Gönderi

Müslüman dünyasında da toplum sürekli olarak kendine benzeyen bir din ortaya çıkartmıştır. Üstelik ne bir çağdan bir çağa, ne de bir ülkeden diğerine asla aynı kalmamış olan bir din. Araplar zafer kazandıkları dönemlerde dünyanın kendilerine ait olduğu duygusunu yaşadıkları dönemlerde inançlarını bir hoşgörü ve açıklık ruhu içinde yorumlamışlardır. Sözgelimi Yunan, İran, Hint mirasının dillerine çevrilmesi konusunda geniş çaplı girişimlerde bulundular, bu da bilim ve felsefenin büyük bir gelişme göstermesini sağladı. Başlangıçta taklitleri kopya etmekle yetinildi sonra, astronomide, tarımbilimde, tıpta, matematikte yeniliklere cesaret edildi; günlük yaşamda yemek yeme sanatında, giyim kuşamda, saç biçiminde ya da şarkı söyleme sanatında da; hatta içlerinde en ünlüsü Ziryab olan moda guruları bile çıkmıştı. Bu kısa bir parantez değild; VII. yüzyılla XV. yüzyıl arasında Bağdat'ta Şam'da, Kahirede Kurtuba'da Tunus'ta büyük bilginler, büyük düşünürler, yetenekli sanatçılar vardı; XVII. yüzyıla hatta daha ileri dönemlere kadar İsfahan'da, Semerkant'ta, İstanbul'da hala büyük ve güzel eserler vardı. Bu harekete katkıda bulunanlar sadece Araplar değildi. İslamiyet daha ilk adımlarından itibaren hiçbir engelle karşılaşmaksızın İranlılara, Türklere, Hintlilere, Bedevilere açılmışlardı; kimilerine göre ihtiyatsızca çünkü Araplar kendilerini yeniden istila edilmiş buldular ve fethettikleri imparatorluğun İçinde iktidar güçlerini hızla kaybettiler. Bu, İslam'ın bayraktarlığını yaptığı evrenselliğin bedeliydi.
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.