Zannediyorum böyle bir kitap, ne bir daha elime geçecekti ne de yazılabilecekti.
Kitabı elime aldığımda hiç böyle olaylar beklemiyordum. Başlangıçta betimlenen yedi çivinin böyle can alıcı bir işlevi olabileceği aklıma gelmezdi mesela. Ya da kaç kişi olduğunu da adamakıllı sayamadığım bir tahtelbahir gemisinden sadece iki kişinin sağ çıkabileceği.
Diğer kitaplarında da olduğu gibi, yine felsefe, hiyel, cebir ve fizik bilgilerini ve mizah anlayışını Osmanlı zamanıyla harmanlayarak acayip bir kurgu oluşturmuş
İhsan Oktay Anar . Düşünün, ustaca betimlenmiş savaş sahnelerinin bizzat içindesiniz ama ganimet olarak gemiye yüklediğiniz bir sandık yüzünden başınıza gelmeyen kalmıyor. Düşman gemisinden mi kaçalım canavardan mı diye olduğunuz yerde kalıyorsunuz. İşin beklenmeyen yanı da, o canavarlardan biri siz oluveriyorsunuz.
İhsan Oktay Anar resmen denizlerin uçsuz karanlıklarının içinde bir sandığı üç boyutlu yazıcı yaptı, bu yazıcıya eritilmiş ve ezilmiş insan püresi koydu, lazım olmayan maddeleri "tuh!" diye tükürdü ve kalan malzemelerden yarım metre boyunda ama yaptığı işlerin boyundan büyük olduğu bir canavar çıkarttırdı.
Bu kitabın filmi çekilse, iddia edebilirim, bu film Türkiye'de de dünyada da en çok izlenen gerilim, savaş, korku ve komedi ve macera ve fantastik filmi olurdu.
İhsan Oktay Anar ın kitaplarını belli bir kalıba sokmak ne kadar da zor (ve bu yüzden keyifli).
Sizlere de keyifli okumalar dilerim...