Gönderi

Aile içindeki karmaşa okul yıllarıma da yansımıştı. Asla parlak bir öğrenci değildim; bu konuda hiçbir iddiam da yoktu. Vasat çizgide, sessiz sedasız yol almak yetiyordu bana. Duygusal karmaşıklıklarımı yenip kendimi toparlayamıyordum bir türlü. Kalabalıklar içinde tek başınaydım. Ne kadar gayret etsem, sosyal ortamlarda varlık gösteremiyordum. Duygusal karmaşıklıklarımı yenip kendimi toparlayamıyordum ki! Başarılı olduğum tek ders edebiyattı. Özellikle de kompozisyon. Yazma yeteneğimi ilk keşfedense edebiyat hocam.. oldu. “Çok mu kitap okuyorsun sen?” diye sordu bana. “Evet” dedim utana sıkıla. Doğruydu, kendimi bildim bileli, her fırsatta bir odaya kapanır okur, okur, okurdum. Bir seferinde de, yazdıklarıma bakıp, “Bu kadar duygu birikimini nasıl toparlıyorsun?” demişti hocam. “Annem sayesinde!” diyemedim. “Benimki gibi bir anneniz olsaydı, siz de neler neler yazardınız... Mutlu insanlar çok iyi yazamaz!” demeyi de gereksiz buldum. Çevresine aşırı neşe saçan, bu işi görev edinmiş gibi davranan insanların içlerinin kof olduğunu düşünürdüm hep. Hâlâ da aynı fikirdeyim. Bana göre, acılarıyla derinleşiyor insan, derinleştikçe de anlam kazanıyor. Hayatın anlamı da acı çekmek ve onlara karşı koyabilmek için umarsızca çabalamak değil mi zaten? Ötesini düşünemiyorum bile. Yaşadıklarımın benliğime yansıması, daha fazlasına izin vermiyor.
·
21 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.