Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

296 syf.
9/10 puan verdi
·
103 günde okudu
Zaman Sığınağı insanın geçmişe dönme özleminden ilham alan bir kurgu. Özellikle bu günlerde nostalji böylesine modayken, kurgunun değindiği yer oldukça anlamlı bir yer buluyor kendine. Kim bilir kitabı bitirdikten aylar sonra bu incelemeyi yazmamın nedeni de belki bu histir... veya sitede paylaştığım son incelemeden neredeyse bir yıl sonra bu yazıyı kaleme almamın nedeni... Kitap insanların 'geçmiş' ile tedavi edilmesiyle başlıyor. Alzheimer hastalarını, 'geçmiş klinikleri' oluşturarak iyileştirmeyi amaçlayan iki karakter. Biri hayalperest, diğeri daha gerçekçi. Bunlardan biri -gerçekçi olan- ve kitabın ana karakteri yazarın kendisi. Postmodern anlatıyı kurgularına kendini yerleştirerek zenginleştiren Gospodinov, Hüznün Fiziği kitabında da benzer bir anlatı kullanıyordu. Bu şekilde gerçeklikle kurgu arasındaki sınıra sık sık göz kırpıyor ve okuyucuyu diri tutuyor. Aslında bir noktada da kendi tarzını oluşturuyor. Kitaba dönersek tedavi amaçlı kurulan klinikler zamanla kendine oldukça büyük bir kitle buluyor. Bugününden mutlu olmayan kitle, umudu dünde arıyor. Tanıdık geliyor mu? Bu noktada, yaşadığımız - hatta yaşamadığımız- geçmişi bu denli romantize etmemizin sebebini sorgulatıyor kitap. Ah o eski bayramlar diyoruz ya mesela, ah eski toprak... Plaklar, radyolar, kasetler... Dantel örtülü televizyonlar, fiskos masaları, permalı kabarık saçlar, pop müzik, ağdalı filmler... Nasıl? Duyguyu yakalayabildik mi? Nostalji yükleniyor mu? Devam edelim o zaman... Tüm bunların ardından kendine kitle bulan her şeyin nasıl politisize edildiğini görüyoruz, politik taraflarca geçmişin de farklı yönlendirildiğini... Ve her ülkeyi (ve bireyi) bugüne getiren geçmişin birbirinden farklı olduğunu. Kimilerinin bugünü kanlı bir geçmişin üzerine inşa ettiğini, emek verdiğini, ne denli kayıplar verdiğini... Hani biraz önce yüklenen nostalji duygusu vardı ya... Kasetler, danteller falan... Şimdi sahneyi başka bir yerden alalım mesela... Darbeler, sokağa çıkma yasakları, sağı, solu, hiç'i, hep'i, silahlar, ölümler... Coğrafyayı değiştirelim veya... Savaşlar, iç, dış, soğuk, sıcak, soykırımlar, hastalıklar, salgılar, yangınlar, müzakereler... Durumun günümüzde daha iyiye gidip gitmediğini sorgulayabiliriz, ki bulunduğumuz durumda sorgulamamak komik olurdu. Ama bugünü bu kadar canlı yaşarken, düne objektif bakmak kolay olmuyor. Biz de nostalji hissinin nasıl hastalıklı bir hale geldiğini okuyoruz sayfalarca. Bireyden topluma ardından tekrar bireye dönen, geçmişe özlemi, gelecek kaygısını ve kaçışları irdeliyoruz. Aslında geçmiş karşısında hepimiz birer Alzheimer hastasıyız. Bunu fark ediyoruz. Gelecekten umudumuz kalmadığında, gelecekle başa çıkamadığımızda, geçmişin tarafını tutuyoruz. Unutuyoruz, unutmayı seçiyoruz (bu bir seçim mi peki gerçekten yoksa eğilim mi?)... Geçmişten pembe balonlar şişiriyoruz, olanın ve olmuş olanın rengini filtreliyoruz... Hastalık demişken... 17. yüzyılda İsviçre'nin paralı askerlerinde uykusuzluk, ritim bozukluğu, yorgunluk ve hazımsızlık gibi bazı semptomların ortaya çıkmasıyla durum araştırılmaya başlanmış. Başlarda "İsviçre Hastalığı"olarak adlandırılan hastalık, sonrasında Johannes Hofer isimli tıp öğrencisi tarafından 'nostalji' olarak tanımlanmış. Aslında durum, askerlerin yaşadıkları özlem neticesinde, psikolojik rahatsızlık içinde belirli semptomlar göstermesiymiş. Askerler yurtlarını özlediği için hastalanıyormuş. Nostalji, Yunanca "nostos" ve "algos" kelimelerinden oluşuyor. Yani "eve dönüş" ve "acı"... Bugün nostalji kapitalizmin elinde pazarlama aracına dönüşmüş bir stil, bir tarz veya ürünün pahasına paha koyan bir etiket. Bunun muhatabı ekonomik sistem olduğunda nostalji bir pazarlama aracı oluyor. Muhatap siyasiler olduğunda ise - kitaptaki gibi- bir seçim propagandası... Ki bu fikri çok severek okuduğumu itiraf etmeliyim. Sadece uluslararası ilişkiler okumuş birisi olarak, ülkelerin geçmişe dönüşlerinde, bazı detayları yüzeysel ve eksik buldum ama bunları kitabın genel atmosferini etkileyecek bir unsur olarak görmediğimi de belirteyim. Muhatapları, nedenleri, sonuçları tartışsak da bir şey gerçek. Bir özlem söz konusu. Herkeste. Bir arayış. Kurgunun da gerçeğin de ortak noktası burada. Bir ev arayışı var, ama ev nerede bilen yok. Yuvayı geçmişte arıyoruz. Geçmiş daha güvenli geliyor... Yaşandığı için, yaşanıp atlatıldığı için. Belki de başa çıkılabilir göründüğü için. Çünkü biz bugün belirsizlikle boğuşurken, gelecekten kaygı duyarken, yapay zekalar işimizi alacak mı, Elon Musk'tan önce uzaylılar bizi bulacak mı derken :)) geçmişin yarını belli... Şaka bir yana, elimizdeki imkanlar belki de tarihte hiç olmadığı kadar fazla, yaşam kalitemiz de - şanslı olanlar için. Ama başarmış olma, kendinden mutlu olma hissi de bir o kadar sorunlu. Sosyal bir kimlik edinme, bunu sürdürme, kendin olma... O kadar çok motivasyon konuşması dinliyoruz ki sosyal mecralarda, bununla ilgili öylesine çok içerik üretiliyor ki... İşin sosyolojik ve psikolojik derinliğine hakim olmasam da bu denli arzın, ancak büyük bir taleple gerçekleşeceğini biliyorum. Sonuçta durumun işaret ettiği şey, büyük bir eksiklik olduğu. Kitapta ise bu eksikliğin geçmişe bakan yüzü, çözümü, çözüm umudu var... Sonunda bıraktığı koca bir soru işareti ile birlikte. Nereye varıyor peki bu yazı? Bu yazı çok yere varabilir. Kitleleri manipüle eden siyasilerin çoğunluktan nasıl güç aldığı, popülizmin kaçınılmazlığı, nostalji hissinin artan etkisi ve sorgulanması... Bunun yanında postmodern bir anlatıda yazarın kendi hayatının paralellerini, çok zamanlı bir kurguya yedirmesi gibi bir çok şeyi bu kitapta bulabilirsiniz. Paslanmışım biraz, nasıl bitireceğimi bilemiyorum yazıyı, ama uzattıkça kendimi tekrar edeceğimi biliyorum. O yüzden eğer Georgi Gospodinov ile tanışmadıysanız, kendisine bir şans vermelisiniz - bence, eğer
Hüznün Fiziği
Hüznün Fiziği
veya
Doğal Roman
Doğal Roman
'dan kendisine aşinaysanız da bu kitabından da keyif alacaksınız-yine bence :) Yazı bitmiyordu... Sahneye çıkıp inmek bilmeyen konuşmacılar gibi oldum :) Herkese keyifli okumalar!
Zaman Sığınağı
Zaman SığınağıGeorgi Gospodinov · Metis Yayıncılık · 0457 okunma
··
1.087 görüntüleme
Eylül Türk okurunun profil resmi
İclal Hocam, inceleme yazdığınızı görünce yürekten bir "Yuppiii Yes" dedim. (Bizim ufaklığın sevinç nidası 😅) Bu kadar arayı açmayın bence, özlemişiz 🌹🌿 Bu tarzı yazarlar kadar yönetmenlerde kullanıyorlar, kendi filmlerinde oynayarak en son çöl üçlemesinin ilk filminde, öğretmen rolünde oynayan kişinin yönetmen olduğunu duyduğumda oldukça şaşırmıştım çünkü yaş itibariyle çok gençti ve böyle büyük yapımlarda genelde insan yönetmen koltuğunda yaşı kemale ermiş birini bekliyor :) Alzheimer hastalığı başlangıcında 15-20 yıllık bir asemptomatik dönem var hocam... Şöyle açıklayayım Nörolog Gyorgy Buzsaki kütüphane metaforunu kullanır; "korteks büyük bir kütüphane ise hipokampus kütüphanecidir." der. Yani Düşünce, algı ve dil gibi bilgilerin, nereye gideceğine ve gerektiğinde nereden çağrılacağına hafıza karar verir. Bu 15 -20 yıl zarfında kütüphaneci pek çok kitabın sırasını karıştırır, rafların numaraları birbirine girer, kitaplar ve yazarlar sıralamasını yitirir. Bizse bunun farkındayızdır, hipokampüs'ün görevini aksattığını biliriz ama çok masum buluruz, yarın toplar kendini diye düşünürüz, iyimser davranırız, hoşgörüyle karşılarız. Bu dönem olup bitenler, hasta tarafından bilinir, doktor henüz bilmez... Bize sevimli gelen bütün o geçmiş özlemleri, yad edişler, nostalji tutkusu vs... Belki de hiç bir zaman eski düzenine dönemeyecek o kütüphanede, daha önce okuduğumuz, tanıdık eserlere sığınmaktan ibarettir. Bu güzel inceleme için tekrar teşekkür ederim🌹👌
İclâl okurunun profil resmi
Vallahi ben de sizin yorumunuzu görünce bir yuppiii demedim değil! Çok özlemişim böyle yorumlarda buluşmayı. Ki yorumunuz da ayrı güzel çok teşekkür ederim vakit ayırıp okuduğunuz ve fikirlerinizi paylaştığınız için. Çöl üçlemesini not aldım öncelikle, bu şekilde bir sinema deneyimim olmamıştı. (direkt bu şekilde yazsam bulur muyum filmi acaba? 🙈) Yorumunuzu okuduğumda ise arkadaşlarımlaydım, yazdığınız kütüphaneci metaforundan onlara da bahsettim hatta. Konu ilgi çekince bizim zihnimizdeki kütüphaneciyi konuştuk üzerine. Arada nasıl yanlış kitabı önümüze çıkarttığını... Oradan konu anıların gerçekliğini sorgulamaya geldi, başkalarının anlattığı anıları kendimiz yaşamışız gibi hatırlarız ya bazen, hele büyüklerin anlattığı küçüklük anılarında sık sık olur bu. İşte kütüphane zamanla öyle doluyor ki kütüphaneci ne yapsın ona da üzüldük biraz 😂 Tekrar teşekkürler, sayenizde fazlasıyla bilgilendiğim bir yorum oldu ☺️
1 sonraki yanıtı göster
K. okurunun profil resmi
Uzun zamandır geçmişe dönük okumalar yapmaya gayret ediyorum. İzlediklerimi de kurgu dışı, daha gezi, belgesel, farklı uluslar ya da toprağımızda neler oluyor temalı çeşitlendiriyorum. Aynı yüzyılda yaşasak da her toplum kendi gelişmişliği içinde bir hayat sürüyor. Her ne kadar küreselciler hayatlarımızı eşitlemek için iyi niyetli! uğraşlar verseler de, herkes aynı hayatı yaşamıyor. 90'lardan 40'lara oradan da 3. yy ile 18. yy arası yaptığım okumalar bende gerçekten nostaljinin tatlı bir hülyadan öte bir şey olmadığını düşündürdü. Bence geçmiş bugünden daha iyi değildi. Hatta bence geçmiş o kadar kötü ki ben dünyaya bir kez daha gelsem 1 yıl bile oynasın istemezdim hayatımdan. Her dönemin olumlu olumsuz özellikleri var. Her coğrafyanın iyi kötü farklı yönleri var. Peki mutluluk nerede? Hangi çağda? Bana göre hangi çağda yaşarsak yaşayalım tercih etmek istemeyeceğimiz yaşam koşulları ve bir takım tatsız gerçeklikler var. Bu yüzden ben bugüne her şeyiyle şükür gözüyle bakıyorum. Hayatta bir bardak çayı ağız tadıyla içebilmek dışında hiçbir şey önemli değil benim için. İnsan nereye ait hissederse orada mutlu olur. Bu dünya ise benim için bir gurbetten ibaret. Yahya Kemal'in dediği gibi, " Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden/ Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden." Bu dünyanın mutlulukları öyle sahte ki bugünde değil, yaşarken beğenmediğimiz geçmişte arıyoruz o mutluluk hissini. Bu da mutluluğun sadece bir hülya olduğunu bir kez daha gösteriyor. Kalemini harekete geçiren bu kitap sayesinde bizler de ismini görmekten, düşüncelerini okumaktan memnun olduk. (İsmini görmeyi samimi şekilde çok özlediğim birisin.)
İclâl okurunun profil resmi
Kübraaaaa ya ne güzel bir yorum bu! Zaten böyle güzel değil mi? Bir kitap birimizde bir düşünceyi sorgulatıyor, sonra onun üzerinden konuşma fırsatı buluyoruz burada paylaştıklarımız üzerinden. Geçmiş konusunda katılıyorum - ki ben baya nostaljik bi insanım normalde, melankoliyle de yakın ilişki içindeyim ve yarından korkuyorum 😅- ama buna rağmen eskinin bu denli romantize edilmesi sinirimi bozuyor bazen. Ve bazen bu öyle bi noktaya geliyor ki güzel bir yarından vazgeçmenin bahanesi gibi geliyor. Bazı mutlulukları tırnakları kazıya kazıya elde etmek gerekiyor bir de bence. Öyle tepside gelmiyor. Düşünce şeklini değiştirmesi gerekiyor insanın. Toksik bir düşünce yapımızın olduğunu düşünüyorum bazen. (Kültürün de buna etkisi olabilir, en azından benim hayatımda var.) Karşılaştırmalar üzerinden ilerleyen, kendi yaşayışını başkalarına dikte eden, yoklar üzerinden şikayet ederek, mutlu olmak yerine haklı olmanın gururunu seçen bir eğilimimiz var gibi. (ne gömdüm ama 😅) Yani geçmiş gelecekten önce bu düşünce yapısında gibi bir şeyler... Bu konu çok çay götürür gibi :) teşekkür ederim yorumun için, hoş sohbet tadında oldu, özlemişim :)
3 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.