Gönderi

Bu çağda sevmeler de bir tuhaf. Sevgi mi bir anlık heves mi yoksa bir çıkar bir çarpık beklenti mi bilemiyor insan. Némirovsky, "Ona olan sevgisinin baki olacağını dünyanın döndüğünü, güneşin aydınlattığını ve geceden sonra günün ağardığını bildiği gibi biliyordu." der. Gerçek sevgi, çağ değişse de hissedilir sevgili okur. O emin olma hissi yoksa işte, eyvah. Var olun.
Irene Némirovsky
Irene Némirovsky
-
Yanılgı
Yanılgı
Çevirmen:
Berna Günen
Berna Günen
, İş Bankası Yayınları, s.1-3 Yves tıpkı bir çocuk gibi tüm benliğiyle uykudaydı. Alnını kıvrık kolunun çukuruna gömmüş, eski günlerin derin ve güven dolu uykusuyla birlikte içgüdüsel olarak uykudaki küçük çocukların o masum ve ciddi gülümsemelerine varıncaya dek bütün hareketlerine geri dönmüştü. Rüyasında güneşin altında yanan dümdüz plajı, denizin üstündeki akşam güneşini, ılgınların arasından sızan gün ışınlarını görüyordu. Oysa on dört seneden uzun bir süredir Hendaye’ı görmemişti. Dün gece vardığında Bask diyarının bu enfes köşesine dair karanlık ve gürültülü bir uçurum -deniz-, ılgın ormanı olduğunu tahmin ettiği daha yoğun bir karanlığın içindeki birkaç ışık ve de eskiden sadece balıkçı sandallarının salındığı yerde, dalgaların kıyısındaki daha başka ışıklar -Gazino- dışında hiçbir şey fark etmemişti. Fakat çocukluğunun güneşli cenneti hafızasında olduğu gibi kalmış, düşleri de o cenneti havasının o çok özel lezzetine kadar en küçük ayrıntılarıyla yeniden yaratmıştı. Yves çocukken en güzel tatillerini Hendaye’da geçirmişti. Burada, büyülenmiş gözlerine dünyanı ilk çağlarındaki gibi yepyeni gözüken bir güneşle güzel meyveler gibi olgunlaşan, yaldızlı ve dolgun günler tatmıştı. O zamandan sonra dünya sanki yavaş yavaş taze renklerini yitirmeye başlamış, güneş bile daha donuk bir hâle gelmişti. Fakat bazı rüyalarında zarif ve canlı hayal gücünü muhafaza etmiş genç adamın o günleri bütün o ilkel ihtişamıyla birlikte yeniden hissedebildiği oluyordu. Böyle geceleri takip eden sabahlar âdeta nefis bir hüzünle efsunlanıyordu. O sabah Yves, Paris’teyken saat her sekizi vurduğunda yaptığı gibi yine sıçrayarak uyandı. Gözlerini açtı ve yataktan fırlamak için bir hareket yaptı. Fakat panjurların yarığından başucuna kadar altın renkli bir ok gibi keskin bir ışığın sızdığını gördü ve aynı anda taşradaki güzel yaz günlerinin komşu bahçelerde tenis oynayanların gürültüleriyle ve başka hiçbir şey olmasa bile bir otelde, aylaklarla dolu büyük bir konutta olduğunu fark etmesini sağlamaya yetecek o özel, neşe dolu patırtılarla -zil sesleri, adım sesleri, yabancı sesler- karışık hafif uğultusunu algıladı. İşte o zaman Yves yeniden yatağa uzandı ve enfes bir tembellikle dolu tüm hareketlerinin yeniden kavuşulan bir lüksmüşçesine tadını çıkararak gerindi. Nihayet yatağın bakır parmaklıklarının arasında asılı duran zili bulup bastı. Biraz sonra içeriye elinde kahvaltı tepsisiyle şarap garsonu girdi. Kepenkleri açtı ve güneş dev bir dalga gibi bütün odayı kapladı. “Hava çok güzel,” dedi Yves kendi kendine yüksek sesle, sanki hâlâ ortaokullu bir çocukmuş da bütün hazzı ve tasası hava durumuna bağlıymış gibi. Başta büyük hayal kırıklığı yaşadı: Hendaye’i zamanında balıkçılardan ve kaçakçılardan ibaret, biri biraz ötede solda, Bidassoa tarafında yer alan Pierre Loti’ninki, diğeri hemen sağda, tam da bugün sahte Bask tarzı yirmi kadar evin yükseldiği noktada kendi ebeveynininki olmak üzere sadece iki villası olan küçük bir köy olarak tanımıştı. Deniz kıyısında içine cılız ağaçlar dikilmiş bir bent inşa edildiğini, oraya otomobillerin park edildiğini gördü. Suratını asıp arkasını döndü. Dünyanın tam da sadeliği, huzur veren güzelliği nedeniyle sevdiği bu kutsanmış köşesini niçin bozmuşlardı ki? Yine de açık pencerenin yanında durmaya devam etti ve yavaş yavaş, yılların değiştirdiği bir yüzde eski bir gülümsemeyi, eski bir bakışı tanıyıp, bunların yardımıyla, tereddüt ederek de olsa bir zamanlar sevilen o eski hatları yeniden bulurcasına, yumuşacık bir heyecanla dağların çizgilerini, farklılıklarını, konturlarını, körfezin yansımalı yüzeyini, ılgınların canlı ve hafif salkımlarını yeni baştan keşfetti. Ve havada yeniden Endülüs rüzgârıyla gelen o tarçın ve çiçek açmış portakal ağaçlarının kokusunu hissedince değişen zamanla tamamen barıştı, gülümsedi ve o eski neşe yüreğini ferahlattı.
··
119 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.