Yaşar Kemal'e güzellemeler yapmaya doyamıyorum. Adım adım dolaşsam peşinden; Anadolu'yu geçsek bir uçtan bir uca, kaçakçıların peşine düştüğümüz gibi dağların en sarp yerlerine tırmansak, konuşsak. En çok da konuşsak işte. O anlatsa ben dinlesem. Uzaya bile gidilen bir çağda yazma bilmeyen kalmaması gerektiğini anlatsa mesela. Dese ki;
"Bir yanımız almış başını uzaya gitmiş. Bir yanımız yerlerde sürünüyor. Bu ayrım insanlığın en büyük derdi, en utanç verici yönü." (sy. 18) Sonra bir de umudunu konuştursa, her zamanki gibi; "Bir soru daha geliyor akla. Ya savaş? İnsanlar bundan sonra da savaşacaklar, birbirlerini öldürecekler mi? Yok işte, bu olmayacak. Bundan sonra insanlar kör olmayacak. Milletler, büyük insan toplulukları, uzaya gitmenin ne demek olduğunu azıcık içinde duyan,bilen insanlar buna izin vermeyecekler." (sy. 19) Ben de aradan geçen 57 senede her şeyin daha da kötüye doğru gittiğini anlatsam ona. Artık insanların ölmesinin bile hiçbir değeri kalmadığını anlatsam yani. Sonra bana inanmazdı muhtemelen, yahut dinlemek istemezdi. Derdi ki gel ben sana bir masal anlatayım, sen de düşünme bunları böyle. Masal Diyip de Geçme der başlardı masalları güzellemeye, La Fontaine hakkında güzel şeyler söylemeye. Ben de bir süredir onu okuyorum zaten diye biraz böbürlenirdim belki. O zaman da dönerdik gerçek dünyaya.
"Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar. Allah beterin beterinden saklasın derler, bir de düşünenleri, gelin şuna düşünenleri demeyelim, düşünmeye çabalayanları hep öldürmüşler." (sy. 25) Sonra da Japonya'daki bir filmden ve sansürden bahsederdi. Diyemezdin uzaydan başladık da masallardan romanlardan filmlere geldik diye. Daha neler neler anlatacak sana; Mustafa Kemal'den bahsedecek sana. O ortaya çıkınca durum umutsuzdu belki ama vazgeçmedi değil mi? diyecek, sakın vazgeçme diyecek. Kendi kitaplarında da böyle umudun öyküsünü yazdığını söylemeyecek ama sen anlayacaksın onu. Onun sözlerini duydukça romanlarını daha iyi anlayacaksın.
Romanlarını nasıl yazdığından kısaca bahsedecek ama; "Şu adamın evini, şu adamların köyünü anlatamam. Bıktım usandım, yüreğim götürmüyor anlatmayı. Varın siz göz önüne getirin diyeceğim ama mümkünü yok getiremezsiniz. Niçin yazdım bunu? İşte ben bunun romanını yazacağım. Bu benim yazar olarak,vatandaş olarak borcum. Sanırım bunu roman yapmamın önüne geçmek istemezler. Geçemezler de. Milletin gönlü onlarla değil, benimle. Akıl benimle." (sy.50)
Daha neler neler anlatacak. Aklınla bildiğin, kalpten inandığın ama dile getiremediğin nice güzelliklerden bahsedecek. Lafı fazla uzatıp aklınızı bulandırmak istemiyorum ama daha bu kitap hakkında; Yaşar Kemal hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Ara ara yeniden yeniden ve yeniden değineceğim mutlaka. Ama siz siz olun benliğiniz, ruhunuz ve aklınız için doğru olacak olanı yapıp katın bu kitabı heybenize muhakkak. Kampa gelecek olanlar birazcık sabretsinler almak için :))
Son kez; sevgiden söz açmak isteyecek sana, sevinçten ve iyi şeylerden bahsetmek isteyecek. Delice, çılgınca, içi taşa taşa bahsetmek istiyorum diyecek bu sevinçten. Sevinçli bir adam olduğunu da söyleyecek sana. (sy. 43) ama dünya çok karanlık diye de bunu görmemezlikten gelemem diyecek. "Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyen okumaz." (sy. 45)