiçbir şey olmazdı bana.
Bir de anne bildiklerimiz vardır belki. Kan bağından öte can bağı kurulanlar…
Belki ağıtlarla örtenler vardı üstlerini, ya da kimi yıldızlarla, rüzgarla, akşamla…
Anne şefkatinden bahsederken yazar babalarnın da tenhalarından bahseder. Gösterilememiş duygulardan, söylenemeyen sevgilerden, bazen de öfkeden bahseder.
“Anne uzun ağlıyor, baba tenhalar evliyası.” s-23
“Anneler yemenilerinin ucuyla gülümsüyor, babalar biraz daha ıssız. “ s-63
……
Yazarın sıkça değindiği ölüm temasından, aynı konuyu sık işleyip dokuyan
Tezer Özlü’den şu satırlar geliyor hatıra;
“Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum.Anlatılarında yaşadığım ölülerden.Bu kahrolası dünyayı,yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden.Dünyanın ihtiyacı olan,her olguyu vermiş,söylemiş,yazmış ölülerden. “.
Yaşamın Ucuna Yolculuk s-80
Tezer ile aynı görüşte Erbaş ölüme dair.
“Ölüler, yaşayanlarda yaşar, bunu hiç unutma!” s-13.
Hangi ölü unutulmuş ki zaten…
Bazen de belki bizden çok yer tutarlar içimizde.
Ölüm unutulmaz, alışılır. Unutlamayan her şeye olduğu gibi…
Yalnızlığa da sıkça değiniyor yazar.
Aslında birçok yazarın kalemini oynatan ilk duygu yalnızlık değil midir?
KafkaOkur - Sayı 74 (Ocak 2023) dergisinde buna dair şöyle bi yazı geçiyor:
“Onu edebiyata, yazmaya yönlendiren şeylerden biri kitaplarsa diğeri yalnızlıktı…” s-4
Ve ekliyor Erbaş:
“Yalnızlık hiç geçmiyor, dedim. Yazıyorsun ya, dedi.” s-18
“ Neden yalnızlığımızı birbirimize gösterirken utanırız?” s-81
Ve zulümlere de uğruyor yazar.
Duyguların zulmü, sevmenin, aşkın, sevginin zulmü…
“ hepimiz, hepimizin zalimi ve mazlumuyuz.” s-33
“Mazlumun acısını zaman bir yaşama gücüne dönüştürür de, zalimin kötülüğü ölümsen sonra da sürer gidermiş.” s-37
Çok sık değindiği zaman…
“Zaman değil, bir sonsuz hüzün, dedim usulca doğrularak. Yazarken, yaşarken… bir çınlama, bir ân, beşinci mevsim, on üçüncü ay, sekizinci gün. Belki de bir yetinmeme ruhu…” s-52
Sizlerde de oluyor mu ki; yirmi dört saatlerin, yedi günlerin, dört mevsimlerin yetmediği zaman dilimleri. Evet, sanırım evet.
————————————
Behçet Necatigil ‘in de kitabın girişinde belirttiği gibi hikaye- şiir tarzında bir tür sanat. Henüz yazın dünyasında yaygınlaşmamış olsa da en önemli ve başarılı temsilcilerinden olacağını düşünüyorum sayın Erbaş’ın.
( Değinmeden geçemiycem: hikaye-şiir yani “nesir” dediğimiz bu anlatımı
Mehmet Akif Ersoy da sıkça kaleme almıştır. )
Yazarı tanıyanlar bilirler ki kapalı bir anlatım ile yazar yazılarını. Öyle ilk okuyuşta anlamak söz konusu falan değildir. Hem bu açıdan hem de yapıtların başarısı açısından defalarca okunabilecek eserler ortaya koyar Erbaş.
……………..
Daha yazacak çok şey var sayın üstadım ama kalanları en yakın zamanda karşılıklı dile getirmek ümidiyle :)