Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

282 syf.
7/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Günümüz zamanı modern dünya olarak kabul ediliyor. Ya da günümüzün modern dünya olduğunu varsayarsak, köleliğin ve feodalitenin eski zamanlarda kaldığını mı düşünüyoruz? Bugünün İngilteresinde hala iki meclis bulunuyor; lordlar kamarası ve avam kamarası... Hollanda gibi ileri demokrasinin olduğu iddia edilen ülkelerde dahi halen krallık denilen bir kurum bulunuyor. Pek çok Uzakdoğu ve Avrupa ülkesi halen kraliyetle yönetiliyor. İleri demokrasilerde bile halen varlığını sessiz bir şekilde sürdüren, krallık denilen kurum nereden geliyor hiç düşündünüz mü? Bugün Kanada topraklarının halen ingiltere kraliçesinin şahsi mülkü olmasındaki mantık nedir? Bu topraklar kimindir? Nasıl kazanmıştır? Mülkiyet ve toprak nedir? Ortaçağ'da zirvesini yapmışsa da dünya üzerinde uzun yıllar boyunca feodalite yani toprak beyliği kavramı vardı. Gücü elinde bulunduran güçlü kişiler bir şekilde paranın en büyük kaynağı olan toprağı ellerinde tutuyordu. Toprak insanı besleyen birincil unsur olduğu için feodal beyi aynı zamanda kimin aç kalacağına, kimin doyacağına da karar veriyordu. Ölümün soğuk nefesi Feodal beyi'nin çevresinde esen bir rüzgardan ibaretti..., Sonraki dönemlerde feodalite insanlarda bir tepki unsuru meydana getirdi, dahası değişen dünyada artık toprak ağalarına yer yoktu. Dünyanın değişimine feodallerde ayak uydurdular ve yılanın deri değiştirmesi gibi bir kabuk değiştirerek burjuva sınıfına evrildirler. Bugünün soylu? köklü? ailelerinin tarihte izlerini sürdüğünüzde hep bu ağaların, beylerin soylarından gelmeleri de bu sebeple boşuna değildir. Kapital düzen içerisindeki yeni rollere adaptasyonunu tamamlayan burjuvalar yeni kan emici misyonlarını yeni kimlikleri ile devam ettirmişlerdir. İşte mevzubahis eserde Proudhon, konuyu tam bu noktadan kavrayarak mülkiyet kavramını ele almaktadır. anarşist/hümanist bir felsefi anlayışla Proudhon'un gözünden toprak, toprak paylaşımı ve mülkiyet kavramı irdelenmiştir. Proudhon'un mülkiyet kavramı açıkça söylemek gerekirse biraz ütopiktir. Bu ütopiklik, önermelerinin mantık dışı olmasıyla birlikte, uygulanamaz ve insan fıtratını aşan boyutu ile alakalıdır. Dünyadaki adeletsizliğin temelinin bazı açgözlü kişilerin kendi payına düşene razı olmayarak öteki'nin hatta toplumun genelinin hakkına saldırmasıyla alakalı olduğu pek çok kez söylenegelmiştir. İnsanda önü alınamaz ihtiras arzusu insanın kendine yetecek olanla yetinmemesine sebep olmuş, hep daha fazlasını istemeyi bazıları amaç haline getirmiştir. Bunun sonucu ise; kaynakları kısıtlı olan Dünya metası herkese yetmez olmuştur. Bir ağaçta on elma olduğunu düşünelim, bu ağacın altında on kişi var ise normal şartlarda on elmayı on kişi her birinin hakkına bir elma düşecek şekilde paylaşırlarsa herkesin karnı doyacaktır. Ama bu on kişiden bir tanesi dokuz elmayı kendi için alıp, kalan bir elmayı diğerlerine sunarsa hem herkes doymayacak, hem de dokuz kişi tek elma için birbirleriyle savaşım içine gireceklerdir. Kaba örnekle anlaşılacağı gibi malın insanlar arasında eşit paylaşımı ve ihtiyaca göre tanzim edilmesi adil bir paylaşım olacakken, birilerinin açgözlülükleri toplumun acziyete ve fakirliğe düşmesine sebep olmuştur. Mülkün adil paylaşımı konusunda pek çok düşünür fikir beyan etmiş, problemi ele alan kitaplar derlemişlerdir. Her bir felsefenin kendi mantalitesine göre değişik bir çözümü vardır. Proudhon ise, mülk dağılımında konuyu ele alırken bir miktar ileri gitmiş, mülkiyeti toptan reddetmiştir! Bazı konularda ise tatmin edicilikten uzak mantık dışı çözümler üretmiştir. Bu mantık dışı söylemlerden bir tanesi, Proudhon'un her türlü mülkü hırsızlık olarak görmesidir. Bu mantıksızlığı öyle bir noktaya taşımıştır ki, kişinin kendi emeği ile kazandığı metaların dahi sahibi olmadığını beyan etmiştir. Yani düşünürsek; bir kişi aslı bataklık olan bir araziyi yıllarca el emeği göz nuru işliyor ve emeği neticesinde atıl olan bu toprağı işe yarar hale getiriyor... Ama Proudhon'a göre bu kişi bu emeğinin karşılığında bu topraktam pay sahibi olamıyor.! Oysa Marx'a göre emekçinin/işçinin yegane mülkü emeğidir. Hatta zanaat ve sanat sahibi insanların yegane varlıkları kendi emekleridir. Proudhon burada çizgiyi çok ileri bir noktaya götürerek emek kavramını dahi yok sayarak kimsenin emeği dahi olsa mülk edinemeyeceğini iddia etmektedir. Proudhon'un ifade ettiği böyle bir düzenin gerçekleştiğini düşünürsek: Birileri emek vererek çalışarak kendisine ve çevresine faydalı şeyler yapmaya çalışacak, bunun yanında bazı asalaklar hiç emek harcamadan gelip başkalarının metalarını alıp götürebilecektir. Bu da en başından karşı çıkılan derebeyi düzeninin farklı bir zorba çeşidi olmaktadır. Güçlünün mutlak manada zayıfı ezmesine sebebiyet verecektir. Hırsızlığın suç sayılmadığı bir toplumda düzenin varolabileceğini iddia eden bir insan muhtemelen mağarada yaşamış olmalıdır. Hayatında birkaç insan tanıyan birisi dahi hırsızlığın insanın en eski kötülüklerinden birisi olduğunu bilir. Proudhon'un kitabının girişinde bir alıntıya yer verdiği 12 levha kanununa göre dahi hırsızlığın cezası ölümdür. Kitap, anarşizmin temel eserlerinden birisidir. Mülk kavramına sınırdışı bir açıdan bakmaktadır. Proudhon, daha sonraları çok değişecek ve teorileri gelişecek bir felsefeyi ham şekilde ele almaya çalışmış, bu sebeple bazı noktalarda takılı kalmıştır. Konuyla ilgili okurlara keyifli okumalar dilerim.
Mülkiyet Nedir?
Mülkiyet Nedir?Pierre-Joseph Proudhon · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019463 okunma
··
479 görüntüleme
Oceania okurunun profil resmi
Aklıma çok eski zamanlardaki Amerika Kızılderilileri geldi.
Gökhan okurunun profil resmi
Onlarda mülkiyet yoktu evet. Budistlerde de mülkiyet kavramı yoktur. Sahip olma dürtüsünün öldürme isteğine sebep olduğunu iddia ederler.
Oceania okurunun profil resmi
Çünkü bencillik sahip olma lakin tek kişinin sahip olması... Ancak komün sistemde herkes elini taşının altına koyarsa herkes sahip olcak, herkes mutlu olacak, belki bir gün...
dostamisc okurunun profil resmi
Gökhan Bey çok güzel, doyurucu bir inceleme okudum sayenizde. Sağ olunuz, var olunuz. Evrensel olduğu gibi çağlar boyu devam edegelen mülkiyet uğruna, birey ve toplum üzerindeki, egemen güçlerin büyük balık-küçük balık etkisini görmekteyiz, yaşamaktayız. Ağa-maraba-köylü üçlemesine de yabancı değiliz üstelik. Bu bağlamda, toprak olduğu ve üzerinde de biz insanlar yaşadığımız sürece korkarım ki bu sarmal, bu açmaz acımasızca devam edecek, her ne kadar bundan şikayetçi olsak, buna karşı olsak da. Güzel incelemeniz için tekrar teşekkür ederim.
Gökhan okurunun profil resmi
Asıl ben yorumunuz için, değerli görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim hocam.
1 sonraki yanıtı göster
Adar Koç okurunun profil resmi
Gökhan Hocam valla sizin sayenizde not defterime çok şey ekledim. Ben size kısaca Jung diyorum. Emekleriniz icin çok sağolun. Kitaplar sizi hiç bırakmasın:)
Gökhan okurunun profil resmi
Saolun hocam, iyi niyetiniz için minnetdarım :)
Uğur Ö. okurunun profil resmi
Hocam kitap seçimleriniz ve incelemeler için büyük saygımı sunarım. Özenle seçilmiş, okunmuş ve incelenmiş güzide her biri.
Gökhan okurunun profil resmi
Teşekkürler sayın hocam.
Nesrin A. okurunun profil resmi
Çok güzel yazmışsınız, ilk paragraftaki sorular da öyle Gökhan Bey. Mülkiyeti toptan reddetmek bence insanın doğuştan gelen güdülerine ters. Konuşmayı öğrenen bir bebeğin ilk laflarından biri 'benim' oluyor. Sonra uzun bir süre paylaşmayı öğrenmeye çalışıyor. Dediğiniz gibi eşit olarak dağıtılsa herkese yetebilecek kaynaklar, bir yerde tıkanmaya uğruyor. Elinize sağlık, teşekkürler.
Gökhan okurunun profil resmi
Uzun sayılabilecek incelememi sabredip okuduğunuz için asıl ben teşekkür ederim :)
2 sonraki yanıtı göster
Emine okurunun profil resmi
Ortaçağın ana kavramlarına biri olan feodalite Batı ve Kuzey Avrupa dışındaki yerlerde ortaya çıkan benzer kurumlar için de söylenir fakat bu doğru değildir. Batı feodalizminde kral ile halk,lord ile vassal birbirlerine bir sözleşme ile bağlıdır. Avrupa 'nın anayasal hükümet anlayışı feodalizmin bu niteliğinden doğar. Avrupa' daki lord kralla karşılıklı hak ve ödevlere sahipken Asya'da her an yerinden atılabilecek bir devlet memuru statüsündedir. Bu kanun ve sözleşmelerle sağlanan güvenli ortam Avrupa'daki haydut ve korsanların da meslek değiştirip tüccar olmalarına vesile olmuştur.Önemli bir nokta bu tüccarların bu haydut ve korsanlarla aynı düşünceye, özgürlük anlayışına sahip olmasıdır. Asya ve Avrasya uygarlıklarının tüccarları toplumun üst tabakasına hizmet eden kişilerdi. Yukarıdan bir düzenlemeye alışmış korunmuşlardı. Avrupa'daki saldırgan acımasız çok çalışmak zorunda olan tüccarlardan farklıydılar. Kapitalizmin acımasızlığı ın bir kaynağı da bu olsa gerek. Yazınıza küçük bir eklenti yapayım dedim. Kitabı okumadım ama yazınızı beğendim.
Gökhan okurunun profil resmi
Ekleme için teşekkürler. Bence kesinlikle inceleme(ler) yazmalısınız :)
1 sonraki yanıtı göster
arifsahin okurunun profil resmi
Etkili bir inceleme, teşekkürler
Gökhan okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim hocam.
Begüm(şimdi düşünmeliyim) okurunun profil resmi
Modern toplum eşitlik, özgürlük, mülkiyet üzerine inşa edilmiştir. Ama zamanla bu kavramların içi boşaltılmış, kapitalizmle doldurulmuştur. Baktığımız zaman mülkiyet hakkı bugün dağda, taşta, sahillerde dahi doğabiliyor. Doğada bir arazinin etrafını çevreleyip “burası benim” demek delilik aslında. Dediğiniz gibi emek verip araziyi işlemiş olsa da, işlemeseydi o zaman da diyebiliriz. Sahilde bir bardak çay içmek için 20 lira vermenin mantığını anlamak mümkün değil. Mülkiyet hakkı bana emeği değil, bencilliği çağrıştırıyor. Ama modern hayatı başka şekilde inşa etmek mümkün mü derseniz, evet çok ütopik, buna da katılmak zorundayım. Belki üzerinde mülkiyet hakkı kurulabilecek eşyalar, işçinin emeğini zedelemeden sınırlandırılsaydı bir çözüm olabilirdi. Ne yazık ki bu da devletlerin işine gelmiyor. Üzerine çok düşündüğüm bir konudur. Keyifle okudum, ellerinize sağlık.
Gökhan okurunun profil resmi
Teşekkürler hocam. Sizin de elinize sağlık
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.