Gönderi

Tanrı bir sabah, cinleri başına toplanmış halde uyandı. ‘Ben ne biçim Tanrıyım ki’ dedi, ‘vaktimi geçirmek için, bana günlük yakacak ve küfredecek insanlarım yok? Baykuş gibi yalnız yaşamaktan bıktım artık! Tuuh!’ Avuçlarına tükürdü, çamur yaptı, iyice yoğurdu; küçük bir insan yapıp güneşe bıraktı. Yedi gün sonra aldı, pişmişti. Tanrı ona bakıp güldü: ‘Hay şeytan alsın beni!’ dedi. ‘Bu düpedüz domuz be! Başka şey istiyordum, başka şey oldu. Hapı yuttum, ama oldu bir kere…’ Sonra, ensesinden yakalayıp bir tekme attı: ‘ Haydi bas!’ dedi. ‘Git başka domuz yavruları da yap. Dünya senindir; yürü! Biir iki maarş!…’ Fakat o, domuz değildi iki gözüm. Başında fötr şapka, omuzlarına rasgele atılmış bir ceket, ütülü bir pantolon ve kırmızı tüylü çarıkları vardı. Belinde de, - ona şeytan vermiş olmalı- üstünde, ‘Seni yiyeceğim!’ Yazılı bilenmiş bir laz bıçağı taşıyordu… Bu insandı; Tanrı öpsün diye elini uzattı ona, ama insan, bıyığını burarak dedi ki: ‘Yol ver be moruk, geçeyim!’ “
Sayfa 182Kitabı okudu
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.