Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

308 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Pazar günü sahafta otururken elime Richard Burgin’in Borges ile Söyleşi kitabı geldi. Karıştırmaya başladım haliyle.(Borges’e ilgisi olanların edinmesi gereken bir kitap kesinlikle.) Bazılarınız kızabilir ama Borges şunları diyordu bir sayfada: “Size şunu söylemek istiyorum; insanlarda edebiyat duygusu hiç yok. Bu yüzden, bir edebiyat parçası hoşlarına gitse, hemen karmaşık nedenler aramaya koyuluyorlar. “İyi bir şiir olduğu için veya ilgimi çeken bir hikâye olduğu için, okurken kendimi unutup içindeki kişileri düşündüğüm için seviyorum,” diyeceklerine içinde gerçek kırıntıları, semboller, olmayan neden-sonuç ilişkileri aramaya başlıyorlar. “Hikâyenizi beğendik, ama ne demek istediniz bu hikâyeyle?” diye soruyorlar. Cevap şu: “Hiçbir şey demek istemedim. Anlatmak istediğim, sadece hikâyenin kendisiydi…” Hikâyenin kendisi zaten kendi gerçeğidir, değil mi? Ama insanlar bunu kabul etmiyor. Yazarların gizli amaçları olduğuna inanıyorlar.” İncelemeye böyle başlamamın sebebi Heba’nın derinliğinin yüzeyde saklı olması. Hasan Ali Toptaş söyleşilerinde özellikle Bin Hüzünlü Haz’dan itibaren bu çabayla yazdığını belirtiyor. Derinliğin yüzeyde saklı olmasından kasıt içine girilmesi zor gibi görünen bir romanın çok kolay okunması ya da anlatılması. Borges de bunu sözüyle doğruluyor. Yani Heba’yı okurken çok çok derinlerde bir şey aramayın.(Bazı arkadaşlar kitabın çok katmanlı olduğunu söylemişler. Ama bir rüya ya da hayallere dalıp gitmeyle bir roman çok katmanlı olmuyor. Umarım bu sözlerim bunu söyleyen kişiye ukalalık gibi algılanmaz.) Sizi ilk vuran düşünce kitabın da kendisini oluşturuyor. Bu aralar yazacaklarımı içime yazmayı daha çok tercih ediyorum. Düşünceler anlaşılınca heba oluyorlar çünkü. Onun için kitap hakkında fazla şey söylemeyeceğim. İçerik ve kitap hakkında güzel incelemeler var. Heba en kolay okuduğum Toptaş kitaplarından biri oldu. Bunda dilin yumuşak olması tabii bir neden ama en önemlisi kitapta acının insana ilik ilik işlenmesiydi. Bugün dizi izlerken şu söze denk geldim: “İnsanların aslında yaptığı sadece iki meslek vardır: Öğrenmek ve çare bulmak.” Madem öğrenmek yaptığımız mesleklerden ilki, insan da bir şeyleri en iyi acıyla öğreniyor. Bize güzel gelen bazı şeyler gözümüzü gönlümüzü kapıyor, duyarsızlaştırıyor ama bunun farkında bile değiliz. İş işten geçtikten sonra farkına varıyoruz. Hangi insan yaşadığı güzel şeyleri tekrar yaşamak istemez, kendini kandırdığı halde? Ama acı öyle mi? Gözünüzü kapatın ve düşünün, kim yaşadığı bir acıyı tekrar yaşamak ister? Düşünün. Heba da bir daha yaşamak istenmeyecek acıların ama sürekli yaşanan acıların içine sürüklüyor bizi. Özellikle kitabın Sınır adlı bölümünde içiniz nefret, acıma, dile getirilemeyecek düşüncelerle doluyor. Ziya ve Kenan’ın askerlikte yaşadığı olaylar(en ufak hatada tekme tokat dalmalar, ana avrat küfür etmeler, ağır cezalar vermeler, ki bunlar gerçekte de var) ne yalan söyleyeyim insanı askerlikten değil ama insan olmaktan soğutuyor. Kitabın ana temasını bu yüzden çekilen sıkıntılar ve acı oluşturuyor. İkinci bir mevzu ise Ziya’nın insandan ve şehirden taşraya kaçmasıyla ilgili. Kitap Ziya’nın eski ev sahibesi Binnaz Hanım’a anahtar teslim etmek istemesiyle başlıyor. Burada Binnaz Hanım sözü ağzına bir alıyor ve bölümün sonuna kadar neredeyse bırakmıyor. Benim dikkatimi çeken şey burada Toptaş’ın ‘Tristram Shandy’vari(bizden Mahur Beste’yi örnek verebiliriz) bir şekilde lafı sürekli farklı boyutlara taşıması oldu. Binnaz Hanım konudan konuya zıpladı durdu. Ziya’nın kaçışına geri dönersek, Ziya aslında şehir hayatından mı kaçıyordu yoksa kendinden mi hala şüphelerim var. Ama şu da bir gerçek ki insanın olduğu bir yerde kaçıştan söz edemiyoruz. Fazla uzatmayacağım dedim ama en kısa bu şekilde ifade edebilirdim Heba’yı. Ya da kendimizi. Ben Hasan Ali Toptaş’ın romanlarını iki farklı döneme ayırmanın doğru olduğuna inanıyorum. İlk dönem romanlarını Sonsuzluğa Nokta, Gölgesizler, Bin Hüzünlü Haz, Kayıp Hayaller Kitabı, Uykuların Doğusu olarak sıralarsak son dönem romanlarını da Heba ve Kuşlar Yasına Gider olarak sıralayabiliriz. Bunu da 2005’te yayınlanan Uykuların Doğusu ve yedi yıl yedi ay sonra yayınlanan Heba’nın arasındaki süreye göre sıralıyorum. İlk dönem romanlarında Toptaş’ın daha çok dilin peşine takılarak bizi farklı evrenlere sürüklediğine şahit oluyoruz. Ya da inci gibi dizilmiş cümlelerin arkasına tutunup sürekli bir arayış içinde kesinliğinden şüphe edilecek karakterlerle tamamlanmayan mekânlar içinde romanlarını yaşamaya çalışıyoruz. Mekân demişken, okuyanlar da hak verecektir şüphesiz, mekânın varlığından söz edebiliyoruz ama net bir tasvir yok. Köy ama nasıl bir köy ya da şehir ama nasıl bir şehir? Bunlar ilk dönem romanlarında gördüğüm(üz) en belirgin özellikler. Son dönem romanlarında, daha çok Heba’yı dikkate alarak söyleyeceğim bunları, dilin yumuşadığı, daha günlük bir dile indirgendiğini görüyoruz. Özellikle küfür nasıl günlük hayatımıza işlemişse romanın diline de öyle işlemiş. (Bu durumun abes gelmeyeceğini düşünüyorum. Kendiniz küfür etmeseniz bile şahit olmuşsunuzdur biri ederken.) Ve dilin yerini daha çok konu almaya başlıyor. Toptaş bir söyleşisinde bir yazarın üslubunun değişmeyeceğini ama dilinin farklı yerlere evrilebileceğini söylüyordu. Bunu da Heba’yla görüyoruz. Mekân konusu da ilk dönem romanlarına göre daha net ama yine tam bir tasvir yok. Heba’yı uzun zamandır kütüphanemde bekletiyordum. *Hasan Ali Toptaş ve Diğer Güzel Kitapları Okuma Etkinliği*( #25037122 ) için nasip oldu. Etkinliğin kendim için yoğun geçtiğini söyleyemem. Dünyalık işler yüzünden her şey aksıyor. Ama etkinlikte çok güzel incelemelere ve yorumlara şahit olduk. Bu bence sitedeki okurlar için büyük kazanım oluyordur. Etkinlik kapsamında kitap okuyup destek veren herkese teşekkür ediyorum. Keyifli okumalar.
Heba
HebaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20164,581 okunma
··
1.025 görüntüleme
Meltek okurunun profil resmi
"Hepimiz adımız gibi biliyoruz. Bunca kötülüğün arasından şiir kurtaracak bizi." Demiş Sinan Sülün. İyi bir şiir ya da Borges'in deyimiyle bir edebiyat parçası okumak; dalıp gitmek onunla uzaklara, hiç bilmediğimiz diyarlara, varlığından haberimiz olmayan duygularımıza ulaşmak belki oralarda, mümkün bu. Bence insan olmanın başlıca kuralı. Ne yazık ki, bize dokunmayan yılan bin yaşasıncılar tarafından çevrilmiş durumdayız. Bu bakış açısının edebiyata da yansıtılması çok ilginç değil aslında. Ben de daha önce yaşadım, bu duyguyu biliyorum, "kaynımda da var aynı aynı!" diyemiyorsak sevemiyoruz bir eseri. Empati kurmayı öğrenemiyor olmamızdan kaynaklanıyor bile olabilir. Oysaki bence hiç tatmadığımız duyguları bile yaşatıyorsa bize bir eser, onu baş tacı etmeliyiz. Ben sevgili Toptaş kitaplarını da hep bu duyguyla okudum. Varlığından haberim olmayan dünyalar sundu önüme, onları sevdim. Ya da bir olay okumak için değil, dilin keyfine varmak istedim yalnızca. Çünkü insan belki ilginç olayları başka yerlerde de duyabiliyor ama sizin dediğiniz gibi inci gibi dizilmiş cümlelerin peşine düşüp gitmek her daim mümkün olmuyor maalesef. Dilin biraz yumuşadığını söylüyorsunuz bu da beni bir parça korkutuyor açıkçası. Benim aralarında kaybolacak cümlelere ihtiyacım var hâlâ.
3 önceki yanıtı göster
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Meltem Hanım öncelikle daha çok okuyup daha çok inceleme yapmalısınız ki bu yorum gibi güzel yazılar görelim. :) Dil yumuşuyor ama üslup yine Toptaş üslubu. Korkmanıza gerek yok. Yine kaybolacaksınız. :)
4 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Metin T. okurunun profil resmi
Çok güzel.Açıklayıcı. Öğretici ve oldukça akıcı olmuş. Hele de yazar üstüne tespitler oldukça ikna ediciydi. İlham verdi. Kaleminize sağlık.
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Metin Bey.
Selman Ç. okurunun profil resmi
Murat bu incelemeye ne yazsam eksik kalacak gibi hissediyorum. Yüreğine, kalemine sağlık. Toptaş da hepimiz gibi değişiyor. Dediğin gibi ilk dönem yazdıklarıyla, sonraki yazdıkları arasında baya bir fark var. Hangisini tercih ediyorsun diye sorarsan ben ilk yazdıklarıyla sevdim yazarı onu tercih ederdim.
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. İlk dönem romanları tabii daha soluksuzdu ama son dönem kitapları da kalite bakımından aynı. Bir iki sene sonra belki hayatının bir iki ayını anlatan bir roman karşımıza çıkar Toptaş'ın. Harfler ve Notalar'da sinyallerini veriyordu.
2 sonraki yanıtı göster
Nesrin A. okurunun profil resmi
İncelemelerinizi okumayı çok seviyorum Murat bey, ufuk açıcı, heveslendirici. Kaleminize sağlık.
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Estagfirullah efendim. Teşekkür ederim. :)
Halil ÜÇAĞAÇ okurunun profil resmi
Kardeşim tek kelimeyle mükemmel bir “inceleme” örneği. Tebrik ederim
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Eyvallah bro. :))
Esma Saygın okurunun profil resmi
Bence çok güzel bir inceleme karmaşık yorumlar hakkındaki düşüncenize katlıyorum freud un da dediği gibi bir puro bazen sadece bir purodur..
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Teşekkür ederim
Sarıgül okurunun profil resmi
Okuduğum en iyi incelemelerden biri bu. Sıkı bir Toptaş okuru ve Heba yı iki kez okumuş bir olarak gerçekten çok beğendim yazdıklarınızı. Elinize, kaleminize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.