Bakışın kendini görmesi, gören bedenin de onlara dahil olduğu şeyler üzerinden gerçekleşir. Şöyle de söyleyebiliriz: Beden, gördüğü şeyde kendi görünürlüğünün farkına varır. Onun şeylerle akrabalığını kuran da, kendinde taşıdığı bu görünürlüktür zaten. Yine bu sayededir ki bakış ile şeyler arasında önceden kurulmuş bir uyum vardır. Bakış, bu uyumun mirasçısıdır bir bakıma. Bu söylenenlerden, gören ile görülen arasında bir özdeşlik olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Nasıl dokunan elime dokunamıyorsam ve yine nasıl görünür ile dokunulur arasında bir çakışmazlık varsa, gören ile görülen de, aralarındaki karşılıklılık ve geçişimliliğe rağmen, fark ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Şeylerin kendilerini görürken, aynı zamanda onlardan uzaktayızdır. Şeylerle aramızdaki bu mesafeyi oluşturan da, tenin kalınlığıdır. Fakat bu uzaklık ve yakınlık,
Merleau-Ponty'ye göre, birbirlerinin karşıtı olmaktan çok, eşanlamlıdırlar. Gören ile görülen şeyi birbirine bağlayan ten, hem şeyin görünürlüğünü hem görenin bedenselliğini kurandır. Dolayısıyla ten, beden ile dünya arasında bir engel değil, ikisinin birbiriyle iletişimini olanaklı kılandır.