Buram buram bir kolonya kokusu alacaksınız birazdan bu incelemeden. Tıraş köpüğünün o pamuksu yumuşaklığını hissedeceksiniz belki. Makas şakırtıları, sabun kokuları duyacaksınız belki de. Bir yoklar fısıltısıdır bu inceleme...
Evet, yine matruşka gibi bir eserle daha karşımızda Toptaş amcamız. Beynim allak bullak, ne düşüneceğimi şaşırdım şuanda. Ne okudum ben ya? Oradan oraya, oradan oraya sürüklendim durdum, çoğu zaman ne olduğunu anlamadım, çözemedim. Bir olay anlatılırken, başka bir olayın içinde, onu anlatırken diğer olayın içinde buluyordum kendimi. Bu adamın kitaplarını okurken beynim yanıyor, yanık kokusu size de geliyor değil mi?
Bu anlatı türünde romanlara, öykülere o kadar alıştım ki, ayda bir doz almadan yapamıyorum. Her ay bir tane okumam gerektiğini hissediyorum, okudukça insan alışıyor, o tadı alınca ayrılamaz oluyor sanırım. Eskiden hiç böyle olmazdı, sıkardı. Sıkmıyor artık, sarıyor tüm ruhumu; tamamıyla...
Kitap gerçekten çok acayip, kitabın tamamı "gölgesiz" sanki. Birden bire kimsenin anlamadığı (tabii benim de) kaybolmalar, hiç beklemediğiniz anlarda, beklenmeyen ve anlaşılmayan şekilde dönüşler, ölümler, hem de çok garip, sır dolu ölümler. Ve bir köy... Unutulmuş, kaybolmuş, toz olmuş bir köy... Peki bu kitap? Yoksa bu kitap da gerçekte yok mu? Ben onu yoksa hiç okumadım da, oturduğum yerde zamanın içinden hayaller silsilesi ile geçip de, şu ana mı döndüm..? Kafam çok karışık...
Önceki bir kaç kitabında olduğu gibi bu kitabında da kar ile bir sıkıntımız vardı, lakin, Hasan Amca'nın bu kar ile sıkıntısı nedir, beşinci kitabını okumama rağmen hala çözebilmiş değilim tabii ki.
Açıkçası ben bulamadım, e bari siz cevap verin arkadaşlar;
"Kaar nedeen yağaar kaarrr?"
Yanmış yüreklerimize bir ferahlık için belki, kim bilir.
Keyifli okumalar dostlar...