Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

345 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 saatte okudu
Okurken Mendile İhtiyacınız Olacak...
𝐆𝐈𝐑𝐈𝐒 Bu eseri yazan ve Boşnak Müslümanlarının çektiği zulmü, okurken vücudumuzdaki tüyleri diken diken edecek bir esere imza atan
Sinan Akyüz
Sinan Akyüz
'e teşekkürlerimi sunarım. Kitabı okurken, elimden geldiğince ince bir titizlikle ve objektif bakış açısı ile okumaya çalıştım, incelememi bu titiz çalışmam ile gerçekleştirdim. Yeri geldiğinde duygularımın esiri de oldum. Şayet bana göre ancak duygusuz bir insan bu kitaptan ve yaşanılan olaydan etkilenmez. Pardon insan mı dedim? Özür dilerim insan olmayan biri ancak etkilenmemiştir. Böyle bir eserin gözleri yaşartmıyor oluşu, onu okuyan kişinin hiç böyle bir acıyı yaşamadığını ve empatinin ne olduğunu bırak, yaşayan bir canlı olduğundan şüphe duyarım. İster inançlı olsun ister inançsız, bana bu soykırımı görüp de sessiz kalan insan değildir. İncelememde çok fazla spoiler var, dedim ya kendimi tutamadım. Bu arada bu kitabı bana öneren takipçime de teşekkürlerimi sunarım. Sayesinde böyle bir eseri okuma şerefine nail oldum. Belki çok geç kalacaktım kim bilir. Kadere inananların kitabına artık giriş yaptık. 𝐘𝐀𝐙𝐀𝐑 𝐇𝐀𝐊𝐊𝐈𝐍𝐃𝐀 1972 Iğdır doğumlu olan Türk edebiyatının önemli yazarlarından
Sinan Akyüz
Sinan Akyüz
kariyerine gazeteci olarak başladı. Uzun yıllar gazetecilik yapan ve bir ara fotoğrafçılığa merak sarıp ilgisini bu alan kaydıran ünlü yazar daha sonra kariyerinde zirve yapacağı yazarlığa başladı. 2003 yılında yayınladığı deneme türündeki
Etekli İktidar
Etekli İktidar
ile yazarlık kariyerine başlayan isim daha sonra
Yatağımdaki Yabancı
Yatağımdaki Yabancı
,
İncir Kuşları
İncir Kuşları
,
Piruze
Piruze
serisi ve
Şahika & Feraye
Şahika & Feraye
gibi önemli eserlere imza attı. 𝐈𝐍𝐂𝐋𝐄𝐌𝐄𝐌 Roman Bosnalı piyanist bir genç kız olan Suada’nın gerçek yaşamından yola çıkıyor. Savaşın ve aşkın yakıcı gücünü anlıyoruz bu romanda. Bosna tüm bilinmeyenleriyle ilk kez
Sinan Akyüz
Sinan Akyüz
'ün kalemiyle yazıldı…
Sinan Akyüz
Sinan Akyüz
dünyanın seyirci kaldığı bir soykırımı Suada’nın öyküsüyle gündeme getirmiş. Bu romanla Bosna Savaşı’nın bilinmeyen bambaşka bir yüzü gün ışığına çıkıyorken; kitabın sonu supriz bir son ile bitiyor. Bir çırpıda okunabilecek akıcılık ve sade bir dile sahip olan bir roman.Yavaş yavaş ısınmaya başlıyorum buradan sonra anlatacaklarım çok üstünkörü olamayacak... Beni derinden sarsan, anlatılan olayların bizzat yaşandığı için gerek sevindiğim gerekse de hüzünlendğim bir eser. Kitabın daha ilk bir kaç sayfasını okuduğum zaman; "işte dur bu kitabı okumak için bir zaman ayırmalıyım kendime," dedim. Evet çünkü etkisine kapıldığım anda asla oradan çıkmak istemeyeceğimi biliyordum. Okurken öyle sahneler vardı ki, kendimi arada tavana bakıp göz yaşlarımın dinmesini bekledim. Düşünün aynı ırktansınız lakin sırf Müslüman'sınız diye katlediliyorsunuz. Sırf Türk'lerin getirdiği bir dine inandığınız için. Ah Suada sen sadece tek bir adama aşık oldun, tek bir adam için yaşadın. Kalbin sadece tek bir adam için atıyordu. Yaşadığın onca şeye rağmen sen asla aşkından ve sevginden vazgeçmedin. Seni tanımadan önce şöyle düşünürdüm; "Kadınlar gerçekten aşık olduğu adama körkütük şekilde severler. O kadınlar her ne türlü zorluk yaşarsa yaşasın yine de aşkından taviz vermezler." Evet sen öyle biriydin Suada, senin kalbin sadece Tarık için attı. Sen aylardır ailene ve çevrene olanlardan dolayı hep kendini suçladın. Lakin sen yanlış bir şey yapmadın, kalbinde zaten bir adam varken neden başka birini daha alasın ki...
İncir Kuşları
İncir Kuşları
'Modern' denilen Avrupa'da yaşanmış BİR SOYKIRIM'ı bizlere Suada'nın dilinden anlatıyor. 600 yıldır Müslüman Boşnaklara kin ve nefret duyan, Cani ve Barbar Sırplar, yıllardır beraber yaşadıkları, kapı komşuları oldukları bu insanlara acı, kan ve göz yaşından başka hiçbir şey bırakmamıştır. Savunmasız, silahsız onlarca insan gözler önünde katledildi. Ve biliyor musunuz, kitapta bu gerçek tüm çıplaklığıyla anlatılmakta. Binlerce Müslüman kadın Sırplar tarafından tecavüz edilerek kirletildi. İğrenç zihniyetli mahluklar kadınları hamile bırakarak onların Hristiyan çocuklar dünyaya getirmesi için defalarca, defalarca kez hiç acımadan, onları bir obje, bir sex oyuncağıymış gibi tecavüz ettiler. Ve işin korkunç tarafı da ne biliyor musunuz. Allah kimseye yaşatmasın. Kocalarının, babalarının gözleri önünde yapıyorlar. "Bak senin kızının, karının ırzına geçiyoruz..." diye. Ne acı değil mi... bakınız bugün Gazzede yaşanan durum da aynıdır. Biz burada rahat koltuğumuzda oturuyoruz ve siz aman bize ne diyorsunuz ya. Siz insanlığınızı tamamen yitirmiş oluyorsunuz. Biz sustukça daha çok acı çeken insanlar olacak. Hele ki kendine Müslümanım diyip de altın klozete oturanlar. Araplar ve İranlılar. Sizler gerçekten Müslüman olsaydınız Ne Bosna'daki olaya sessiz kaldırdınız ne de şimdi yaşanan Filistin'e. Ben kimsenin dinini sorgulamam lakin İslam'a ters bir harekete de sessiz kalamam. Boşnakların yaşadığı şeylere sessiz kalan kimseler. Neden sessiz kaldı? Suada'nın teyzesi İfeta'nın da dediği gibi; "Sonuçta Hristiyanlar elbette dindaşlarının yanında olacaktır, bu yüzden silah ambargosunu kaldıramayarak bizleri pisi pisine öldürecekler." Böyle demese bile bence böyle anlaşılıyor. Amerika bile dalga geçer gibi son kullanma tarihi geçmiş ürünleri yardım adına dağıtmış. Müslüman dünyası sessiz kaldıkça bizleri yavaş yavaş ortadan kaldıracaklar. Diyor ya Suada; "Siz İslamiyetten korkuyorsunuz." Bugün Filistin'de yaşanan olaylara sessiz kalmayan Avrupalılara bakınca başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Çünkü inanamıyorum. Ne garip değil mi? Gözle görülen şeye inanmamak... Lakin yıllardır Müslümanları içinde barındıran, her dinden ve milletten yaşatan canım ülkemin vatandaşları; öldürülüyorlarsa bana ne?, Araplara güven olmaz! Diyerek bu vahşete gözlerini kapatmıştır. Ben böyle insanları görünce kanım donuyor. Doğu Türkistan'da da ızdırap var, Ermenilerin yaşattığı katliamlar da. Neden hepsine sessiz kalıyoruz. Biz maddi bir anlamda bir şey yapmasak bile manevi anlamda sesimizi çıkarmalıyız. Biz insanların milletine, dinine, ırkına, rengine baktıkça ve ona göre yardım ettikçe bizden bir halt olmaz. "E bugün yardım ettiğimiz yarın bizi hançerlerse ne olacak?" Enayi olmazsın kardeşim. Sen yardım ettikten sonra ekmek veren kaba tüküren şahsın karaktersizliğidir bu. Sen iyisini yaptın mı seni görenler de aynısını yapacak ve iyilikler dünyaya yayılacak. İşte o zaman kötülük saklanacak, utanacak ve sıkılacak yer arayacak. Bizlerinde yarın her şeyimizi kaybetmeyeceğimizin garantisi yok. Suada gibi bizim için de 'hayır ' çok büyük etken olabilir. Onlar da bir savaşın çıkmayacağına, her şeyin güzel olacağına umut ediyordu. Onlar da düğün, bayram gününü tatlılıkla ve huzurla geçeceğine inanıyordu. Kader dediğimiz yazgı işte burada devreye giriyor. Ne olacağım diyemiyor, ne oldum diyebiliyorsun. Nedense kitabı daha okumadan önce üstüne uzun uzun düşüneceğimi tahmin etmiştim. İçime mi doğdu bilmiyorum. Kitabı alırken Balkanlarda geçen bir aşk hikayesi diye düşünmüştüm. İlk sayfalarında iki aşıktan bahsediliyor, onların aşkının ne denli tutkulu olduğunu görüyorduk. Yaşanan tecrübeler olur ya, kesinlikle kader ayırır demiştim. Çünkü tutkuyla sevmek haram gibi bir şey. Daha sonra haklı olacağıma emin olmak istemedim, göz yaşlarımın akması ile ayrılıkları bir oldu. Suada Tarık'dan kopmuştu artık, onlar Boşnakların deyimiyle 'ALLAH'a emanet' olmuştu. Suada bombaların yağmur gibi yağdığı Beyaz Zambaklar'da adeta bir rüzgar gibi savruldu... Gözleri önünde annesini, eniştesini ve ablasını kaybetti. Babalarının gözleri önünde tecavüze uğradılar. Ayşa ablası namusunu kaybetse de namusunun intikamını almak için kendini feda etti. Ben bu incelemeyi yazarken bile ince düşünerek, duygularımı tutarak yazıyorum. Binlerce Erkek, kadın, çocuk demeden herkes öldürüldü. Erkeklere oyun oynar gibi işkence ediyor, kadınları da obje olarak olarak kullanıp kendi iğrenç şehvetlerini dindiriyorlardı. Küçük çocuklara be yaptıklarını diyemiyorum bile... Bu olayların tamamı gerçek. Günümüzde de yaşanıyor. Suada'nın o güzel parmakları sadece piyano çalmak için vardı. O ve tüm Boşnaklar bu savaşı özgürce ve istediğini yaparak protesto etti. Kadınlar o savaş yığınları arasında yine makyaj yapıp süslendi, yine kendi aralarında eğlendiler. Çoğu insana delice gelebilir. Soykırıma uğradılar lakin yine de süslenip nereye gidiyorlar. Saraybosna'da hiç bir yere gitmiyorlar, onlar savaşı, soykırımı dudaklara sürdüğü rujlar ile protesto ediyorlar. Onlar kendi inançlarını kendince yaşıyordu, kim bilir belki yaptıkları doğru veya yanlıştır. Lakin hiç bir sebep yokken, silahsız masum insanları katletmek, bildiğim kadarıyla hiç bir dinde yoktur. Kitapta geçen ve %100 gerçekten de yaşanan bir olayı ele almak istiyorum; Nasıl oluyor da Bosna'daki Birleşmiş Milletler'in Kanadalı komutanı General Lewis MacKenzie, Sırpların zorla alıkoyduğu esir bir Boşnak kadına tecavüz edebiliyor? Boşnak kadına tecavüz ederken de ona hiç utanmadan şunu söyleyebiliyor: "Menfaat ile motive edilmiş aşk, en güçlü aşktır." Birleşmiş Milletler hiç bir halta yaramıyor. Onlar sadece Müslüman devletleri barındıran bir Hıristiyan ve Yahudi topluluğu. Hatta Müslüman devletleri orada süs olsun diye var. Hangi Müslüman devleti karşılıksız diğer Müslüman devletlerine yardım ediyor. Türkiye bir Müslüman devleti değil, Müslümanları içinde barındıran bir devlettir. Lakin içindeki bir kaç insaniyet yoksunu varlık olsada, yine de bu ülkenin varlığı içinde barındırdığı herkes için rahat bir nefes alması için yeterli. İfeta haklıydı, kim gücü daha erken kaparsa hakimiyet onda olurdu. İNŞALLAH ülkemin gücü kudretli olur. UNUTMA; 11 Temmuz 1995 - Srebrenitsa Katliamı Srebrenitsa Katliamını unutmamak gerekiyor. Birleşmiş Milletler'in Bosna'ya yaptığı müdahale, tarihindeki en kötü anı, Boşnak halkı için en büyük darbedir. Srebrenitsa'da yaşayan Müslüman Boşnakların ellerindeki üç-beş silaha da, Birleşmiş Milletler Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle el konmuştu. Sırp General Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa'ya saldırdıklarında, Müslüman Boşnaklar kendilerinden toplanan silahları geri almak için Hollandalı komutan Thom Karremans'a müracaat ettiler. Fakat Srebrenitsa'daki Hollandalı Barış Gücü komutanı Karremans Boşnakların bu taleplerini anında geri çevirdi. Sırpların Srebrenitsa'ya saldırısından haberdar olan Birleşmiş Milletler ise, o gün sadece iki F16 uçağını gökyüzünde gösteri uçuşu yaptırmakla yetindi. Daha sonra, Srebrenitsa bölgesindeki Hollandalı askerler bir gece yarısı, Bosna'daki başka bir Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda şehri alelacele boşalttılar. Hollandalı komutan Thom Karremans şehri terk ederken, kendisine sığınan yirmi beş bin mülteci Boşnak'ı Sırp General Ratko Mladiç'in ellerine teslim etti. Şehri ve mülteci Boşnakları teslim sırasında ise General Ratko Mladic, Hollandalı komutan Thom Karremans'a gülerek teşekkür hediyesini bir paketin içinde sunuyordu. General Ratko Mladiç ve emrindeki Sırplar beş günde tam 8.372 Müslüman Boşnak'ı hunharca katlettiler. Sırplar bu katliamı yaparken Bosna'daki Birleşmiş Milletler ne yazık ki üç maymunu oynuyordu. Sırplar keskin bıçaklarıyla doğradıkları Boşnakların feryatlarını telsizlerden bütün dünyaya zevk içinde duyuruyorlardı. Şimdi bir kez daha soruyorum: Birleşmiş Milletler bu soykırımda Boşnakların yaşadıkları trajediye neden seyirci kaldı? Yoksa Birleşmiş Milletler, içinde Müslüman devletleri de barındıran bir Hıristiyan ve Yahudi topluluğu mu? Bence onların dininde Yehova ve Tanrı masum insanları katledin diyor. Evet açıkça böyle demese neden kendi Tanrılarının emri diyerek masum canları almaktan zevk alırlar. Ha Müslümanların adını karalamak için yapılan 'cihatçı ve şeriat' hareketini yapanlara da itimat etmeyin. Müslüman değilseniz bile açın okuyun Kur'an-ı Kerim'i. 1992-1995 yılları arasında Bosna'da yaşanan bu soykırımda yüz binin üzerinde Müslüman Boşnak öldürüldü. Otuz ila elli bin arasında da Boşnak kadına ve genç kıza Sırp güçleri tarafından sistematik olarak tecavüz edildiği ortaya çıktı. Ama bana öyle geliyor ki, sosyal olarak damganlanmaktan korkan tecavüz mağduru sessiz çoğunluk aslında çok daha fazladır. Çünkü kadınlar sevdiği erkeklerin onları istemeyeceğinden korkuyordur. Aynı Suada gibi... O da Tarık'dan uzak durmak zorunda kalmıştı çünkü o defalarca kez parçalanmış bir çiçekti. "Beni bu halimle yeniden sevebilir miydin acaba?" Yazdığı yerde öyle bir duygulandım ki. Ah Suada sen hayatını güzelce yaşamayı hak ettin. Direndin, kaçtın, hırpalandın. Ama yine de umutluydun. Onun verdiği yüzükten vazgeçmedin. Şu sözleri içimi titretti: "Seni hep seveceğim. Ama seni asla beklemeyeceğim." "Seni o kadar çok sevdim ki, seni de çektiğim acılara ortak edemem." Tarık hani sana iltifatlar yağdırıyordu ya; "Senin gibi bir su perisi ile olmak için nasıl bir sevap işledim," diye. Evet cidden ne tür bir sevap işlemiş ki senin gibi bir kadının aşkına nail olmuş. Sen de onun bir adama sahip olmuşsun. Senden vazgeçmeyen, seni deli gibi arayan bir adam. O senin yaralı kalbine merhem, sen de onun kolu ve bacağı. İkinizde bu savaşta bir çok şey kaybettiniz. Lakin aşkınızı asla kaybetmediniz. Üzerinde çok konuşulacak bir roman, gerçek olaydan esinlenmiş olmasaydı bile, beni ciddi anlamda derinden sarsan bir roman olurdu. Lakin gerçek olaylardan alınması, yani bu olayların gerçekten de yaşanması beni derinden üzüyor. Binlerce masum insan katledildi ve 'medeniyet' denilen canavar tarafından eli kolu bağlanan, dinine bağlı olduğu için, Müslüman olduğu için suçlanan insanlar katledildi ve şu an bile katledilmeye devam ediyor. Filistin'e yaşanan olaylar gibi olan yine masum çocuklara, güçsüz kadınlara oluyor. Dün bu soykırıma müdahale edemedik ve bugün yaşanan soykırıma da sessiz kalıyoruz. Biz sessiz kaldıkça yavaş yavaş ufalanmaya, daha sonra da yok olmaya başlayacağız.
İncir Kuşları
İncir KuşlarıSinan Akyüz · Alfa Yayınları · 201726,2bin okunma
··
289 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.