Ahmet Erhan yine bir ben.
"Ve şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık bize artık yeter de artar bile"
Yazmadığım ne bıraktım Ahmet Erhan'a dair bilmiyorum ama ben yine yazarım onu sayfalarca hele bir de zamanlardan geceyse.
Ahmet Erhan'a iki özür borcum var. Senelerdir bıkmadan usanmadan dinlediğim oğul şarkısı ve de Gülşiir'in şarkısını Teoman olarak benimseyip geçmişim. Biraz araştırmacı ruhum olsaydı Ahmet Erhan'la seneler önce tanışır ona bu kadar geç kalmamış olurdum. Onu tanımadan sevmişim demek. Sözler bir oğul’un anneye sözleriydi ki ben bir oğul bile değildim ama en çok dinlediğim şarkısıydı. Kan çekiyor dedikleri böyle bir şey sanırım.
Bu kez farklı bir tarz kullanmış şiirlerde. Bir adam sevdaya kapılmıştı ve bu sevda kalpleri her şiirde bin parçaya bölebilme gücüne sahip olan, aşkla dağlayıp inim inim inletip en derin ücralara acılar salan bir sevdaydı.
Ahmet Erhan'ın sevdasıydı bu.
Yüzü suya dönüşen kadınına olan sevdası. Yaşama ilişkin umutlar arayan bir sevda. Yitik bir ülkeyi korur gibi seven bir adam ve bir deniz kızı vardı.
‘’Ve şimdi gece, soluğumu verdim içime’’
Şairin kalbini seyretmeye koyuldum. Sanki zifiri karanlıkta bir deniz kenarı gibiydi. Dalgaların taşlara vuruşundaki fısıltıları duyuluyordu sadece ayaz bir havada. Uzandım o yürekteki acının ateşini almak istedim. Yakmıştı ellerimi ve küllenmiyordu yalnız bir adamın umutsuz aşkı. Sevda buydu işte tıpkı Gülşiir'de anlattığı gibiydi.
Ve Gülşiir,
Gülsün şiir, gülüm şiir
Adına gül demişti oysa, oysa şiir hiç gülmemişti. Güldürmeyip ağlatan şiirdi. Aklımın almadığı bir yerlerde var olmayan birileri olmasa bile varmış gibi hissettirdi. Hem seviyor hem nefret ediyordum işte. Benim yıllardır yaşadığım duyguydu bu. Sanırım Ahmet Erhan'ı çekici kılan işte bu dizelerdi. Dünyanın ölümünü görüyordum şiirin dizelerinde. Karanlık bir bozkırda ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızdık ve bu yalnızlık yetiyor artıyordu bile. Acı çekiyorduk. Yaşımız acıların yaşıydı. Acı neydi; bir beşikle, bir darağacının aynı ağaçtan yapılması değil miydi acı? Bir yaşamın doğuşu ve bir zoraki ölüm. Acı her yeri sarmıştı. Her aşktan böyle bir şiir kalır mıydı hepimize? Çarpar mıydı soluğumuz bir aşkın yıkık duvarlarına, eser miydi rüzgar sevdanın hüznünü dağıtmak istercesine.
Ve Bir Baba İçin
Ben baba acısı bilmem ama babamın acısını bilirim. Taşırım hüznünü. Her baba deyişimde gariplenirdi. Evet konuşurduk babamla iki bilge gibi. Karşılıklı bakışarak. Bazı şeyleri kavrayamasam da dinlerdim.
Nedir baba demek, eksiği nasıl bu kadar hissedilir diye sordum.
Erkekler aslında çok güçsüzdür kızım. Bir erkek için baba güç demektir. Gücü ve kendine güveni sembolize eder. Tek güçlerini arkalarında dağ gibi hissettikleri babalarından alırlar. Babalarına güvendikleri için güçlü hissederler kendilerini demişti. Tıpkı Ahmet Erhan'ın dediği gibiydi işte
"Tökezlersem kaldır beni baba."
Ve günden sonra babasız çocuklara baba olmak isterim. İmkansız olsa da.
Son Olarak Oğul.
Dünya sandığım bahçenin ayrık otları ve dikenlere büründüğünü gösteren şiir.
Yine abarttım değil mi? Siz okumayın Ahmet Erhan şiirine özel bir ruh vermek gerek. Veremeyen bilemez.
Şiirin erbabıdır Dua. Şiir kitaplarına, aralardan çektiği dizelerle hayat verir. Bu fukara şirin yabanisidir oysa. Ama öyle bir üslupla yazar ki Dua, taşın bile kalbinin olduğuna inandırır okuru.
Bir de öykülerin hakkını verir.
Fukara takiptedir.
Hangi kitabinda bilmiyorum ama Bulusma siiri hep cok dokunmustur bana. Kendime benzettigimden degil birinin boyle cumlelerle ifadesini bulacak bir halde olabilecegi dusuncesi etkiler hep beni. Siirin sonundan bir alinti:
Hızla yaşadım genç ölmedim
Bir koşuymuş yaşam geç anladım
Otuzu geçiyorken saate baktım
Ben yanlız bir adamım tırnaklarım uzamaz
Beni kimseler sevmez...