Aziz Nesin'in okuduğum 3. kitabı oldu. Daha önce okuduğum iki kitabı da kendi tabiri ile gülmece eserlerdi. Bu kitap ise, deneme türündeki yazılarından, konferans konuşmalarından, ödül törenlerindeki konuşmalarından ve gazete-dergi yazılarından oluşan bir eser. Kitabın son kısımlarında başka ülkelerin dillerine çevrilen kitaplarının önsözlerine yer verilmiş. Açıkçası bu önsöz kısmını biraz gereksiz buldum. Olmasaydı da olurdu. Ya da "Aziz Nesin'in Önsözleri" olarak başka bir kitap haline getirilebilirdi. Tabii bu benim şahsi fikrim.
Kitap farklı farklı konuların işlendiği deneme türündeki yazılardan oluştuğu için incelemeyi bir bütünlük içerisinde yapmak pek mümkün değil. Bu nedenle şimdiden uyarayım, biraz savruk bir inceleme olacak. Haydi başlayalım.
Kitabın önsözünde Aziz Nesin şöyle bir cümle kuruyor: "Ben herkesçe ve herkesin kendi alıcı anteninin gücüne göre, kolay anlaşılmak isteyen bir yazarım." Bu cümle Aziz Nesin'in ne amaçla yazdığını ve dilinin neden bu kadar edebilikten yoksun olduğunu anlamamıza yeter sanırım. Ayrıca kitabın içerisinde Aziz Nesin özeleştirilerine de çokça yer vermiş ve üstat birçok yerde kendisini acımasızca eleştirmekten kaçınmamış. Hatta bir yerde şöyle diyor: "Çalakalem yazdığımı söyleyenler haklıdırlar."
Aziz Nesin'in gülmece eserlerine yer vermediği bu kitabında birçok yerde "ölüm" konusu üzerine ciddi ciddi eğildiğini fark ettim. Gerçekten de birçok yazısının alt metninde ölüme dair ince cümleler bulmak mümkün.Benim de son zamanlarda sıkça üzerine düşündüğüm bir konu olduğu için cımbızla çekmem daha kolay oldu sanırım. Mesela ölümün, bir insanın ulaşabileceği en üst düzey, en yüce ve en ulu yer olduğunu düşünüyor yazarımız. İşte sen tam olarak oradasın sevgili Aziz Nesin.
Yine kitabın içerisinde sanata, sinemaya ve tiyatroya dair Aziz Nesin'in eleştirilerine çokça yer verdiğini görüyoruz. Ancak bu noktada Aziz Nesin'in kuru bir eleştirmen olarak eleştiri yapıp kenara çekilmediğini, yapıcı eleştirilerinin akabinde çözüm önerilerini de sunduğunu görüyoruz. Tam da şimdilerde ihtiyacımız olduğu gibi...
Kitabın en beğendiğim kısmı ise, Atatürkçülüğün heykel dikmek olmadığının, hatta heykel dikmenin Atatürkçülüğe taban tabana zıt bir davranış olduğunun, heykel dikmek için harcanacak paranın okul yapımına harcanmasının daha doğru olduğunun, ülkece ihtiyacımız olanın heykeller değil eğitim ve üretim olduğunun ifade edildiği kısımdı. Ne kadar da doğru bir eleştiri...
Yazımın geri kalan kısmında, geçen sefer yaptığım gibi yine başımdan geçen bir anı ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Bu sefer ise yakın zamanda başıma gelen şaşırtıcı bir olayı size anlatacağım. Ancak şimdiden ön yargılarınızı bir kenara bırakmanızı istiyorum sizden.
Bildiğiniz üzere, şu anki olağanüstü hal döneminde 695 ve 696 sayılı KHK'lar ile taşeron işçilere kadrolu işçi olma imkanı sağlandı. Fakat bunun için idari kurumlar elbette belli başlı sebepler arıyor. Bunlardan birisi de işçinin hüküm giymemiş olması... Geçen hafta ofisimize bir vatandaş geldi ve yayınlanan KHK'lardan sonra kendisinin kadrolu işçi yapılmadığını, buna sebep olarak da eskiden hüküm giymiş olmasının gösterildiğini söyledi. Haline üzüldüm tabii. Sonra hangi suçtan dolayı hüküm giydiğini sorduğumda, eski Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin vermiş olduğu bir karar sonucu hüküm giydiğini söyledi. Mahkemenin ismini duyunca şüphelendim ve sebebini tekrar sordum. Çünkü DGM'ler klasik mahkemeler gibi işlemiyordu. Soruma vatandaşın verdiği cevap manidardı. Sivas olaylarından dolayı hüküm giydiğini, aslında suçsuz olduğunu; fakat yoldan geçerken onu da aldıklarını ifade etti... Bu esnada gözüm gayriihtiyari çantama gitti. Çünkü çantamın içerisinde okuduğum bir Aziz Nesin kitabı bulunuyordu. Acaba çantamda Aziz Nesin kitabı olduğunu bilseydi dilekçesini yazdırmak için bana gelir miydi, hiç sanmıyorum. Hatta arkasına bakmadan çıkıp gideceğine de eminim. Neyse, konuyu derinleştirmeden vatandaşın isteğini yerine getirerek dilekçesini yazdım ve gönderdim. Sonuçta bizim işimiz bu.
Peki bu anıyı neden anlattım? Şimdi eminim içinizde birçok kişi o dilekçeyi neden yazdığımı sorgulayacak ve dilekçeyi yazmadan adamı kovmamın daha doğru bir davranış olduğunu söyleyecek. Ancak ben sizin gibi düşünmüyorum. Hatta Aziz Nesin'in de bunu isteyeceğine pek emin değilim. Çünkü o her zaman doğru bildiğini savunmuş ve asla yanlışa yanlışla karşılık vermemiş bir adam...
Netice itibarıyla Aziz Nesin'i gülmece eserlerinin dışında da tanımak isteyen benim gibi okurların kesinlikle okuması gereken bir eser.