Bildiğimiz günlüklerden biri değil bu. Atay’ın karalama defteri. Atay sevenlerin “Ne de güzel karalıyorsun be adam” nidalarıyla evlat edineceği bir şahıs kendisi. Ki, yazarın el yazısının yan sayfadan size bakıyor olması, harika bir ayrıntı, demeden geçemem.
Eğer Oğuz Atay’ın tüm kitaplarını okumak gibi bir muradınız varsa, bu kitabı sona bırakın derim. Tehlikeli Oyunlar’la, Tutunamayanlar’la tanışmadıysanız, kimi yerler, cümleler size bir şey ifade etmeyecektir. Misal, bu kitapta yazarın Oyunlarla Yaşayanları’ı nasıl oluşturulduğuna dair pek çok ayrıntı var, ama ben okumadığım için yazık oldu o sayfalara.
Neyse ki, Coşkun Ermiş’le tanıştığımız gün, “sizinle daha önce aynı ortamda bulunmuştuk” diye bir giriş yapabileceğim.
Ve Oyunlarla Yaşayanlar’ın kapağını açtığımda ona: “sen, seni daha kimseler okumamışken Yıldız Kenter’in gözünün değdiği kitapsın birader.” diyebileceğim. Var birkaç avuntum.
Atay’ın ömrü yetmediği için okuyamadığımız “Türkiye’nin Ruhu” üzerine biraz fikir sahibi olmanın ise şöyle bir etkisi oldu bende: Doğmamış bir çocuğu, doğsaydı şöyle biri olurdu diye anlatan birinden dinlemiş gibi oldum. Mavi gözlü olurmuş, sarı topaç bir şey. Hayatın ‘şunu da bitirip geliyorum, beş dakka daha’ diyemeyeceğimiz burnu büyük biri olması ne acımasız.
Türk edebiyatının kimliğine ve kişiliksizliğine dair satırları okurken, Atay’ın yazarları “günde 24 saat romancı olmanın gereğini duyanlar ya da duyacak olanlar vardır.” diye ayırıp,
Kemal Tahir ’e tahinli pekmez gibi davranıp ekmeği bandırmasına bayıldığım kadar, başkalarına kızıp saydığı yerleri de keyifle okudum.
İşte böyle. Canınız çekerse okuyun bunu.
Bir de..Kapak Fotoğrafı:
Tahinli pekmezlere daha çok eğilip kendi edebiyatımızın mihenk taşlarını daha çok okumamız gerektiğini düşünüyorum, bu inceleme de bunu cok güzel anlatmış, Atay okumaya imrendirmişsiniz bizleri🤗