Gönderi

24 Mart 1952 Tanrım, ne mutlu bir tesadüftü o! Oğlum, Yılmaz’ım, bu defter bir gün benden sana miras kalırsa, hayatın insan ömrü için sürprizlerle dolu olduğunu unutma. Şerefli bir Türk subayının da aşka ve kadına susayabileceğini unutma. Şunca yıllık ömründe gönül susuzluğu duymamış, duymayı da kendine zul addetmiş bir baba olarak beni affetmeni hassaten rica ediyorum. Ölümün eşiğinden dönmüş ve Birleşmiş Milletler kuvvetleri tarafından esir kampından kurtarılmış bulunan baban, izinli gönderildiği Tokyo’da aşkların en ulvisini yaşadı. Şimdi de, o aşkın en ulvi hislerini aynı tazelikle kalbinde yaşatmaktadır. Sumida. Sumida. Benim nehir sevgilim. Sana yazacağım. Ölmezsem seni tekrar bulacağım. Sumida, bu kan ve ateş kusan günler ikimizden birinin naçiz vücudunu toprağa mahkûm etmezse, adını aldığın nehir gibi buralardan sana doğru çağlayarak akacağım. Seni unutmak artık benim elimde olan bir şey değildir. Beni seven, bana ilk defa aşk denen hissi tattıran Sumidam. O mutlu tesadüfü hatırlıyormusun? Ben o saniyeyi tekrar be tekrar yaşıyorum. Karargâhımda da, hücum hattında da, havan toplarının yeri dövdüğü sıralarda da. Uykumda, uyanıkken, elimde, kolumda, boynumda, koynumda hep sen varsın Sumida... (Bu sayfayı yırtmalıyım.)
·
2 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.