Halbuki alıntılarından izliyordum bu kitabı okumalarını. Finalini kaçırmışım nasıl olduysa. Haklısın gerçekten de. Hani "Ölümden korkanlar asla bu tip şiirler yazamaz ancak ölüme serenat yazanlar bu hislerle şiir yazıp okuruna hissettirir," dedin ya. Tam orada işte.
Çok şiir kitabı okumam aslında. Eskilerde var okumuşluğum. CST da içindedir okuduklarımın. Hele şu "Gün Eksilmesin Penceremden" var ya, onu işte, pek bir severim. Mayakovski şiirlerini hiç sevmem. Onun şiirlerine meylettiği zamanları vardı ya Nazım'ın, o şiirlerinin de sevmem. Aslında bir ölçüm de yoktur şiir karşısında. Yani aruzla ölçüsüyle yazılmışını da severim, hece ölçüsüyle de. Ölçüsüzünü de. Yeter ki bam telime dokunsun.
Sezai Karakoç'u duymuştum da, okumamıştım. Hala okumuş değilim aslında. 2005 ya da 2006 yılıydı. Memlekette yaşarken daha. Çamlıca'da oturuyorduk. Acıbadem'in tepesinde. Radyoların birinde anlatıyorlardı. Aşkını. Ya rabbim demiştim, ne aşklar var. Kararmış akşamda, yol kenarına park etmiş, o çok sevdiğim Tarihi Yarımada'ya, Kemal Tahir'in Az ışıklı ihtiyar şehrin'e baka baka dinlemiştim programın tamamını.
Sonra öğüttük o aşkı da. Yahya Kemal'in aşkı gibi. Nilgün Marmara bir de. Yasak aşkı. Daha nicelerini. Hepsi internette. Onun devasa yiyici taşlarının arasında. Öğütüyor o da.
Böyle bir yolculuğa çıkardın beni işte. Kalemine sağlık, ömrüne bereket.