Kudüs’ün düşmesinden sonra zahire ambarları da düşmanın eline geçmiş, ordu yiyecek hususunda sıkıntıya düşmüştü. Garbi Arabistan Komutanı Ferik Cemal Paşa’dan Havran mutasarrıflığına gelen bir şifreli telde keyfiyet bildiriliyor. Yeniden toplanacak buğday ve arpanın bekletilmeksizin hemen şevki isteniyordu. Halbuki o sene, aşar halktan tamamen toplanmış. Hükümetin bir alacağı kalmamıştı. Havran Jandarma Komutanı Kıdemli Yarbay Bey beni çağırdı keyfiyeti anlattı. “İkimiz de bu işe el koymazsak zahire temin edilemez. Ben Ezra tarafına gideyim. Siz de Aclun bölgesine gidiniz, elde edilecek buğday, arpa, bulguru doğrudan doğruya Şeria ambarına sevk ettiriniz” dedi.Aclun bölgesi fakir, esasen buraları bağlık mıntıkaydı. “Ben bu muhiti bilmem, zahire de az bulunur diyorlar. Emir emirdir, gideyim” dedim. Hemen hareket ettim. Aclun kazasının en güneyinden başladım. Oradan merkeze doğru tarama yapacaktım. İlk büyücek bir köye geldik. Bizzat ben anlatayım dedim, yanıma aldığım iki erle köyü dolaşmaya başladım. Filhakika evler büyüktü ve köy kalabalıktı. Bir tarafta beş altı kadın ayakta duruyor ve konuşuyorlardı. Bir tarafta bir mangal üzerinde de kapalı bir tencere vardı. Yanlarına gittim, “Evde erkeğiniz var mı” dedim. Elimi uzatıp açmak istedim. Bir kadın mâni oldu. “Ne yapacaksınız Bey,” dedi, “açmayınız.” “Niçin?” dedim. “Size yarayacak yemek değil, biz idare ediyoruz” dedi. Başı önüne eğildi. “Aç hemşire ben yabancı değilim, benden size ziyan gelmez ve bizim yiyeceğimiz de var” dedim. “Açmayınız çok rica ederim. Keşke olsaydı da sizi de misafir etseydik” dedi. Bu ısrar benim merakımı daha da artırdı. Açtım, bayağı ot vardı, bir iki damla da yağ. “Kardeşim sizin ambarınızı görmek isterim. Bana gösteriniz, bu kadınlar da beraber gelsinler” dedim. “Bir şeyimiz yok, olur ya bulunmaz fakat yerini göreyim olmadığını gözümle göreyim” dedim.Filhakika ambarlar boş, yalnız bir buçuk kilo kadar bir tasta bulgur vardı. Yağ da yoktu. îyice her tarafı muayene ettim. Yoktu. Muhtelif yerlerde rasgele birkaç evi muayene ettim. Durum çok kötüydü. Köyün şeyhini sıkıştırdım. Köydeki buğday olan yerleri söyledi. Birisini gidip muayene ettim. Filhakika var, fakat bu belli zenginler de halka yardım ediyormuş. Bizim asker zahire aramakta mahirdi. İki grup halinde yoklattım. Netice menfiydi. Askeri çektim. Şeyh’e, “Her evin bir yıllık ihtiyacı hariç diğerlerini kendiliklerinden getirsinler. Ben askerle evlerinden toplatmayacağım ve kimseye zor etmeyeceğim” dedim. Halk şaşmış. Aralarında konuşmuşlar, “Biz de hakiki miktarı veririz” demişler. Filhakika gösterilen yere o sıra zengince bulunanlar çuval çuval zahire taşıdılar. Diğerleri de hallerine göre getirdiler. Halk biriktiği vakit, “İhtiyacı olandan istemiyorum, insan kendi rızkını başkasına vermez, çok rica ederim yiyeceklerini götürsünler” dedim. Velhasıl halk, rızalarıyla ve hiçbir tazyike maruz kalmaksızın kendiliğinden getirdiler. Aynı şekilde iyi davranarak diğer köylerden de toplamaya başladım. Halk, biz sizi duyarız ve severiz, diye eziyetsiz fazla zahire getirmeye başladılar.