Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

398 syf.
10/10 puan verdi
Ah Ahıska Ahh! :(
Bir yıldan fazla zaman geçti. Bir dostum, “hocam, şöyle bir roman var, senin yazdığın ve ilgini çeken tarzda. Tavsiye ederim.” demişti. Elbette çok fazla kitap tavsiyesi alıyoruz ve hepsini okuma imkânımız olmuyor. Ancak sevdiğim biriydi ve o güne dek ne adını ne yazarını duyduğum bu romanı bir kenara not ettim. Bütün o zaman zarfında hep aklımın bir köşesindeydi lakin okumak şimdi kısmet oldu. Fırat Sunel’in Salkım Söğütlerin Gölgesinde adlı romanında bahsediyorum. Evet, az önce bitti ve ben çok beğendiğim bu romanı sindirmeye çalışıyorum. Bir gözyaşı molasının ardından ise bu satırları yazıyorum. Roman, Kasım 1944 Ahıska Türkleri sürgününden bahsediyor. Aslında ilk 300 sayfasında Ahıska’yı anlatıyor. Oradaki insanları… Ahıskalı Türk, Gürcü, Ermeni, Azerbaycanlı Türk, Rum, Oset, Çerkes, Çeçen, Karaçaylı hatta Rus… Kafkas halklarının bir arada yaşadığı o coğrafyayı anlatıyor. Sovyetler Birliği zamanıdır ve elbette acı yıllardır, karanlık yıllardır. Korkunun ve diktatörlüğün hüküm sürdüğü yıllardır. Dünya tarihinin en büyük katili Stalin’in insanları inim inim inlettiği yıllardır. Dahası II. Dünya Savaşı yıllarıdır. Erkekeler cephededir. Buna rağmen insan olanlar, insanca ve barış içinde yaşamaya devam etmektedirler o coğrafyada. Tabii bir de sayıca az olsalar bile hakim durumda olan insan olmayanlar vardır! Fi tarihte Kazakistan’ın Almatı şehrine gitmiştim. Orada bir restorana girdik. Restoran sahibi ile tanıştık. Ben onu Türkiye’den oraya gitmiş bir iş adamı zannettim. Çünkü bizim gibi konuşuyordu, hatta Karadeniz ağzıyla konuşuyordu. Tipi de bizim gibiydi. Açık tenli, kumral, ela gözlü… Kazakistan Türklerinden değildi yani. Ancak bana “Kazakistanlı olduğunu” söyledi ve ardından “Ahıska Türküyüm” diye de ekledi. Ahıska Türkleri… Benim gibi Türk tarihi ve coğrafyasına meraklı bir adam için bile içi dolu bir kavram değildi. Adlarını ilk defa Samsun’daki bir sokaktan duymuştum. Volga Türkleri Sokak ve yanında Ahıska Türkleri Sokağı… Gürcistan’da olduğunu biliyordum Ahıska’nın ve bir de Kırım Türkleri ve Karaçay/Malkar halkları gibi onların da 1944’te Stalin şerefsizi tarafından yurtlarından sürüldüğünü biliyordum. Gelgelelim bu roman bittiğinde Ahıskalılar hakkında çok şey öğrenmiş, dahası o acıyı yüreğimin en dibinde bile hissetmiş oldum. Roman tekniği bakımından hayli başarılı bir eser. Üstelik demogoji yapmadan, insanlığı ve evrenselliği elden bırakmadan, adilane bir anlatım yapmış yazar. Zaman zaman Cengiz Dağcı okuyormuşum gibi hissettim. Evet, burada mazlum olan taraf Türklerdi ancak yazar hiçbir milleti suçlamadan, karalamadan, Stalin ve Beria gibi zalimlerin ve totaliter SSCB zihniyetinin günahlarını sıralamış eser boyunca. Vitali Aramyan karakteri üzerinden Bolşevik ihtilalin muhasebesini yapmış ki, Aytmatov’un Gülsarı’sındaki Tanabay karakterine benziyor. Türklerle Gürcü komşuları arasındaki kardeşlik hukukunu yetişkin Ahmet Ağa ve Şota ile onların çocukları Mişa ile Mehmet; Nika ile Ömer ve ağabeyleri İbrahim ile Otar üzerinden gayet iyi bir şekilde vermiş. Roman çok iyi planlanmış, olay örgüsü iyi kurgulanmış bir halde. Yazarın dili akıcı ve Türkçesi duru. Konuya fzlasıyla hakim. Yüreğinin derinlerinde hissediyor o insanları. Dünyaya bakışı ise kuru bir milliyetçilikle değil insani pencerede. Sürgün öncesi bölgenin hayatı çok başarılı bir şekilde verilmiş. Karakterler derli toplu ve gerçekçi. Sürgün sahneleri ise elbette gerçekçi ve yürek dağlayıcı cinsten… Bazı kitapları bitirdiğinizde, siz de ruhen bitmiş oluyorsunuz. Etkisinden sıyrılmak kolay olmuyor. Kitaptaki o harfler uçuşup havaya karışıyor ve sonra birleşip, bir kılıç darbesi gibi sizin kalbinize batıyorlar. Yazarın sözcüklerle anlattığı şeyleri, siz sanki bir film seyretmiş hatta o hadiselere bizzat şahit olmuş gibi hissediyorsunuz. Bu roman da benim için onlardan birisi oldu. Daha önce Halimat Bayramuk’un
İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç
İki Kasım Bin Dokuz Yüz Kırk Üç
adlı romanını okumuştum, benzer bir durumu anlatıyordu. Yine mesela Refik Özdek’in
Ocağımız Sönmesin
Ocağımız Sönmesin
Balkanlar üzerinden bir Türk göçünü anlatıyordu. Cengiz Dağcı demek İkinci Dünya Savaşı ve Kırım sürgünü demek zaten. Bu arada, olur da, “İyi ama onlar da bir şey yapmışlardır. Durup dururken kimse, kimseyi sürgüne yollamaz” diyen olursa ağır söverim! Durup dururken kimse kimseyi hapse atmaz, kimse kimseyi işinden atmaz, kimse kimseyi idam ettirmez… Bunlar hukukun olduğu ülkelerde, normal insanlar için geçerli şeyler. Eğer ülkenin başında ruh hastası bir diktatör varsa durup dururken beşikteki bebeden, 90 yaşındaki nineye kadar insanlar ölüme gönderilir. İnsanlar hapislere atılır. Stalin’in Kırım ve Kafkas sürgünlerindeki gerekçesi savaş yıllarında buranın halklarının Nemçugalılar dedikleri Almanlarla işbirliği yaptığı iddiasıydı. Tabii bu durum külliyen yalandı. Kırım’da belki azınlık bir kesim işgal döneminde Alman tarafına katılmıştı ancak Partizan saflarında da çok insan vardı. Onu ayrıca tartışırım lakin Karaçay hele de Ahıska bölgesi işgale uğramamış yerlerdi. Hiç Alman gelmedi oralara. Üstelik sürgün sırasında 16-17 yaşından 40'lı yaşlarına kadar olan bütün erkekler cephede Sovyet Ordusu için savaşıyordu. Yani onlar savaşırken anaları, babaları, bebeleri, eşleri, çocukları, dedeleri hayvan vagonlarına konulup ölüm yollarına atılıyordu. Zaten çoğu ölen o askerlerin geri dönenleri boş köylere gelmişler ve akabinde Kazakistan, Özbekistan hattına sürülmüşlerdir. Yani sürgünün haksız bir gerekçesi bile olamazdı! Demem o ki, yüreğimi tuz buz etmiş bir romanı yorumladım bu yazıyla... Ah Ahıska Ahh!
Salkım Söğütlerin Gölgesinde
Salkım Söğütlerin GölgesindeFırat Sunel · Profil Yayıncılık · 2021144 okunma
··
284 görüntüleme
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Eline, yüreğine sağlık hocam. İncelemeni okurken 2 Kasım 1943 geldi aklıma, sonra yazının devamını okuyunca gördüm ki bahsetmişsin zaten. Ben bu kitabı okurken merak edip araştırmıştım Fırat Sunel'in Ahıska Türkleri ile bağlantısını. Malum Halimat Bayramuk sürgünü bizzat yasamıştır ve 2 Kasım 1943 de o sebeple cok etkileyici anlatır sürgünü. Fırat Bey ise Tiflis Büyükelçiliği yaptığı sırada orada edindiği bilgi ve tecrübeler neticesinde yazmış bu romanı. Siz de çok etkileyici anlatmışsınız. Teşekkür ederim.
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim hocam. Hatta rahmetli Halimat Bayramuk romanın sunuşunda "anlatmam gereken şeyler için edebiyat önceliğimi bir kenara koyuyorum, amacım sanat eseri oluşturmak değil bu sürgünü anlatmak" minvalinde bir şeyler yazmıştı. Fırat Bey burada hem edebiyat yapmış hem de anlatmış, kutlamak lazım kendisini. Arkadaşımın tespiti doğruymuş çünkü benim de Kırım, Bosna, Deliorman gibi mekanlarda anlattığım toplum öykülerine benzer bir şey anlatmış yazar ve üstelik üslubu da gayet başarılı. Takdire şayan bir yönü ise kendisi Ahıskalı olmamasına rağmen dediğiniz üzere Tiflis yıllarında bunları dert edinmiş olması. Muhtemel ki gitti oralara ve o sebeple bu kadar gerçekçi anlatmış. Gittiği yerlerde kös kös oturan, bankamatik diplomatlara da ders olsun Fırat Bey.
2 sonraki yanıtı göster
Nilüfer okurunun profil resmi
Elinize sağlık Mehmet Bey. Incelemeniz merak uyandırıyor. Sayenizde bu konulara ilgi duymaya başladım. Sanırım düzgün bir liste yapıp okumalıyım. Bir ara tavsiyelerinizi alırım. Selâmlar...
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Cengiz Dağcı'ları şiddetle tavsiye ederim. Bunu da liste başlarına ekleyiverin bence.
2 sonraki yanıtı göster
RT okurunun profil resmi
Ben de Ahıska Türklerinin vatanlarından sürülüşünü merak ediyordum. Sayenizde okuma listeme güzel bir kitap ekleyeceğim için mutluyum. İncelemenizdeki detaylar ilginç, kitap hakkında merak uyandırıyor. Kaleminize sağlık. 😊
Mehmet Y. okurunun profil resmi
Hocam çok beğeneceğinizden eminim. Çünkü ben beğendim :)
Mir'at-ı Cünun okurunun profil resmi
Bu kitabı okumayı düşünüyorum bir arkadaş önermişti
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.