Çok gecikmiş bi' inceleme, bi' seslendirmeye girişiyorum. Cesaretimi sürtünen, bana sinen karakterlerden, yazınını giderek sevdiğim, öğrendiğim, öğrendikçe tutkusal bi' yakınlık, korkunç bi' samimiyet duyduğum yazardan, Romain Gary'den alıyorum.
Onca Yoksulluk Varken, Romain Gary'nin Emile Ajar takma ismiyle yayımlattığı kitaplarından biri. Bu kitabı yaklaşık iki sene önce okumuştum, çok tesadüfi bi' buluşmamız olmuştu, o anı asla unutamam. Çünkü çok beklenmedik şeyler yaşamıştım okurken. Elimdeki versiyonu 1980, Can Yayınları basımı olan bu kitap neredeyse her sayfası kopuk, sararmış; fiziken geçmişin nostaljisinde ama okuyunca hiç de öyle olmadığını anlıyor insan.
Onca Yoksulluk Varken'de Momo adlı bi' çocuğun dünyasında, bakışını "yaşatılan"la değil "yaşadığı"yla aktaran, içi sorularla, fikirlerle dolu büyümüş de küçülmüş bi' çocuğun dünyasına iniyoruz. Büyümüş de küçülmüş deyimi, kendine has ince bi' ukalalık taşıyor, inanın Momo hiç öyle değil. Hiç. Yoksulluk içinde yaşamaya çalışan değil yaşayan bi'ri o, çok sevgili bi' insan. Deneysel davranışları, düşünceleri Madam Rosa'yla, Mösyö Hamil'le hareket halinde, döneniyor. O görmüş geçirmişçesine fikirlerini, duyduğundan söylemiyor Momo, hissettiği anda-derince bize aktarıyor. Ve bizi sarıyor. Momosal dünya küçük bakışlı ama derin görüşlü. Bi' çocuk ne yaşar da dünya kadar şeyi hisseder?
Bazı kitapların çok ilginç bi' şekilde kolları ve gözleri vardır ve o gözler okurken size baktığında hissedersiniz. Kitaba ara verdiğinizde kendi rutininizdeyken hissettiğiniz, o etki, bir şeylerin sizi sarmasıyla(kolların) farkına varırsınız. Bu da değişik bi' bağ yaratır. Onca Yoksulluk Varken'in bakışları beni çok rahatsız ettiği için kısa sürede bitirmiştim. Ama, o kollardan hiçbir zaman kurtulamadım. Sevgi kuşkusuz derin duygu ama belirli bi' damgası var, ben bu kitaba sevgi duyamayacak kadar bağlıyım, belirsizliğin, sorgunun, samimiyetin en özel halini yaşamıştım. Tabii bunun ardından Romain Gary'i tanıdım.
Buket Uzuner'in yazdığı "Balık İzlerinin Sesi" yaşamış etkileyici bazı insanların hayatlarını birer karakter olarak, yarı gerçek yarı kurgu halinde ele almış bi' kitap. Ordan Uzuner'in aklımda kalan bi' sözü var; Romain Gary "mış gibi" ustasıdır, diyordu. Bu cümle aslında okuduğum her Gary kitabında bana kendini hissettiriyor; ancak "mış gibi"yi iyi bilen bi' insan böylesine samimi olabilir! "Mış gibi" herkesin yaşamak noktasında bazen kendi ayaklarıyla yürüdüğü, bazen itildiği bazen teselli bulduğu çokyüzlü bi' dünya. Onca Yoksulluk Varken'in sarıcılığı "mış gibi"sizliğinden geliyor. Her şeyiyle, her fikriyle, kıyıdaki içsesi, sayfalarca diyaloğu, tokatları ve köpek gözlü ölümleriyle o kadar gerçek ki! Sıklıkla sapıyorum, çünkü Gary beni çıkmazlarımdan biri.
Onca Yoksulluk Varken, fakirlikten dem vurmuyor, aksine yokluğun en "var" halini marjinal bi' ruhtan, Momo'dan, anlatıyor. Hüznü kitabın yuvası yapmıyor, çeşitli olayları yansıtarak pek çok duygu kırılması yaşatıyor okura. Hayaller içinde geçmiyor aksine, çok gerçek, yaşanan evlerin içinden bakıyor. Kurguda yukarıdan bakış yok, kurguda yukarısı yok. Kurgu sizin yanınıza oturuyor, sonra karakterler, olaylar yavaşça size sarılıyor.
Elbette tüm bu kurgusal yakınlaşma dille tamamlanıyor. Gary benim tanıdığım en samimi yazar. Okumuş olduğum ve diğer kitaplarıyla da farkına vardığım kadarıyla iç-gören kalemi öylesine sivri, kendine has ki...
Hava sıcak, ama bu kitap daha sıcak! Yakıcı olmayan, özlemli dost bi' sıcaklıkta.
Tavsiyemdir, üşüdüğünüzde Onca Yoksulluk Varken'i okuyun.
"— Yahudi barınağım orası, Momo.
— Eh peki, iyi öyleyse.
— Anlıyor musun?
— Hayır, ama yok zararı, alışığım.
— Korktuğum zaman gider oraya gizlenirim.
— Neden korktuğunuz zaman Madam Rosa?
— Korkmak için insanın bir nedeni olması gerekmez Momo.
Hiç unutmadım bunu, bugüne dek duyduğum en doğru şeydir çünkü." (sy.47)