Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

250 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
13 günde okudu
Dikkat! Aşırı uzunluk içerir!
Öncelikle bir konuda herkesle anlaşalım. Bu soruların incelemesini 15 güne yakın bir sürede anca yazdım. Sonu nerede bu yazının, diyerek kontrol edilmeden önce, bu sitedeki en uzun inceleme bu olmuştur, diyebilirim. Kimseden bu Evren incelemesini komple okumasını beklemiyorum. Bu incelemenin %10'una sahip incelemeler bile genelde burada uzun olarak kabul ediliyor. Ama bu cidden uzun. O yüzden tek ricam, soru başlıklarını okumanız. Genelde 3 kelimeden oluşan soru cümleleri var. Eğer soru ilginizi çekerse altındaki cevabı okuyabilirsiniz. Bu inceleme kitabın bir özeti niteliğinde değil. Bazı sorularda verilecek bilgi sınırlı. Örneğin; Venüs bir cehennem gibidir. Yani Venüs hakkında söylenebilecekler benzerdir. Sıcaklığı, diğerlerine göre farkları vesaire. Farklı materyallerde de bilgiler bu şekildedir. Ama bu tarz sorularda bile bir kopyala-yapıştır durumu mevcut değil. Hepsi kendi cümlelerim. Astronomi, bende en fazla hayranlık uyandıran konulardan biridir. Diğer uzun cevaplı sorularda ise bazen tamamen kitapla alakasız olarak, farklı materyal ve bilgilerden gelen cevaplar verdim. Örneğin; 41. soruya verilen cevabı kitaptan çok daha geniş ele aldım. Kitapta bu sorunun sahip olduğu sayfa sayısı, benim incelemede verdiğim cevabın kaplayacağı sayfa sayısından daha azdır. Bu kitabın yetersizliğinden kaynaklı değil, kişisel tercihimdir. Olayı daha başından anlatmaya başladım diyebilirim. Kitap çok güzel bu arada. Ama 2011 çıkışlı ve astronomi çok hızlı gelişen bir dal. Bu kitap yazıldığında, Evren'de tahmini galaksi sayısı 100-125 milyar tahminleri arasındaydı. Ama sayı 2 trilyona çıktı. Ya da bu kitap yazıldığında en fazla uyduya sahip gezegen Jüpiter'di. Ama son keşiflerle beraber şu an en fazla uyduya sahip gezegen Satürn. Ben elimden geldiğince bu haberleri takip ettiğimden, değiştiğini bildiklerimi incelemeye yansıttım. Bu arada bazı soruların altında genelde aynı seriden konuyla ilgili belgesel tavsiyeleri verdim. Tek bir sorunun cevabını bile okusanız dâhi, şimdiden teşekkür ederim. İyi yolculuklar! 1- Evren nedir? Geçmişte olmuş, şimdi var olan ve gelecekte olacak her şeyi kapsayan, madde ve enerji bütünüdür. 13.8 milyar yaşındadır. Bir başı, sonu, merkezi ya da kenarı yoktur. 92 milyar ışık yılı genişliğindedir ve gittikçe hızlanarak genişlemeye devam eder. 13.8 milyar yıllık bir tarihe başlamadan önce Evren'in ilk saniyesini içeren bu belgeseli izlemekte yarar var. İlk saniye derken ölçülebilen en kısa zaman aralığı olan Planck Zamanı ile inceleniyor. Higgs Bozonu, antimadde, çoklu evren gibi konulara da değiniliyor: youtu.be/rvJXC4I9XXk 2- Uzay nedir? Gökcisimlerinin atmosferlerinin ötesindeki bölge 'uzay' olarak kabul edilir. Her gezegenin atmosfer seviyesi farklılık gösterdiğinden geneli kapsayan bir sınır belirlemek imkansızdır. Gezegenimizde bulunan sınır ise Theodore von Kármán tarafından belirlenmiştir. Kármán hattı diye bilinir. Tam olarak şu noktada başlar ve biter diye belirlenen net bir sınır olmasa bile, deniz seviyesinden aşağı yukarı 100 km yüksekte bulunan hayali bir sınırdır. Bu kitapta da bahsi geçen, Carl Sagan'ın verdiği meşhur örneğe göre, arabanızı yere dik bir konuma getirip havada 100 km hızla ilerleyebilirseniz, bir saat gibi bir sürede uzaya çıkmış olursunuz. Bu kitabın yazılmasından aşağı yukarı bir yıl sonra Felix Baumgartner adındaki eski bir paraşütçü, dünyaca ünlü bir içecek firmasının sponsorluğunda ve özel bir helyum balonun içinde tam 39 km yükseğe çıkarak kendini aşağı bıraktı. Saatte 1342 km hıza ulaşarak ses hızını aştı ve bir insanın ulaşabildiği en yüksek hız rekorunu kırdı. Bu olay medyada bile "uzaydan atlayan adam" olarak servis edilse bile, atladığı yükseklik Kármán hattının yarısına bile tekabül etmediğinden, uzaydan atlayan herhangi bir insan hâlâ bulunmuyor. Kármán hattını, fotoğrafta görünen mavi ve siyah renkli bölgelerin karıştığı yer olarak kabul edebiliriz: i.hizliresim.com/anQBWO.jpg İzlememiş olanlar için Felix'in atlayışını da bırakayım buraya: youtu.be/6Wm45Vs7mcw 3- Uzay ne kadar boştur? Uzayın baz aldığımız bölümüne göre değişir. Metreküp başına düşen atom sayısına göre hesaplanır. Çok az miktarda bulunduğundan dolayı kilometreküp başına göre hesaplanan toz parçacıkları da bulunur. Güneş Sistemi'miz içindeki boşluk metreküp başına 5 ila 100 milyon atom arasında değişir. Galaksiler arası ise kıyaslanamayacak şekilde daha boştur. Bize en yakın galaksi olan Andromeda Galaksisi ile içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi arasında bulunan mesafede metreküp başına ancak 1 atom bulunur. Kitapta bu soru başlığı altında değinilmeyip ayrı bir soru başlığı altında anlatılan, gözlemlenemeyen ama varlıkları ve etkileri bilinen karanlık madde ve karanlık enerji konusu da var. Gözlemlenebilen maddeler evrenin ancak %4-5'ini kapsar. Gözlemlenemeyen karanlık maddenin oranının ise %20 civarı olduğu düşünülüyor. Geriye kalan evren ise karanlık enerjiden oluşuyor. Yani aslında bir yokluk ve boşluk var denilemez. Ama bu soru başlığında baz alınan uzay boşluğu tamamen gözlemlenebilen maddeler üzerindendir. 4- Bulutsu nedir? Evrende bulunan gazlar ve tozlar belli bir düzen olmaksızın evrene dağılmıştır. Ama bazen belli bir noktada toplanmaya başlarlar. Belli bir nokta dediysem genellikle bu nokta birkaç ışık yılı genişliğinde oluyor. Evrenin genişliğini baz aldığımızda küçük bir alanı kaplasa bile insanlık açısından korkunç bir mesafe. Yayıldığı alanı katedebilmek için saniyede (saatte demiyorum dikkat ederseniz) 300.000 km hızla (yani ışık hızıyla) giden bir araçta birkaç yıl gidilmesi gerek. İşte bu çeşitli yerler ve şekillerde toplanan gaz ve toz bulutlarına bulutsu ya da daha sık görebileceğiniz Latince adıyla Nebula deniyor. Bu gazların %70'ini hidrojen, %28'ini helyum ve %2'sini diğer elementler oluşturur. Adeta görsel bir şölen sunan nebulalar, yıldızların ölümüyle ortaya çıkabileceği gibi aynı zamanda tüm yıldızların da doğum yerleridir. Bir yıldız olan Güneş'imiz ve buna bağlı olarak güneş sistemimizin oluşumu ve geçmişi hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilmek adına nebulalar hakkında bilgiler edinmek oldukça önemlidir. İnsanlar ve diğer canlılar, üstünde yaşadığımız gezegen ve içinde bulunduğumuz güneş sisteminde ne varsa bir zamanlar gaz ve tozlardan meydana gelmiş bir nebulaydı. Hatta evrenin kendisi bile Bing Bang sonrası ilk başlarda bir gaz ve toz bulutuydu, yani bir devasa bir nebulaydı diyebiliriz. Güneş' büyüklüğünde 30 yıldız daha yaratabilecek kadar büyük olan Atbaşı nebulası ve diğer nebulaları da görebileceğiniz oldukça güzel, nebula odaklı bir evren belgeseli: youtu.be/rVdqxaz88Uc 5- Güneş nedir? 1859 yılında spektroskopun icadı sayesinde öğrendiğimiz gibi aslında gezegenimize en yakın yıldızdır. Yakın dediysem dünya genelinde ya da günlük hayatta kullandığımız bir yakınlık değil tabii ki. Yukarıda da bahsettiğim ışık hızı yakınlığıdır. Dünya ve Güneş arasındaki mesafe aşağı yukarı 150 milyon km'dir. Güneş'in yaydığı ışınlar, saniyede 300.000 km hızla ilerleyerek, 150 milyon km'yi ancak 8 dakikanın üzerinde bir sürede aşarak bize ulaşabilir. Yani güneşli bir günde gözlerinizi kısarak Güneş'e bakmaya çalıştığınızda (yapmayın) onun 8 dakika önceki hâlini görürsünüz. İşi biraz daha ilginç hâle getirirsek, Güneş, ülkemizin saatiyle tam 12:00'da birden yok olursa, ancak 12:08-09'da karanlığa gömülür ve yıldızımızın yok olduğunu anlayabiliriz. Gece vakitlerinde olan herhangi bir ülke vatandaşı ise haber ve ajans takip etmiyorsa ancak Ay'ı izlediği sırada, Ay'ın birden ortadan kaybolmasıyla Güneş'in yok olduğunu anlayabilir. Ay, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtan bir gökcismidir. Yansıtacak bir ışık kalmadığından artık görünmez olacaktır. 8 ışık dakikası etkileyici gibi gelmeyebilir. O zaman Güneş'ten sonra bize en yakın yıldızı birden ortadan kaldıralım. Yani 4.2 ışık yılı uzağımızda bulunan Proxima Centauri'yi. Bize en yakın yıldız olmasına rağmen ışık seviyesi oldukça düşük olduğundan çıplak gözle görülemeyen, ancak teleskoplar sayesinde gözlemlenebilen bir yıldızdır. Teleskobunuzu bu yıldıza çevirdiğinizde onun 2015 yılındaki hâlini görürsünüz. Şu an tamamen ortadan kalksa bile 2024 yılına kadar teleskobunuzun merceğini süslemeye devam edecektir. İlkokul sıralarına geri dönersek, Güneş'imiz yaşam, ısı ve ışık kaynağımızdır. Duygusal anlamda kullanılan hâlini bir kenara bırakırsak, 'sensiz yaşayamam' cümlesini onun kadar hak eden hiçbir şey yoktur. Güneş Belgeseli: youtu.be/gYpO8grpBp4 6- Güneş nasıl bir yıldızdır? Güneş orta boy bir yıldızdır. Hatta diğer yıldızlarla karşılaştırıldığında küçük bir yıldız bile denilebilir. Sıcaklığı da diğer yıldızlara göre pek yüksek sayılmaz. Yüzey sıcaklığı 5500°C’tır. Yüzey sıcaklığı bir yıldızın rengini belirler. Sahip olduğu yüzey sıcaklığı nedeniyle de sarı renkli bir yıldızdır. Merkezindeki çekirdeğin sıcaklığı ise 15 milyon derecedir. Burada saniyede 600 milyon ton hidrojen yakıp 596 milyon ton helyum üretir. Aradaki 4 milyon tonluk enerjiyi de uzaya saçar. Bize yaşam sağlar. Ne dedim? Onsuz olmaz. 7- Güneş lekesi nedir? Çıplak gözle bakıldığında Güneş, gökyüzünde hareketsiz ve sakin bir küre gibi görünmesine rağmen aslında dinamik ve muazzam olayların yaşandığı bir yüzeye sahiptir. Yüzeyinde sürekli fokurdayan kabarcıklar vardır. Kabarcık denince akıllara ufak bir şeymiş gibi gelse bile bu kabarcıkların büyüklüğü aşağı yukarı ülkemiz kadardır ve sayıları milyonlarcadır. Yine Güneş'in yüzeyinde, genelde Dünya büyüklüğünde olan, bazen de Güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter'den bile daha büyük lekeler oluşur. Koyu renk olarak gözükürler. Çünkü yüzeyin diğer alanlarına göre daha düşük sıcaklıklara sahiptirler. Manyetik alan şiddetinin en fazla yaşandığı yerlerdir. Çekirdek ve iç bölgelerden gelen enerji ve ısı bu lekelerden dışarı çıkamaz ve içe doğru batmaya başlar. Yüzeyde olan patlama ve püskürmelerin çoğu da lekeler nedeniyledir. Bu lekeler geçici yapılanmalardır. Güneş'in sakin ya da durağan olmadığı çok önceleri tahmin edilse bile bu lekeleri bularak bunu kanıtlayan kişi Galileo'dur. Geliştirdiği teleskobuyla Güneş'in görüntüsünü bir kağıdın üstüne düşürerek ortaya çıkan şekilde lekeler olduğunu görmüştür. 8- Gezegen nedir? 1802 yılında gökbilimci Herschel, büyük gezegenlerin uydularını ve oldukça küçük gezegenleri tanımlamak için yıldız benzeri anlamına gelen asteroit adını önerdi. Bu önerisi ancak 1851 yılında minik gezegenlerin sayısının 15'i bulması ve şu an gezegen olarak kabul edilen 8 büyük gezegenle birlikte gezegen sayısının 23'e çıkması sonrasında kabul edildi. Asteroit tanımının kabul edilmesiyle birlikte gezegen sayısı birden 8'e düştü. 1930 yılında Plüton keşfi sonrası gezegen sayısı 76 yıl boyunca 9 olarak kabul edildi. 2005 yılında Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bölgede Plüton'dan daha büyük Eris adı verilen bir gökcisminin keşfedilmesi ve bu kuşaktaki gökcisimlerinin artmasıyla birlikte yeni bir tanım getirilmek zorunda kalındı. Ya Eris onuncu gezegen olarak kabul edilecek ya da Plüton gezegenlikten kovulacaktı. 2006 yılında Uluslararası Astronomi Birliği gezegen olarak tanımlanmak için 3 şart koştu: 1- Güneş'in ya da bir yıldızın çevresinde dönmek, 2- Küre şeklinde olmasını sağlayacak kadar büyük bir kütleye sahip olmak, 3- Yörüngesi civarındaki herhangi bir cisimden daha büyük kütleli olmak dolayısıyla daha büyük kütleçekime sahip olarak çevresini temizlemek. Aynı yörünge civarında bulunan Plüton ve Eris aşağı yukarı aynı kütleye sahip olunca Eris gezegenliğe kabul edilmedi, Plüton ise gezegenlikten çıkarıldı. Her ikisi de yeni tanımlanan cüce gezegen sınıfına sokuldu. i.hizliresim.com/M1GXOk.jpg Her zaman kalbimizdesin Plüton! 9- Güneş Sistemi gaz ve toz bulutundan mı oluştu? Daha önceleri ortaya atılsa bile 18. yüzyılın sonlarında Pierre-Simon tarafından öne sürülen Bulutsu Varsayımı ilk başlarda mantıklı ve tutarlı görünse bile zaman geçtikçe hataların artmasıyla 20. yüzyılın başlarında tamamen terk edildi. Bugün yaygın olarak kabul gören model ise Sovyet gökbilimcisi Victor S. Safronov’un 1960’lı yıllarda geliştirdiği Güneş Bulutsusu modelidir. Güneş ve diğer gezegenlerin oluşumunu tutarlı olarak büyük oranda açıklar. Başka yıldızların çevresinde dönen gezegenler keşfedildikçe evrensel bir model olarak kabul edilmeye başlamıştır. Gelişen teknoloji ve teleskoplar sayesinde gözlemlenen genç yıldızların çevresinde bulunan gaz ve toz bulutları yani gezegen oluşumları, Safronov'un modeliyle tutarlı şekilde uyuşuyor. 10- Güneş nasıl oluştu? Bu soru için 'bulutsu nedir?' sorusu altında tavsiye ettiğim nebula belgeseli oldukça aydınlatıcı. Bir yıldız olan Güneş, diğer tüm yıldızlar gibi nebuladan oluşmuştur. 4.6 milyar yıl önce Güneş, 50-100 ışık yılı büyüklüğünde bir hammadde nebulasıydı. Bu dev gaz bulutu çevreden gelen bir itme ya da çekme kuvveti nedeniyle hareketlenmeye başladı. Bu hareketlenme nebulanın bir yıldızın yanından geçmesi ile kütleçekim etkisine maruz kalması ya da bir süpernovanın şok dalgasıyla itilmesi sonucu başlamış olabilir. Bu sayede gaz ve toz bulutu daha büyük kütlelerle belli yerlerde toplanmaya başlamıştır. Bu kütleler büyüdükçe diğer gaz ve toz parçacıklarını kütleçekim etkisi altına alarak çevreyi temizlemeye ve büyümeye başladı. Yaklaşık iki milyon yıl sonra bu kütleler iyice birleşerek çekirdek bulutlarını oluşturdu. Bu çekirdek bulutlarının diğer nebulalarda da gözlemlendiği gibi kendi eksenlerinde bir dönüş hızı vardır. Bulutlar küçüldükçe yani kütleler oluşmaya başladıkça bu dönme hızlanır. Daha hızlı dönen ve çevresindekileri daha kuvvetle çekmeye başlayan çekirdekler merkezlerine daha çok madde çektikçe, atom ve moleküllerin sürtünmeye başlaması nedeniyle ısınmaya başlar. 50-100 ışık yılı genişliğinden giderek küçülmeye başlayan nebula, sonunda Güneş'ten Plüton mesafesine sahip dev bir küre yapısı hâline geldi. Sıcaklıkla birlikte dönme hızı ve yoğunluğu da artan Güneş ise sonunda bir önyıldız aşamasına geçti. 11- Güneş’in sonu nasıl olacak? Yıldızlar bulundukları kütlelere göre bir yaşam sürerler. Büyüklükleri ve ömürleri ters orantılıdır. Ne kadar büyüklerse o kadar kısa ömürlü olurlar. Güneş orta boylu hatta sarı cüce olarak kategorilendirilen bir yıldızdır. Diğer tüm yıldızlar gibi, bizim yıldızımız olan Güneş'in de bir ömrü ve sonu var. Güneş, 4.5 milyar yıldır pek değişmemiş şekliyle bir ana kol yıldızıdır. Ana kol yıldızları bir yıldızın en uzun evresidir. Güneş, merkezinde yakıt olarak kullandığı hidrojenin ancak yarısını yakmış orta yaşlı bir yıldızdır. 5-6 milyar yıl daha merkezinde hidrojen yakıp helyum üreterek çıkan enerjiyi uzaya saçmaya devam edeceği düşünülüyor. Ömrünün sonlarına doğru hidrojen tükenmeye yüz tutarken, helyum ortamı ele geçirerek Güneş'in içine doğru çökmesine neden olacak. Dış katmanların büyümeye başlamasıyla birlikte yüzeyi genişleyen ve buna bağlı olarak sıcaklığı düşen Güneş'in rengi turuncu, kırmızı gibi renklere bürünecek. 600-700 yıllık bir zaman diliminde tamamen kırmızı bir hâle büründükten sonra, 500 yıllık bir süreçle iyice küçülerek rengi maviye dönüşecek ve hızlı bir büyüme sürecine girecek. Bugünkü hâlini çap olarak 150 katına, sıcaklık olarak da 2000'e katlayarak 'kırmızı dev' formunu alacak. Ancak şiddetli güneş rüzgarları nedeniyle Güneş, çap olarak inanılmaz genişlemeye başlamasına rağmen kütlesinin yarısına yakınını kaybedecek. İşler bu noktada daha da ilginçleşmeye başlıyor. Güneş'in, kütle kaybına bağlı olarak kütleçekim oranı da gittikçe azaldığı için, gezegenlerle arasındaki bağ giderek zayıflayacak ve gezegenler Güneş'ten uzaklaşmaya başlayacak. Kitapta Venüs'ün bu sıralarda Dünya'nın şu anki yörüngesine gelirken Dünya'nın ise Mars'ın yörüngesine doğru kayacağı söyleniyor. Ama Venüs'ün ya da Dünya'nın başka yörüngelere çekilebilecek zamanı olabilecek mi sorusu oldukça sık tartışılıyor. Güneş'e en yakın gezegen olan Merkür'ün, bu kırmızı devden kurtulması imkansız. Güneş sisteminde bir sonraki gezegen olan Venüs'ün de aynı akıbete uğrama ihtimali çok yüksek. Acaba gezegenimiz bu alev topundan kurtulabilir mi? Görüşler genelde kurtulabileceği yönünde olsa da net bir şey yok. Yaşam milyonlarca yıl önce ortadan kalkmış olacağı için, duygusallığı bir kenara bırakarak cevap verirsek, hiçbir şey fark etmiyor. Kırmızı dev formunda olan Güneş'in çekirdeği bir süre sonra 100 milyon dereceye ulaşacak ve bu sıcaklık sayesinde çeşitli elementlerin birbirleriyle tepkimeye girmesi sonucu enerji üretimi tekrar başlayacak. Birkaç milyon yıl sonra şu an bulunduğu çapın on katı çapa ulaşacak. Dengesini tekrar sağladığı için bir süre daha ışımaya devam edecek. 600-700 milyon içinde ikinci kez dengesini yitirerek bir süper kırmızı dev formuna dönüşecek. Tekrar dengesini sağlayıp üçüncü ve son kez dengesini yitirdiğinde ise yine kütlesinden büyük bir kısmı kaybedecek. En sonunda merkezdeki çekirdeğin çapı, şu an sahip olduğu çekirdeğin ancak %1'ine denk gelerek bir beyaz cüceye dönüşecek. Kütle ve sıcaklık iyice düşecek ve 100 milyar yıl içinde sıcaklığı artık ışıma yapmaya yetmediğinden bir siyah cüceye dönüşecek ve hiç görünmeyecek. Kesinlikle çalkantılı ve şiddetli bir ölüm. 12- Gezegenler nasıl oluştu? Güneş nebulası içindeki gaz ve toz bulutlarından oluşmuştur. Tüm gezegenler, uydular ve asteroidlerin neredeyse hepsi Güneş kadar yaşlıdır. Güneş daha önyıldız aşamasındayken oluşmaya başlamıştırlar. Güneş'e olan uzaklıkları ve yörüngelerinde büyümelerini sağlayan hammadde miktarı ve çeşidine göre büyüklükleri ve yapıları ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin; Güneş'e yakın bölgelerde metal ve kayalar daha fazlaydı. Güneş'e daha uzak olan Jüpiter ve sonrasındaki kar hattı bölgesinde ise gaz ve buzlar daha fazlaydı. İlk başta kaya ve buz şeklinde olan Jüpiter, kütlesi büyüdükçe hızla gazları kendine çekmeye başladı ve bir gaz devi hâline geldi. Satürn'e ise daha az miktarda gaz kaldığından kütlesi çok daha düşük oldu. Neptün ve Uranüs bu gaz ziyafetine çok geç kaldığından ve yeteri kadar gaz toplayamadıklarından birer buz devine dönüştüler. Merkür, Venüs, Dünya ve Mars gibi Güneş'e en yakın gezegenler ise o bölgede kaya ve metallerin daha çok bulunması nedeniyle karasal birer gezegen oldular. Bulundukları bölge ise kar hattına göre çok daha az miktarda hammadde içerdiği için, o bölgedeki gezegenlere göre çok daha küçük gezegenler olarak kaldılar. 13- Gezegenlerin temel özellikleri nelerdir? Diğer sorulara bakınca temel olarak ilkokul bilgisiyle cevap verilebilecek soru. Johannes Kepler'in bulduğu ve kendi adıyla anılan Kepler yasaları ve Newton'un bulduğu Kütleçekim yasası. 14- Merkür nasıl bir gezegendir? Güneş'e en yakın ve en ufak gezegen. Adını Roma mitolojisindeki Merkür'den alır. Yunan mitolojisindeki karşılığı Hermes'dir. Tanrıların habercisi olduğundan en hızlı tanrıdır. Merkür de en hızlı gezegen olduğundan bu isim kendisine layık görülmüştür. Güneş'in çevresindeki dönüşü 88 gün, kendi eksenindeki dönüşü ise 58 gün sürer. Bu yüzden Merkür'ün iki yılında sadece üç gün vardır. Deli gibi hareket etmesine rağmen, jeolojik açıdan ölü bir gezegendir. 4880 km çapına rağmen, merkezindeki demir çekirdeğin çapı 3600 km'dir. Çekirdeğinde muazzam büyüklükte demir bulunmasına rağmen, yüzeyinde demir yoktur. Bunun nedeni de tam olarak açıklanamamaktadır. Böyle de manyak bir gezegendir. Herhangi bir uydusu ya da kâle alınacak bir atmosferi yoktur. Aydınlık tarafında sıcaklık 430 derece, karanlık tarafında ise -170 derecedir. Gece ve gündüz farkının en yüksek olduğu gezegendir. Merkür belgeseli: youtu.be/G1CIngx58qk 15- Venüs nasıl bir gezegendir? Güneş'e en yakın ikinci gezegen. Adını Roma mitolojisindeki Aşk ve Güzellik tanrıçası'ndan alır. Yunan mitolojisindeki karşılığı Afrodit'tir. Köken olarak bir kadın ismi alan tek gezegendir. Yüzeyinde bulunan kraterlere de birkaç istisna dışında tarihteki ve mitolojilerdeki kadınların isimleri verilmiştir. Erkek kökenli isimlere sahip diğer tüm gezegenlerden farkını ortaya koymak istermiş gibi değişik özelliklere sahiptir. En parlak gezegendir. Geceleri parlaklığı birçok yıldızı bile geride bırakır. Güneş'in etrafında dönme süresi 225 gün, kendi ekseninde ise 243 gündür. Venüs'ün bir günü, gezegenin yılından daha uzundur. Tüm gezegenler saat yönünün tersine dönerken saat yönünde dönen tek gezegendir. Gerçi Uranüs de saat yönünün tersine dönmez. Ama onun durumu bayağı karışık. Uranüs, kendini adeta deliye vurmuştur. Venüs'ün bu tersliği sebebiyle Güneş doğudan batar, batıdan doğar. Bu tersliğin nedeni tam olarak bilinmese de en yaygın görüş kuvvetli bir çarpışma sonrasında dönme yönünün değişmesidir. Ayrıca en sıcak gezegendir. Yüzey sıcaklığı 470 derecenin üstündedir. Dünya: Venüs'ün kötü ikizi belgeseli: youtu.be/HVha3DMlklo 16- Dünya nasıl bir gezegendir? Talihsiz bir gezegendir. 17- Ay nasıl bir gökcismidir? Biricik uydumuz. Uydusu olan diğer gezegenlerin uydu sayıları çok fazladır. Güneş Sisteminin 5. büyük uydusudur. Uydusu olduğu gezegene bu kadar yakın ve sevecen başka bir uydu yoktur. Bu yüzden gezegen-uydu ikilisinden çok 'gezegen çifti' olarak gören gökbilimciler de mevcuttur. Sesi iletecek bir atmosfer olmadığından yüzeyinde mutlak bir sessizlik hâkimdir. Jeolojik olarak uzun süredir ölüdür. Ay belgeseli: youtu.be/CyonPKPZXE8 18- Ay nasıl oluşmuştur? Ay'dan örnekler gelmeden önce yaygın olan iki teori vardı. İlk teoriye göre Ay, şu an bulunduğu konumda, gaz ve toz bulutundan oluşmuştu. İkinci teoriye göre de hiçbir gezegenin kütleçekimine maruz kalmadan ortalıkta deli divane gezerken Dünya'nın yörüngesine girerek ve gezegenimizin kütleçekimine maruz kalarak şu an bulunduğu yörüngeye oturmuştu. İkinci teori aslında örnekler gelmeden önce zaten çürüktü. Çünkü; Dünya, yakınlarından geçen Ay'a "gel, otur şuraya soluklan yeğenim" diyebilecek bir kütleye sahip değildir. Gelen örneklerden sonra Ay'ın, Dünya gibi demir bir çekirdeğe sahip olmadığı anlaşıldı. Şimdi oldukları bölgede kendi hâllerinde oluşmuş olsalardı, aynı oluşum şartlarına ve hammadde ortamına sahip oldukları için, Ay'ın çekirdeğinde de demir bulunması gerekirdi. Ama alınan kaya örnekleri de gezegenimizdeki kayalarla birçok yönden benzeşti. Bu da ortak bir geçmişe sahip oldukları anlamına geliyordu. Dolayısıyla gelen örneklerle soruların yanıtlanması beklenirken kafalar iyice karıştı. Gelen kaya ve toprak örneklerinde, Ay'ın bir zamanlar eriyik şekilde ve lavlarla kaplı olduğu belirlendi. Bu sıcak dönemde çekirdeğinde bulunan demirin erimiş olması muhtemeldi. Ancak diğer yandan bu kadar küçük bir gökcisminin bu derece ısınması da imkansızdı. Gezegenler hakkında bilgi arttıkça üstlerinde oluşan büyük kraterlerin tarih olarak genelde tek bir zaman diliminde toplandığı anlaşıldı. Bu 4.6 milyarlık tarihin ilk bir milyar yılını kapsayan bir zaman dilimiydi. Etraftaki gaz ve tozları toplayarak oluşan gezegenler haricinde, ortalık da gaz ve tozdan geçilmediği için, kütle edinmiş gökcisimleri oldukça boldu. Bunlar daha büyük kütlelerin yani gezegenlerin kütleçekimine girdikleri an doğal olarak gezegenlere doğru yol almaya başladı ve buuuuum. O zamanlar bu oldukça sık gerçekleşen sıradan bir olaydı. Bu evreye 'bombardıman evresi' adı verildi. Şu an bu olaylara tanık olmayışımızın nedeni hem hammaddenin yok denecek kadar az olmasından dolayı büyük kütlelerin oluşamaması hem de geriye kalan küçük kütleli meteorların gezegenlerin atmosferleri tarafından imha edilmeleridir. Atmosferler tarafından imha edilemeyecek kadar büyük kütleli gökcisimleri, bombardıman evresinde patır patır gezegenlere çarptığı için zaten tükenmişti. Yani çok büyük oranda tükenmişti. Yoksa hepimizin bildiği, dinozorların soyunu tüketen ünlü meteor gibi örnekler de vardı. Bu meteor çok büyük ihtimal Güneş Sistemi'nin oluşumu sırasında ortaya çıkan bir gökcismiydi. 4.6 milyar yıl boyunca kendisinden daha büyük bir gökcisminin yörüngesine girmeden ortalıkta dolaştı ve günün birinde Dünya'nın yörüngesine girip kütleçekim etkisiyle gezegenimiz tarafından kendine çekildi. Dinozorlar için film sona ermişti. Peki bombardıman evresinde, gezegen büyüklüğündeki iki cisim çarpışmış olabilir miydi? Evet. Hem farkları ve benzerlikleri hem de Ay'ın bir zamanlar lavlarla kaplı olmasını tutarlı şekilde açıklayan ve günümüzde yaygın şekilde kabul gören teori budur. Ay'ın çapını baz alarak yapılan hesaplamalar sonucu, Dünya, Mars büyüklüğünde bir gökcismiyle çarpışarak kütlesinin bir bölümünü kaybetti. Yani bugün Ay olarak isimlendirdiğimiz gökcismi, bu çarpışma sonucu gezegenimizden kopan bir parçadan başka bir şey değildi. 19- Mars nasıl bir gezegendir? Kızıl gezegen. Romalılar kan rengindeki bu gezegene, Savaş Tanrısı olan Mars'ın adını vermişlerdir. Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Ares'tir. İki tane uyduya sahiptir. Bu uydular da Ares'in savaşlarda yanında götürdüğü iki oğluna hitaben isimlendirilmiştir. Phobos (korku) ve Deimos (dehşet). Kan rengine sahip olmasını toprağında bol miktarda bulunan demiroksite borçludur. Yani günlük hayatta da sıkça gördüğümüz demirin çürümesine neden olan, pas'tır. Dünya'dan oldukça ufak olan Mars'ın kendi ekseninde dönüş süresi, bize benzer şekilde 25 saate yakındır. Ama Güneş'e bizden daha uzak olması nedeniyle Güneş etrafındaki dönme turu 687 gün sürmektedir. Bilim insanlarının ilgi odağı olmasının ve özellikle 21. yüzyılda artan koloni kurulma planlarının yapılmasının nedeni, bizim de dahil olduğumuz karasal gezegenlerin sonuncusu olması ve yüzeyinin yeryüzüne çok benzemesidir. Sıcaklığı da bizden sonra koloni kurmaya en uygun sıcaklığa sahiptir. Diğer karasal gezegenlerden Venüs ve Merkür'ün yüzey sıcaklıkları 400 derecenin üstünde gezdiği için, oralara koloni kurma düşüncesi bile şu an oldukça komiktir. Mars'ın yüzey sıcaklığı Antartika'nın kış günlerine benzer şekilde -60 derecedir. Yaz aylarında ise sıcaklığı 0 derecedir. Mars belgeseli: youtu.be/MBLPu_HQDQY 20- Mars’ta yaşam var mı? Yüzey üstünde hareket edebilen araçlar ve uydular herhangi bir canlı izine ya da fosiline rastlamadı. Ancak milyarlarca yıl önce, sıcaklığı tıpkı bizim atmosferimiz gibi tutabilecek daha yoğun bir atmosfere sahip olduğu biliniyor. Şu an donmuş şekilde yüzeyinde bulunan buz kütleleri, bir zamanlar su şeklindeydi. Dünya üstünde sadece Antartika'nın derinliklerindeki soğuk ortamda yaşayan bakteriler mevcut. Yüzey sıcaklığı da Antartika'ya çok benzediğinden bu donmuş su kütlelerinin derinliklerinde, bakterilerden öteye gitmese bile yaşam olma ihtimali çok yüksek. Mars'a koloni kurulması başarıldığında eğer canlı izine rastlanırsa bir DNA temeline sahip olup olmadığı araştırılacak. Eğer DNA temeline sahipse ya meteor çarpışmaları nedeniyle bizden oraya gitti ya da Mars'tan buraya gelerek daha uygun bir ortamda yaşam oluşmaya başladı. DNA temelli değilse de evrende farklı biçimlerde ve çok yaygın şekilde yaşam oluşabileceğinin büyük bir kanıtı olacak. 21- Asteroit nedir? Güneş Sistemi'nin oluşumu sırasında, gezegen olabilecek kadar kütle toplamayı başaramamış döküntülerdir. Sayıları milyarlarcadır. Büyüklükleri birkaç metre çapında ya da minik bir gezegen boyutunda olabilir. Teleskobun icadıyla keşfedilen asteroitlerin, büyük kütleye sahip olanları bir zamanlar gezegen olarak kabul ediliyordu. Ama her yıl yenileri ortaya çıkmaya ve sayıları fazlalaşmaya başlayınca asteroit tanımı getirildi ve rütbeleri düşürüldü. Asteroitler, gezegenler ve dolayısıyla bizim için büyük tehlikeler oluşturur. 22- Jüpiter nasıl bir gezegendir? Ortamın kralı olan en büyük gezegen. İsmini Roma mitolojisinde Tanrıların Kralı olan Jüpiter'den alır. Yunan mitolojisinde karşılığı Zeus'tur. Bir gaz devidir. Oluşum sırasında çevresinde ne kadar gaz varsa hepsini silip süpürmüş bir oburdur. Güneş Sistemi'nin elektrikli süpürgesidir. Büyüklüğü de bundan kaynaklanır. Jüpiter'in içine 1300 tane Dünya sığdırılabilir. Kütlesi de muazzam derecededir. 7 gezegenin toplam kütlesinin 2.5 katı gibi bir kütleye sahiptir. Bu kütleden dolayı çok güçlü bir kütleçekime sahip olduğundan, yeryüzünde 80 kg olan biri orada 187 kg gelir. İlk başlarda çapı bugünkü Jüpiter'in tam iki katıydı. Ama her yıl 2 cm küçülme yaşadığından gittikçe küçülmeye başlamıştır. Eğer ortamda Jüpiter gibi devasa bir elektrikli süpürgemiz bulunmasaydı, diğer gezegenler asteroitlerden kafalarını kaldıramazdı. Ayrıca tam 79 uydusu vardır. Kitapta 67 olarak yazılsa bile 2011 yılından sonra 12 yeni uydu daha keşfedilmiştir. En büyük 4 uydusunu ise Galileo keşfetmiştir. Bu nedenle bu 4 uydusuna Galileo Ayları denir. Jüpiter belgeseli: youtu.be/FIjSDm87IiU 23- Jüpiter’in büyük uyduları neden önemlidir? Cevap çok basit. Bu uydular, Jüpiter'in muazzam kütleçekimine maruz kalmayarak Jüpiter'in değil de Güneş'in çevresinde dönebilseydi, bugün gezegen sayısı 12 olacaktı. Hepsi de Merkür'den daha büyüktür. Aynı zamanda ilginç özelliklere sahiptirler. Örneğin; Io'nun üstünde 300'den fazla etkin yanardağ vardır ve bu yüzden rengi turuncudur. Volkanik olarak tüm sistem içindeki en aktif gökcismidir. Europa'nın ise pürüzsüz bir buz yüzeyi vardır. Bu buzdan tabakanın 10-20 km arası olduğu ve tabakanın altında derinliği 100 km'yi bulan bir okyanus olduğu tahmin ediliyor. Eğer tahminler doğruysa Europa'da Dünya'daki su miktarının tam iki katı su var demektir. Su demek de yaşam ihtimali demektir. 24- Satürn nasıl bir gezegendir? Fotoğrafların yıldızı olan oldukça güzel gezegen. En dikkat çekici yönü halkalarıdır. En büyük ikinci gezegendir. Tıpkı Jüpiter gibi bir gaz devidir. Ama onun kadar gaz sömüremediğinden daha küçük kalmıştır. İsmini Roma mitolojisinde Jüpiter'in babası olan Satürn'den alır. Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Kronos'tur. Kronos ikincil tanrı olarak adlandırılan Titan Tanrılardandır. Bu yüzden Satürn'ün en büyük uydusu da Titan olarak isimlendirilmiştir. En büyük ikinci gezegen olmasına rağmen yoğunluğu en düşük gezegendir. Yoğunluğu o kadar azdır ki su dolu dev bir kabın içinde batmaz, yüzerdi. Bu kitabın yazıldığı 2011 yılından sonra uydu sayısına 20 tane uydu daha ekleyerek 82 uyduya ulaşmıştır. Kitabın yazıldığı tarihte en çok uyduya sahip olan gezegen Jüpiter olsa da şu an uydu sayısında Jüpiter'i geride bırakmıştır. Zaten kitapta da keşfedilmemiş yüzlerce uydusu olduğu tahmin olarak belirtiliyor. En büyük ve meşhur uydusu olan Titan yoğun bir atmosferi olan tek uydudur. Gezegenimizden sonra yüzeyinde sıvı olan tek gökcismidir. Ama bu sıvı, su değil metandır. Satürn belgeseli: youtu.be/b3MKyGHAFz4 25- Güneş Sistemi’nin buz devleri nelerdir? Geldik son iki gezegene. Uranüs ve Neptün. Aslında bunlar da gazsal gezegenlerdir. Ama Güneş'e en uzak iki gezegen olduklarından ve merkezlerinde de Jüpiter ve Satürn kadar ısı üretemedikleri için, buz devlerine dönüşmüşlerdir. Uranüs en büyük üçüncü gezegendir. Uranüs, ismini Roma mitolojisi yerine Yunan mitolojisinden alan tek gezegendir. Bunun nedeni de çok uzak ve çok yavaş hareket eden bir gezegen olduğu için, açık bir gökyüzünde çıplak gözle fark edilebilmesine rağmen gezegen yerine muhtemelen bir yıldız sanılmasındandır. Gezegenlere kendi tanrılarının isimlerini veren Romalılar, bu gezegenin varlığından habersiz oldukları için, Uranüs'ü isimlendirmek teleskobun icadıyla birlikte gökbilimcilere düşmüştür. Onlar da yeni keşfedilen bu gezegene, hiyerarşiyi bozmayacak şekilde, Satürn'ün (yani Kronos'un) babası olan Uranüs'ün ismini vermişlerdir. Uranüs'ün diğer gezegenlere göre ilgi çekici yanı pek yoktur. En ilginç özelliği dönüş şeklidir. 6 gezegen saat yönünün tersine, Venüs ise saat yönünde dönerken Uranüs'ün kutbu Güneş'e bakar. Yani diğer gezegenleri ayakta dönen bir insan olarak kabul edersek Uranüs çimenlere yatarak yuvarlanan birini andırır. Güneş Sistemi'nin ilk zamanlarındaki şiddetli bir çarpışma sonucu bu hâle geldiği en yaygın görüştür. Neptün ise Güneş'e uzak gezegendir. Çıplak gözle görülme şansı yoktur. Neptün'ün keşfi için, Newton'un kütleçekim yasası kullanılmıştır. Gökbilimciler, Uranüs'ün yörüngesini belli zaman dilimlerinde etkileyen bir gezegen olması gerektiğini fark edince, kütleçekim yasasını baz alarak hesaplamalar yaptılar. Hesaplanan nokta ile Neptün'ün yörüngesi arasındaki fark sadece 1° oldu. Bu kütleçekim yasasının büyük bir zaferiydi. Keşfedilen bu yeni ve mavi gezegene Roma mitolojisinde Denizlerin Tanrısı olan Neptün adı verildi. Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Posedion'dur. İsmini mitolojiden almayan tek gezegen Dünya'dır. Dünya, ismini mitolojiden alsaydı Neptün adını bu mavi gezegene bırakmazdık sanırım. En büyük uydusuna da Poseidon'un oğlu Triton'un adı verilmiştir. Uranüs ve Neptün belgeseli: youtu.be/QiCr3CyyvEQ 26-Cüce gezegen nedir? 'Gezegen nedir' soru başlığının altında yazdıklarım bu sorunun cevabını veriyor zaten. Tekrar uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Plüton'un dahil olduğu gezegen sınıfı. Bir zamanlar gezegen sayılmasının hatrına, isminin nereden geldiğini anlatayım. İsmini Roma mitolojisinde Yeraltı Tanrısı Plüton'dan almıştır. Yunan mitolojisindeki karşılığı ise Hades'tir. Diğer tanrıların hepsinden uzak bir yerde yaşadığından, gezegen olarak kabul edildiği dönemde Güneş'e en uzak gezegen olmasından dolayı, bu isim ona çok yakışıyordu. Bu arada Plüton ismini gökbilimciler vermemiştir. Plüton'un keşfedildiği 1930 yılında, Oxford'da okuyan 11-12 yaşlarındaki minik bir kız çocuğunun önerisi üstüne bu isim verilmiştir. Mitolojiye ilgi duyan Venetia Burney, Oxford'da kütüphane görevlisi olarak çalışan dedesine laf arasında bu fikrini söylemiş, dedesi de Oxford profesörlerinden birine Venetia'nın önerisini aktarmıştır. Profesörün bu öneriyi meslektaşlarıyla paylaşmasının ardından, isimlendirme için yapılan toplantıda, 3 isim önerisinden biri olan Venetia'nın önerisi oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Venetia, Plüton'un gezegenlikten çıkarılmasından üç yıl sonra hayata veda etti. Kimsenin bu duruma onun kadar içerlemediğini düşünüyorum. Keşfedilen uydularına ise yine isimlendirildiği tanrıyla alakalı isimler verildi. En büyük uydusu olan Charon, mitolojide ölü ruhları taşıyan yeraltı dünyasının kayıkçısıdır. Bir diğer uydusu olan Nix, ismini Yunan mitolojisindeki Gece Tanrıçası'ndan almıştır. Charon'un annesidir. Aslında mitolojide Nix diye bir isim yoktur. Nyx olarak geçer. Nyx ismi başka bir gökcismine verildiği için, Nix olarak değiştirilmiştir. Plüton da dahil olmak üzere bilinen 5 cüce gezegen vardır. Bunların dördü Neptün'ün yörüngesinden sonra başlayan ve Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bölgede bulunur. Mars ve Jüpiter'in arasındaki cüce gezegen Ceres ise o kadar küçüktür ki aynı zamanda asteroit sınıfına da sokulur. Yani bu Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bölgede arka arkaya cüce gezegenler keşfedilmesinden sonra, bu bölgenin cüce gezegen doğumhanesi olma ihtimali çok yüksek. Bu bölgenin uzaklığı nedeniyle tam olarak bilgi sahibi olunmasa da bu bölgedeki cüce gezegen sayısının 200'ü bulabileceği tahmin ediliyor. Kuşağın ötesini de hesaba katarsak 2000 gezegen sayısı gibi tahminlerde bulunuluyor. Bu yüzden Plüton'a maalesef veda etmek zorundaydık. Plüton belgeseli: youtu.be/78-X9IZ85Ic Cüce gezegenler: youtu.be/kkWQzXeJxR4 27-Yıldız kayması nedir? Aslında olmayan şeydir. Bunlar Güneş gibi yıldızlar değil, küçük meteorlardır. Öyle çok uzak bir bölgeyi geçtim, uzayda olan bir olay bile değildirler. 'Uzay nedir' sorusu altında belirttiğim gibi, 100 km altı uzay olarak kabul edilmez. Hepsi de 100 km'nin altında gerçekleşen olaylardır. Atmosfere giren küçük meteorlar tıpkı bir kibrit gibi yanar ve buharlaşır. Bu yanma sırasında da bir ışık gösterisi sunarlar. Kuyruklu yıldızlar da bir göktaşından başka bir şey değildirler. Meşhur Halley Kuyruklu Yıldızı da büyük bir göktaşından ibarettir. Attığı tur sırasında her 75 yılda bir Dünya'nın çok yakınından geçer. 28-Güneş Sistemi’ni araştırmak için kaç uzay aracı gönderildi? 2019 yılının sonlarında cevaplaması çok zor bir soru. Üstelik ucu da çok açık. Hubble gibi uzay teleskoplarını da dahil edersek net bir rakam vermek zor. 2011 yılında basılan bu kitapta da gönderilen uzay araçlarına dair net bir sayı verilmemiş. Genelde gezegenlere gönderilen araçlar listelenmiş. 29-Evren’de başka yaşam var mı? En merak edilen soru herhalde budur. Evren'de başka yaşam var mı? Bu koskoca Evren'de yalnız mıyız? Bu konuda araştırmalar iki koldan ilerliyor. Herhangi bir gökcisminde, mikroorganizma ya da daha üst düzey canlılara yönelik araştırmalar ve Evren'in herhangi bir yerinde iletişim kurabileceğimiz akıllı canlılarla temasa geçebilme amacıyla onlardan gelebilecek radyodalgalarını yakalamaya yönelik araştırmalar. Radyonun icadından sonra radyodalgaları ismini almışlardır ama aslında elektromanyetik dalgalardır. Cep telefonları, radyolar ve televizyonlar bu dalgalar sayesinde veri taşır. Radyodalgalarının hızı saniyede 300.000 km'dir. Yani ışık hızı. Hiçbir şey ışıktan hızlı olamaz. Yani radyodalgaları özlerinde birer ışıktır. Bu dalgalar atmosferlerden bile etkilenmez. Başka gezegenlere gönderilen araçlardan bilgi ve görüntüler de bu dalgalar sayesinde alınır. Mükemmel iletim kaynaklarıdır. Bunlarla iletilen veriler yok olmaz. Yani 5 yıl önce yaptığınız bir telefon görüşmesi aslında uzayda 5 ışık yılı ötede olabilir. Evren'e bu dalgalarla, radyonun icadıyla ses göndereli 118 yıl, görüntüler saçmaya başlayalı da televizyonun icadıyla beraber 83 yıl oldu. Yani bugün bir televizyon programı, radyo yayını ya da cep telefonu görüşmesi bizden 500 ışık yılı ileride yaşayan ve bizim gibi bu dalgaları keşfedip kullanmaya başlayan, akıllı bir canlı türü tarafından yakalanabilir. Ama 2500 yılı dolaylarında bunu yakalayabilirler. İletişime geçmek için gönderecekleri radyodalgaları ise ancak 3000 yılında bize ulaşır. Ama Evren'in büyüklüğü ve içinde bulunan gezegen miktarını (bir sonraki soru) baz alırsak çok daha yakın bir zamanda bu iletişim gerçekleşebilir. Başka akıllı canlıların uzaya gönderebileceği radyodalgalarını yakalamak için, kulaklarımızı pür dikkat diktiğimiz bazı aletlerle Evren'i dinlemeye başladık bile. Bu arada Drake Denklemi olarak bilinen ve Evren hakkındaki bildiğimiz tüm bilgileri içeren bir denklem var. Bu denklem bizim gibi uygarlıkların sayısının kaç olabileceğini hesaplamak için kurulmuş bir denklem. Tabii ki kesin değil ve denklemdeki çoğu değişkene dair bir fikrimiz yok. Ama bu denkleme göre cevap 10.000. Hadi canım o kadar da olmaz, diyorsanız bir sonraki sorunun cevabını dikkatle okuyun. 30- Kaç gezegen var? Genel olarak astronomi ile ilgili en ufak bilgi ve merak taşımayan kişilerde, çok sık düşülen bir yanılgı var. Evren'i sadece içinde bulunduğumuz Güneş Sistemi'nden ibaret sanmak. Yani Evren, gezegenimiz ve sürekli adını duyduğumuz diğer gezegenlerden ibaretmiş gibi bir algı var. Ama bu büyük bir yanılgı. Güneş Sistemi olarak adlandırdığımız ve içinde 8 gezegen ve cüce gezegen bulunan sistem, sadece tek bir oluşum. İçinde bulunduğumuz Güneş Sistemi, Milky Way yani Türkçede bilinen ismiyle Samanyolu Gökadası'nda bulunan yıldız sistemlerinden sadece bir tanesidir. Peki, içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi'nde Güneş'imiz gibi kaç yıldız var? Tahmini olarak en az 200 milyar. İçindeki yıldız sayısının 400 milyar olma ihtimali de var. Bir yıldızın çevresinde dönen gezegen sayısını 1 olarak alırsak bile, ortaya en düşük ihtimallerde 200 milyar gezegen çıkar. Ama ortalama olarak 1'den çok daha düşük olabilir. Her yıldız gezegen sistemi yaratamıyor. Yıldızlarda olduğu gibi toplam bir gezegen tahmini yapılamamasının nedeni, hem yıldızların yanında toz tanesi gibi kalmalarından hem de yıldızlar gibi güçlü bir ışık yaymamalarından kaynaklı. Peki belirlenen gezegenlere göre yapılan tahminlerde, kaçında yaşam olabilme ihtimali var? 2009'da fırlatılan ve geçen sene emekli olan Kepler Uydusu'nun gönderdiği bilgilerle yapılan hesaplamalara göre, aşağı yukarı Dünya büyüklüğünde ve etrafında döndüğü yıldıza uzaklığı Dünya kadar olan, dolayısıyla da herhangi bir canlı yaşamına ev sahipliği yapabilecek gezegen sayısı 100 milyon olarak tahmin ediliyor. Peki Evren içinde 200 milyar yıldız ve milyarlarca gezegen bulunan Samanyolu'ndan mı ibaret? Bu da büyük bir yanılgı. İçinde 200 milyar yıldız barındıran Samanyolu gibi galaksilerin sayısı, yapılan hesaplamalara göre 125 milyar gibi bir sayıyı buluyor. Yani Evren'deki yıldız sayısı 200 milyar x 125 milyar. Bu da 22 tane sıfır eklenerek ortaya çıkan 10 sekstilyon rakamını veriyor. Carl Sagan'ın meşhur örneğine göre, bu rakam Dünya'da bulunan tüm kumsallardaki kum tanelerinden bile çok daha fazla. Ama, Carl Sagan ve bu kitabın baz aldığı sayı 90'larda yapılan tahminleri içeriyordu. Birkaç yıl önce Hubble'dan gelen bilgilerle galaksi sayısı 2 trilyona fırladı. Tabii yıldız sayısına falan hiç girmeyelim artık. Tüm bu sayıları baz alarak Evren'de kapladığımız alana bakalım hadi. Güneş'imizin içine tam 1.300.000 tane Dünya sığabilir. Ama Güneş, Evren'in büyüklüğünü baz alınca bir kum tanesi bile değil. Biz o kum tanesi bile olamayan yapının içini, ancak 1.300.000/1 oranında doldurabilen bir yapının, üstünde yaşayan yok seviyesindeki canlılarız. Bu kadarla da sınırlı değil. Bu konuştuğumuz rakamların hepsi gözlemlenebilen Evren. Sayılar çok daha korkutucu rakamlara ulaşabilir ve şu anki sayıları aratabilir. Bu bahsettiğimiz sadece yıldız sayısı. Gezegen sayısının bunun çok üstünde olduğu kesin. Bizim gibi 10.000 uygarlık bulunabilir, cevabı hâlâ çok geliyor mu? Peki, bu Evren'de kesin olarak sadece biz varız, cevabı aslında ne kadar komik değil mi? 31- Kahverengi cüce nedir? Yıldız olayım derken gezegen olan gökcisimleri. Oluşumları sırasında yıldız olmak için gereken evrelerden geçerken merkezlerindeki nükleer faaliyetlerin durması nedeniyle varlıklarına gezegen olarak devam eden gökcisimleridir. En küçük yıldızlardan bile daha küçük ama gezegenlerden çok daha büyüktür. Bu sınıfa girmek için, bizim ortamın kralı olan Jüpiter'den en az 13 kat daha fazla kütleye sahip olmaları gerekmektedir. Jüpiter'in kütlesini 70-80'e katlayanları bile vardır. Yüzeyleri çok sıcak olsa da parlamazlar ve kızılötesi ışın yayarlar. Bazıları bir yıldızın etrafında dönerken bazıları ise etrafta gezer. İlk keşfedildiğinde çok garip olsa da şu an sayıları yüzlerce olan ve normal kabul edilen bir gökcismi hâlini almıştır. Keşfedilen en ilginç kahverengi cücelerden birinin, çevresinde dönen bir gezegene sahip olduğu saptanmıştır. Bu keşif sonrasında da gezegen sistemleri bile olabilecek kahverengi cüceler ihtimali belirmiştir. 32- Yıldızların yaşamı nasıldır? Doğar, büyür ve ölürler. Çok uzak gökcisimleri olduğundan, en güçlü teleskoplar bile onları ışık şeklinde bir nokta olarak görür. Yüzeylerine ait elimizde bulunan herhangi bir görüntü yok. Ancak bir ışının kaynağı belirlenebilir ve oldukça veri içerir. Bu sayede onlardan gelen bir ışın tayfı incelenerek kütleleri, parlaklıkları, büyüklükleri, yüzey sıcaklıkları ve hangi yaşam evresinde olup ne zaman ölecekleri bile belirlenebiliyor. Yüzey sıcaklıkları bir yıldızın rengini belirler. En sıcak yıldızlar mavi-beyaz karışımı bir renkte, düşük sıcaklığa sahip olanlar sarı, turuncu ve kırmızı renklere sahip olur. Güneş'imiz sarı renkli hâliyle büyük akrabalarına göre düşük sıcaklığa sahip küçük bir yıldızdır. Bir gökcisminin yıldız olabilmesi için olması gerek kütle, Güneş'in kütlesinin %8.5'una tekabül eder. Ancak bu kütleye ulaşabilen gökcisimlerinin merkezlerinde bulunan çekirdekte nükleer reaksiyon başlar ve uzaya enerji saçmaya başlayabilirler. Bir önceki soruda bahsedilen kahverengi cücelerin yıldız yerine gezegen olmalarının sebebi yeterli kütleye erişememeleridir. Evren'in başından beri en çok bulunan hidrojen ve helyum elementlerinden oluşurlar. Yakıtları tükendiğinde de ölümleri gerçekleşir. 33- Yıldızlar nasıl ölür? 'Güneş'in sonu nasıl olacak' sorusunda uzun uzun anlattım. Ama her yıldız aynı ölüm süreçlerinden geçmez. Bu süreçler kütlelerinin büyüklüklerine göre değişir. Çok büyük kütleli yıldızlar küçük kardeşlerine göre çok daha hızlı ölür. Yani, ben çok büyüğüm, cehennem gibiyim, alayınızı yakarım, diyen bir yıldızın gazı hemen söner. Yıldızlar büyük kütlelere sahip olduğundan gezegen gibi gökcisimlerini bile kendilerine çeker. Ama merkezlerindeki bu muazzam kütleçekimi diğer cisimlere uyguladıkları gibi, kendilerine de uygularlar. Bu muazzam kütleçekime kendi yüzeyleri bile dayanamaz ve yüzeyleri içeri doğru çökmeye başlar. Bu çökmeyi durdurmak için merkezlerinde hidrojen yakıp helyum üretirler. Astronomik boyutlardan çıkarıp anlaşılabilecek bir örnek verirsem, saniyede 10 hidrojen yakıp 9 helyum üretirler. Kaybolan bu 1 tane hidrojen ortaya muazzam bir enerji çıkarıp dışarıya doğru ilermeye başlar ve çökmeyi durdurur. Bu bir dengedir. Güneş'imizden bize ulaşan ısı ve ışık enerjisinin sebebi işte bu '1' hidrojen farkıdır. Gerçi o, saniyede 600 milyon ton hidrojen yakıp 596 milyon ton helyum üretir. Çıkan enerji farkıyla çökmesini durdurur ve bu enerjiyi saçar. Peki büyük kütleli yıldızlar neden daha çabuk ölür? Bunu da insana uyarlayayım. Eğer küçük bir mideye sahipseniz daha az besin yakarak kendinize yeterli enerjiyi sağlarsınız. Ama büyük bir mideye sahip olursanız sürekli daha çok besin yakmaya ihtiyaç duyarak gittikçe kilo alırsınız ve bu oldukça sağlıksız ve kısa bir ömür anlamına gelir. -kamu spotu- Sağlıklı ve yeterli beslenin ve çok yaşayın, büyük kütleler yıldızların bile sonunu getirir -kamu spotu- Büyük kütleli yıldızlara geri dönersek büyük kütle demek doğal olarak daha büyük kütleçekim demektir. Dolayısıyla bu yıldızlar yüzeylerini çok daha büyük bir güçle çekmeye başlarlar. Dengeyi sağlamak için de daha fazla yakıt yakmaları gerekir. Tabii bu yakıtın bir sınırı olduğu için yakıtlarını çok çok daha çabuk tüketir ve nalları dikerler. Ölümleri esnasında artık dengeyi sağlamak için yakıt kalmadığından merkezleri içeri göçer ve süpernova denilen muazzam bir patlama gerçekleşir, parçalar uzaya saçılır. Ölmekte olan yıldızın ilk kütlesi 8-20 Güneş kütlesinden daha büyükse süpernova patlaması sırasında ortaya nötronlardan oluşan küçücük bir yıldız kalır. Buna nötron yıldızı denir. Ama ilk kütlesi 20 Güneş kütlesinden daha büyük bir yıldız, süpernova patlamasıyla ömrünün sonuna geldiğinde, herkesin adlarını bildiği ama genel olarak ne olduğunu pek bilmediği bir şey ortaya çıkar: Karadelik! 34- Karadelik nedir? Üstte nasıl ortaya çıktığı yazıyor. Şimdi, nedir, neyi kanıtlar, neleri etkiler? Öncelikle Newton'un kütleçekim teorisinden bahsetmek şart. 'Güneş nedir' sorusunda, eğer Güneş yok olsaydı karanlığa gömülmemizin 8 dakikadan biraz fazla bir süre alacağını söylemiştim. Newton'un teorisine göre ise Güneş birden yok olursa biz bunu kütleçekimsel olarak anında hissederiz ve yörüngeden çıkarız. Anında. Ancak Newton'dan yıllar sonra doğan, bir patent ofisinde çalışan ve sonradan dili dışarıda pozlar veren bir memurun bu konuyla ilgili sorunları vardı. Bu sorunun çözümünün adı Genel Görelilik olacaktı. O memur da hepimizin bildiği gibi Einstein'dan başkası değildi. Einstein'a göre ve sonradan kanıtlandığı üzere hiçbir şey ışıktan daha hızlı olamazdı. Buna kütleçekim etkisi de dahildi. Işığın bile 8 dakikadan fazla bir sürede katettiği yolu, kütleçekim etkisini nasıl anında katedebilirdi? Newton bazı konularda yanılıyordu. Bunu en basit şekliyle şöyle anlatayım, hatta sürekli paylaşılan bir film sahnesi de görmüşsünüzdür bununla ilgili anlamak için daha kolay bir örneği yok: İki arkadaşınız bir çarşafı alarak iki yandan tutsun, çarşafı ise uzay-zaman olarak kabul edelim. Uzay ve zaman olguları ayrı ayrı ele alınamaz. Siz de bu çarşafın tam ortasına küçük bir karpuz bırakın. Bu karpuz da Güneş olsun. Ne olur? Karpuz, çarşafı aşağı doğru çökertir ve kütlesiyle kendi etrafında bir şekil oluşturur. Şimdi bir mandalinayı çarşafın üstüne bırakın. Mandalina da Dünya olsun. Bu sefer ne olur? Mandalina, karpuzun çarşafta oluşturduğu eğrilere göre yol alır. Yani kütleçekim dediğimiz şey Güneş'in, kendi Güneş sistemimiz içinde en büyük kütleye sahip gökcismi olmasından dolayı uzay-zamanı diğer cisimlere göre çok daha bükmesi ve diğer gökcisimlerinin de bu bükülmenin oluşturduğu eğrileri takip etmesidir. Einsten'in teorisinden sonra bakış açısı tamamen değişmiş ve bazı sorulara cevap verilebilmiştir. Genel Görelilik teorisinden hemen sonra karadeliklerin varlıkları kuramsal olarak öngörüldü. Mesela Samanyolu içindeki milyarlarca yıldızın takip edeceği bir eğriyi yaratabilecek kadar, yani uzay-zamanı bu derece bükebilecek kadar muhteşem kütleli bir yapı olması gerekiyordu. Ama aynı zamanda hacminin çok küçük olması gerekiyordu. Çünkü uzay-zamanda bu derece bükme yaratabilecek bir kütleye sahip olan nesne, eğer kütlesiyle doğru orantılı bir büyüklüğe sahip olsaydı onu hemen keşfedebilirdik. Mesela Samanyolu'nun merkezindeki süper kütleli karadelik 4 milyon Güneş kütlesine sahiptir. Oha çekenler için, aşağıya bıraktığım karadelik belgeselinde 10 milyar Güneş kütlesine sahip karadeliklerin bile anlatıldığını belirteyim. Eğer 4 milyon Güneş kütlesine sahip bir yapı, kütlesiyle doğru orantılı bir büyüklüğe sahip olsaydı ilk fark edeceğimiz şey bu olurdu. Ama hayır, bildiğimiz en büyük yıldızlar bile böyle bir kütlenin, ufacık denebilecek bir oranını asla sağlayamazdı. Bu yapı, çok küçük bir hacmin içinde inanılmaz bir kütleye sahip olmalıydı ve bu yüzden de uzay-zamanı bükmeyi geçin, çarşaf örneğindeki çarşafı delip geçmeliydi. Karadeliklerin yaptığı şey budur. Uzay-zamanda bir delik açılan yerlerdir. İçlerine dair sadece teoriler var. Pratikte ne olduğunu bilmemizin imkanı hiç yok. O yüzden karadelikler, uzay-zamandan bağımsız yerlerdir. Orada bilinen kanunların hiçbiri işlemez. Tıpkı Bing Bang gibi tekilliktirler. Filmlerle birlikte oluşan yanlış algıdaki gibi korkunç şeyler değildir. Aksine yıldız üretimine en büyük katkıyı sağlarlar. Öyle ne var ne yok içine çekmezler. Olay ufku denilen bir sınırları vardır. Bu sınıra girmedikçe problem yok. Olay ufku, karadeliği bir küre gibi sarar. Bu 'olay ufku' çok geniş değil. Örneğin; Güneş'in yerine 10 Güneş kütlesine sahip bir karadelik koyduğumuzu düşünelim. Bu karadeliğin olay ufku anca 30 km falan oluyor. Isı veya ışık gibi faktörler olmasa hiçbir şey anlamadan, sorunsuz bir şekilde bu karadeliğin çevresinde dönmeye devam ederdik. Ancak bir karadeliğin olay ufkuna girilirse ne olur? Bir kütlenin kütleçekim etkisinden kurtulabilmek için sahip olunması gereken bir hız vardır. Bu hıza 'kaçış hızı' denir. Örneğin; Dünya'dan kaçış hızı saniyede 11,2 km'lik bir hızdır. Güneş'in kütlesinden kaçış hızı saatte 2,2 milyon km'dir. Kütle büyüdükçe kaçış için gereken hız da artar. Ama karadelikler muazzam kütlelere sahip olduklarından, kaçış hızı için en yüksek hıza, yani ışık hızına sahip olsanız bile onlardan kaçamazsınız. Zaten ışık bile karadeliklerin olay ufkundan kaçamaz. Adı üstünde karadelik. Gözlemlemek aşırı zordur. Hatta bir ara imkansız olduğu düşünülüyordu. Ama 2019 yılında çekilen ilk karadelik fotoğrafları kamuoyuna sunuldu. Dalga geçenleri hiç sallamayın. O flu fotoğraf muhteşem ötesi bir şey! Muhteşem ötesi! Süper kütleli karadelik belgeseli: youtu.be/bXgLUx8DT7A Karadelikler belgeseli: youtu.be/hocG9_ImTv4 35- En yakın yıldızlar hangileridir? Soru yakın kelimesi içerse de tabii ki astronomik olarak yakın. Güneş'imizle bile aramızda 150 milyon km vardır. Saatte 1000 km hızla giden bir uçakla 150 milyon km'yi katetmek, bir an bile hız kesmediğiniz takdirde 17 yıl sürer. Güneş'ten sonra en yakınımızdaki yıldız, 'Güneş nedir' sorusunda ortadan yok ettiğim Proxima Centauri’dir. 4.2 ışık yılı uzaklıktadır. Bulunduğu noktaya aynı uçakla gitmeye kalkarsanız zaten gidemezsiniz. Bu yıldızla aramızdaki mesafeyi uçakla katetmek 4.5 milyon yıl sürer. Hızı saatte 250.000 km olan bir araçla bile ancak 18.000 yıl sonra varırsınız. Bizden 10 ışık yılı uzaklıkta keşfedilen ve hızla bize yaklaşan Ross 248 isimli yıldız, yolda başına bir şey gelmezse 33.000 yıl sonra bize Proxima'dan daha yakın olacaktır. Samanyolu'nda yıldızlar arasındaki mesafe ortalama 5-10 ışık yılıdır. Güneş'imiz gibi yalnız yıldızlar çok azdır. Yıldızlar genelde çift, üç ya da daha fazla sayıdaki gruplar hâlinde takılırlar. Örneğin; Proxima'dan sonra bize en yakın yıldız ikili bir yıldız sistemidir. Alfa Centauri sistemi olarak A ve B diye adlandırılırlar. Proxima da bu ikisinin çevresinde döner zaten. 10 ışık yılı yarıçapındaki bir küre içini baz aldığımızda çevremizde sadece 11 tane yıldız vardır. 36- Gökada nedir? 'Kaç gezegen var' sorusu altında bu sorunun cevabından bahsettim. Gözlemlenebilir Evren'de sayılarının, 2011 yılında yazılan bu kitapta 125 milyar olduğu yazıyor. Ama Hubble'dan alınan son verilerle yapılan hesaplamalara göre gökada sayısı 2 trilyona fırladı. O da gözlemlenebilir kısmı olarak tabii ki. Sayılar iyice manyak bir hâl almaya hiç şüphesiz devam edecek. Gökadalar farklı büyüklüklerde bulunuyor. Dolayısıyla içlerinde farklı yıldız sayıları barındırıyorlar. Birkaç milyon yıldız içeren oldukça küçük gökadalar bulunduğu gibi, içlerinde trilyonlarca yıldız barındıran gökadalar da mevcut. Samanyolu'nun çapı 100.000 ışık yılıdır. Aslında cüce kategorisinde bir gökadadır. Geçen yıl, Samanyolu'nun, hesaplamalardan en az 2 katı büyüklükte olabileceği anlaşıldı. Samanyolu'nun büyüklüğü hesaplanırken sadece en parlak yıldızların dizildiği disk şekli baz alınarak hesap yapılıyordu. Ama dümdüz bir disk yerine buruşuk bir yapı içerdiği anlaşıldı. Yani bizim göremediğimiz karanlık bölgelerinin olma ihtimali çok fazla. Ama iki katına çıksa bile yine cücelikten kurtulamıyor. Daha büyük galaksilerin çapı 6.000.000 ışık yılını bile buluyor. Gerisini siz hesaplayın. Bir çoğunun merkezinde bizim gökadamızda olduğu gibi, süper kütleli bir karadelik bulunur. Gökadanın içindeki cisimler de bu karadelik çevresinde döner durur. Gökadaların şekilleri de birbirinden farklı. Üç çeşidi var: elips, sarmal ve düzensiz. Sarmal gökadalar da kendi içinde normal ve çubuk olarak iki çeşittir. Samanyolu'muz çubuklu sarmal bir gökadadır. Daha önce birleşen gökadalar olduğu biliniyor. Bize en yakın galaksi, 2 milyon ışık yılı civarlarında bulunan Andromeda gökadası. Birbirlerine büyük bir hızla yaklaşıyorlar. Tahmini 4 milyar yıl sonra çarpışacaklar. Bu çarpışma da 4 milyar gibi bir süre boyunca devam edecek. Bu kitap yazılırken Andromeda Galaksisi tahminlerde bizden birkaç kat büyüktü. Ama buruşuk bir yapıda olduğumuzun ortaya çıkması ve Andromeda hakkındaki son hesaplamalardan sonra, iki galaksinin çok yakın büyüklüklerde oldukları ortaya çıktı. Ama bizim merkezimizdeki süper kütleli karadelik 4.4 milyon Güneş kütlesine sahipken Andromeda'nın karadeliği ise 100 milyon Güneş kütlesine sahip. Andromeda çok daha ağır ve büyük olduğu için hüüüüp diye içe çekilen bizim galaksimiz olacak. İki karadelik birleşip tek bir karadelik hâline gelecek. Yıldızlar arası boşluk çok olduğu için, bu ilk akla gelen düşünce gibi, her iki galaksideki tüm yıldız ve gezegenlerin toz duman olacağı anlamına gelmiyor. İki galaksinin iç içe geçmesi şeklinde bir çarpışma olacak. İki galaksi de milyarca yıldız ve gezegen kaybedecek ve canlıların hayatta kalamayacağı ışınlar yayılacak. Ama her iki galaksinin içindeki tüm cisimlerin infilak edeceği ve toz hâline geleceği yok. Zaten bu zaman dilimine gelmeden insanlar başka bir gezegene kaçamazsa bunları dert etmelerine gerek de olmayacak. Güneş'imiz ölüm evresine çoktan girmiş olacağı için, bu çarpışmadan çok önce Dünya'da yaşam zaten çoktan bitmiş olacak. Bu birbine yaklaşan iki gökadaya bakarak gökadaların sabit olmadığı zaten anlaşılabilir. Birbirlerini çekerler ve küme gökadaları denilen ve birçok gökada barındıran bölgedeki gruplar birbirlerini etkilerler. Birçok gökada kendi ekseninde döner ve evrenin sürekli genişlemesinden dolayı uzay tarafından ileri taşınır. Yani ileriye doğru bir hareketleri de mevcut. 37- Samanyolu nasıl bir gökadadır? Çubuklu sarmal bir gökadadır. Bu kitapta büyüklüğünü anlatmak için verilen örnekte; Güneş Sistemimiz (yani Güneş'imizin etrafında dönen, 8 gezegen ve diğer ne kadar gökcismi varsa hepsi dahil) bir müzik CD büyüklüğündeyken Samanyolu bir Dünya büyüklüğündedir. Tabii bu kitaptan sonra keşfedilen buruşuk yapının ardından iki dünya büyüklüğündedir. İçerisinde keşfedilen en yaşlı yıldız 13,2 milyar yaşındadır. Yani gökadamız, Evren'den sadece 600 milyon yıl daha genç. Samanyolu'nu 130.000 ışık yılı çapında hale denilen bir yapı kuşatır. Bir de karanlık hale vardır ki o çok gizemli ve çok büyüktür. Karanlık hale'nin kütlesi, Samanyolu'nun toplamından 10 kat daha fazla kütleye sahiptir. Merkezindeki karadeliğin çevresinde tüm gökcisimleri döner. Güneş Sistemimiz de dahil. Üstelik saniyede 250 km hızla döner. Bir tur 250 milyon yıl kadar sürer. Bu karadeliğin çevresinde bu zamana kadar 20 tur falan attık. 38- Yerel grup nedir? Samanyolu'nun dışına çıkınca karşılaşılan bölge artık Evren denilen yerdir. Gökadalar, kütleçekim sayesinde başka gökadalarla birlikte gruplar oluşturur. Küçüklerine grup, büyüklerine küme denir. 50 gökada altına grup, 50-1000 arasında gökada birlikteliklerine de küme denir. Biz 46 gökada içeren ve içinde bulunduğumuz için 'yerel grup' olarak adlandırılan bir gökada grubunun içindeyiz. Yerelliğe bak. 39- Evren’in büyük ölçekli yapısı nasıldır? 'Büyük resmi' görebilmek adına oluşturulan, en küçük parça olarak gökadaların kabul edildiği ve içinde trilyonlarca yıldız bulunan gökadaları sadece birer nokta şeklinde gösteren harita ve modellemeler oluşturuldu. Ama bu kitap yazıldığında tahmini gökada sayısı 125 milyar civarıydı. Şu an 2 trilyon. O yüzden büyük ölçeği daha küçük bir bölgeye (birkaç milyar ışık yıllık) indirirsek süper küme gökadalar, küme gökadalar ve gökada grupları ipliksi bir yapıyla sanki birbirine bağlıymış gibi, zincir ya da yaprak şeklinde bir görüntü ortaya çıkarıyor. Merkez olarak belirlenecek bir yapı yoktur. Her yere de eşit dağılmış homojen bir görüntü ortaya çıkar. Diğer soruları uzunluktan dolayı site kabul etmediğinden yoruma bırakıyorum.
50 Soruda Evren
50 Soruda EvrenÇağlar Sunay · Bilim ve Gelecek Yayınları · 2011161 okunma
··
1.769 görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
İlk 5 soruyu okudum. Gerisini sonra okuyacağım. :) Özellikle 'Güneşli' kısımdaki bilgileri çok sevdim. Ellerine, emeğine sağlık.
Numan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler hocam. Beğenmenize sevindim. Gerisini okursanız umarım seviye devam eder. :)
Numan okurunun profil resmi
Site hepsini kabul etmediğinden diğer soruları yorum olarak paylaşıyorum. :D 40- Evren’in temel özellikleri nelerdir? İzotropik, homojen bir yapıda oluşu ve evrim geçirmesidir. Biyolojik olan Evrim değil. Zaman olarak farklılaşma ve gelişme olarak. Mesela Evren'in bir yerinde bambaşka elementler içeren daha önce hiç bilmediğimiz bir yapıda yeni bir gezegen falan bulunmaz ya da bambaşka fizik kurallarına sahip yeni bölgeler oluşmaz. Evren gittikçe artan bir hızla genişler. İzotropiktir. Evren'in herhangi bir merkezi yoktur. Yani neresine gidip bakarsanız bakın aynı şekilde özellikler gözlemlersiniz. Mesela hangi yöne bakılırsa bakılsın aynı oranda genişleme görülür. Başı, sonu ya da kenarı bulunmaz. Homojendir. Büyük ölçekte her yere eşit şekilde madde dağılmıştır. Bu nasıl oluyor diyorsanız anahtar kelime büyük ölçek. Yoksa küçük ölçeklerde incelendiğinde, Evren eşit şekilde dağılmış muntazam düzenli bir yapı değildir. Alakası bile yoktur hatta. Gökadalarda ise izotropik ve homojen bir yapı yoktur. Bir zamanlar kendimize büyük önemler yüklemimizden dolayı Evren'in merkezinin Dünya olduğu sanılıyordu. Ama kendi gökadamızın bile merkezinde değiliz. Samanyolu'nun merkezindeki karadeliğin çevresinde dönüyoruz ve merkezden bile oldukça uzağız. Yani gökadalar izotropik değildir. Başı, sonu, kenarı ve merkezi bulunur. Homojen de değildir, kaos hakimdir. Belli bölgeleri çok yoğun gökcismi içerir. Bazı yerler tenhadır. Biz tenha olan bir yerdeyiz. Kitapta Evren'in bu 3 özelliği sadece ağaçlarla kaplı bir gezegen üzerinden anlatılmış. Ben, bir balon üzerinden örnek vereyim. Daha küçük ölçek ve daha anlaşılır. Oda büyüklüğünde tamamen yuvarlak olan bir balonun üstünü noktalarla komple dolduralım. Sonra balonu inanılmaz boyutlara varana kadar şişirelim. Çünkü Evren genişliyor. Ne olur? Noktalar birbirinden uzaklaşmaya başlar. Tıpkı Evren'in genişlemesiyle birbirinden uzaklaşan cisimler gibi. Balonun üstündeki hangi noktaya gidersek gidelim yön tayin edebileceğimiz herhangi bir değişiklik göremeyiz. Merkez diyebileceğimiz bir nokta bulamayız. Balonumuz izotropik bir yapıdadır. Balonumuza büyük ölçekte geriden bakalım. Noktaların belli bir noktada toplandığı ya da hiç nokta içermeyen bölgeler yoktur. Balonumuz homojen bir yapıdadır. Şimdi bu balonunun içindeki havayı almaya başlayalım. En son avucumuzun içine sığacak küçüklükte ama şekli bozulmamış bir yuvarlak kalsın. Bu ne demek? Balon inanılmaz büyüklükteyken üstünde bulunan tüm noktaları ve noktalar arasında içinde enerji bulunan boşlukları da içeren tek bir nokta var artık elinizde. Evren'in sürekli genişlediği keşfedildikten sonra, bu olay Evren'e uygulandı yani film geriye doğru sarıldı. Geriye şu an bulunan tüm madde ve enerjiyi içeren, tahayyül bile edemediğimiz kadar sıcak ve yoğun tek bir nokta kaldı. Avucunuzdaki nokta şekline kadar inmiş balona birden hava verin ve bir noktadan sonra giderek artan bir hızla genişletmeye devam edin. İşte karşınızda Bing Bang teorisi. 41- Kozmik mikrodalga arka plan ışıması nedir? Bing Bang teorisinin kanıtı. Eğer görünüşte biraz korkutucu ve karışık bir konu gibi duran bu isim tamlaması ilk kez bu kitapta karşıma çıksaydı ve herhangi bir bilgim olmasaydı, kafamda tam oturtamazdım herhalde. Kitapta ışımanın ne olduğu ya da hangi boylarda olduğu doğal olarak açıklanmamış. Ben olabildiğince ve elimden geldiğince basit anlatmaya çalışacağım. Çünkü olay büyük oranda bununla ilgili. Bunu net olarak anlamadan olayın ne olduğunu anlamak zor. Aslında bu ilkokul konusu. Bir kaynaktan çıkan ışık, farklı dalga boylarında elektromanyetik dalgalar aracılığıyla yayılır. Ya da yine ilkokul fizik konularından biri olan ısının ışıma yoluyla yani radyasyonla herhangi bir maddeye ihtiyaç duymadan taşınması. Tıpkı gezegenimiz ve Güneş arasında olduğu gibi. Bu fotonlar kaynaktan çıkıp ilerlemeye başladıkça dalga boyları doğal olarak uzar ve yol aldıkça enerjilerini kaybettikleri için, farklı dalga boylarına inerler. Ben en kısadan en uzun dalga boyuna inerek açıklayayım. Dalga boylarına dair sayılar vererek kafaları hiç karıştırmayacağım. En yüksek enerji taşıyan ama en kısa dalga boyuna sahip ışıma Gama ışınlarıdır. Bunlar atom çekirdeğinde meydana gelir. Sonra X ışınları dediğimiz ve hepimizin mutlaka nasıl göründüğünü bildiği ışınlar vardır. Röntgen filmleri, X ışınları sayesinde çekilir. Eğer bizim gözlerimiz bu dalga boyuna ayarlı olsaydı hepimiz birbirimizi röntgen filmlerinde olduğu gibi görürdük. Bizim gözlerimizin görebildiği dalga boyu seviyelerinde, en kısa mesafeye sahip ışıma mor renktir. Görebildiğimiz dalga boyuna gelmeden önce bir ışıma daha var. Mor renkten öncesi ne olur? Mor ve ötesi. Hayır, müzik grubundan bahsetmiyorum. Ultraviyole ışınlarından bahsediyorum. Gözlükleri falan da var. Bu dalga boyundaki ışınlar, artık bizim başımızdaki büyük bir dert. Ozon tabakası ve küresel ısınma diyeyim, siz anlayın. Birçok kişi küresel ısınma olduğunu ve bunun ozon tabakasındaki incelmeden olduğunu bilir. Ama ne alaka, arasındaki bağlantıyı açıkla, dediğimizde tam bir cevap alamayız. Güneş'ten gelen ışınlar, aramızdaki mesafeden kaynaklı olarak büyük oranda hala mor ötesi dalga boyuna sahiptir ve gelişmiş canlıların yaşamı için hiç uygun değildir. Bu ışınların çok büyük bir kısmı bizim atmosferimiz tarafından emilir. En basit anlatımıyla atmosferimiz bir kalkan görevi görerek bu dalga boyunu, görünen dalga boyuna düşürüyor diyebiliriz. Atmosferimiz oluşmadan önce, Dünya üstünde canlı yaşamı bulunmamasının nedeni, gezegenimizin bu ışınları patır patır yemesinden kaynaklıdır. Kalkanımızda bir delik açtık. Ve uyarılara rağmen hâlâ deliğe el birliğiyle vurarak genişletiyoruz. Bu dalga boyu delikten içeri sızıyor ve sahip olduğu bizim için tehlikeli seviyedeki enerjiyle gezegenimiz daha fazla ısınıyor, buzullar eriyor ve cilt kanseri yayılıyor. Ama kimsenin umrunda değil. Bu ışının en yüksek enerjiye sahip olanları atmosferimiz tarafından emilir (tabii ki şimdilik), bu ışının en düşük enerjisi bize ulaşır. Tatilde güneşlenirken oluşan güneş yanıklarının sebebi bu ışının atmosferden geçebilen daha düşük enerjili hâlidir. Vücudumuza sürdüğümüz güneş kremleri bu ışınları soğurur. Yani vücudumuza krem şeklinde bir atmosfer sürüyoruz da diyebilirim. Gelelim gözlerimizin görebildiği dalga boyuna. En kısası mor ve en uzunu kırmızı. Renkler, bizim görebildiğimiz hâliyle bu dalga boyu sayesinde oluşur. Güneş'ten gelen ve artık görebildiğimiz dalga boyuna sahip olan ışık, içinde gökkuşağı renklerinin bulunduğu dalga boylarının hepsini barındırır. Mesela yine ilkokul konularından biri olan 'bitkiler neden yeşildir' sorusunun cevabı, bitkilerin fotosentez yapabilmek için, yapılarından dolayı en ihtiyaç duyduğu kırmızı ve mavi dalga boyunu alıp en bol bulunan yeşile "sen git, sana ihtiyacım yok," diyerek geri yansıtmasıdır. Görünen tayfın en uzun mesafeye sahip olan kırmızıdan sonraki dalga boyu infrared denilen kızılötesidir. Enerji iyice düştüğünden gözle görülemez. Biz bile vücut sıcaklığımızdan dolayı bu ışımayı yaparız. Gece görüş gözlükleri, kızılötesi dalgalarını görebilecek şekilde ayarlı olduğundan, bu dalgada ışıma yapabilecek sıcaklığa sahip her şeyi görür. Bir sonraki dalga boyu, soruyu asıl ilgilendiren mikrodalga boyu. Mikrodalgadan daha uzun bir mesafeye ve daha az enerjiye sahip olan radyo dalgalarını zaten telefon görüşmelerimizde, radyo ve televizyon yayınlarında kullanıyoruz. Mikrodalgalar, radyo dalgalarından biraz daha fazla sıcaklığa, enerjiye ve daha kısa bir mesafeye sahipler. Evlerimizde kullandığımız mikrodalga fırınlarda yemek pişirilmez, yemekleri ısıtmaya yararlar. Işımaların dalga boyunu anladıysak gelelim sorudaki isim tamlamasında bulunan kozmik ışımaya. Evren'in genişlediği keşfedilmeden yani film geriye sarıp elimize Bing Bang teorisi düşmeden önce, Evren konusundaki görüşlerin hepsi durağan, herhangi bir başlangıcı olmayan, sonsuz genişlikte ve içinde sonsuz sayıda yıldız barındıran Evren teorileriydi. Ama bu durağan, ezelden beri var olan sonsuz genişlikteki Evren teorileri açıklanamayan sorular da doğuruyordu. Örneğin; Geceleri gökyüzü ve uzay neden sürekli karanlıktı? Aslında o zaman yapılan Evren tasvirlerine bakarsak geceleri gördüğümüz gökyüzü ve uzay, gündüzlerden bile daha parlak olması lazımdı. Olber, bu sorunu bilimsel anlamda ele aldığı ve bu sorun tam anlamıyla da cevaplanamadığı için bu olaya 'Olber Paradoksu' adı verildi. Bing Bang önceleri kabul görmedi. Herkes Evren'in genişlediği bariz bir şekilde keşfedildiği için, bir zamanlar gökcisimlerinin çok yakın ya da bir arada olduğunu kabul ediyordu. Evet, çok mantıklıydı. Ama belki ilk başta 10 milyar ışık yılı genişliğindeydi ve bilinmeyen bir sebepten ötürü genişlemeye başlamıştı. Aslında kimse Evren'i tek bir küçük bir noktaya sığdırmaya yanaşmak istemiyordu. Çünkü bu olayı inanılmaz karıştırıyordu, akıl almayacak hesaplamalar ve sorular doğuruyordu. Kimse de Evren'in genişlemesinin keşfiyle birlikte akla otomatikman gelen ilk başlarda hiçbir kanıtı olmayan bir teori için, araştırma yaşamını ve ömrünü feda etmek istemiyordu. Ama bazı öngörüler de yapıldı. Evren, eğer tek bir kaynaktan çıkmışsa oluşabilecek o muazzam ve tek kaynaktan çıkan ışıma, genişlemeyle birlikte her yerde aynı dalga boyu seviyesinde olmalıydı. Bazı değerler öngörenler oldu ve bu öngörüler sonradan keşfedilen seviyeye çok yakındı. Ama dediğim nedenlerden dolayı kimse bunu araştırmaya kalkmadı. Princeton Üniversitesi'ndeki bir grup hariç. Onlar çatıya bunu ölçmek amacıyla bir dedektör koydu. Ama bu ışımayı onlar keşfetmedi. Bir telekomünikasyon firması bir radyometre ve uydu aracılığıyla daha pürüzsüz ses için ölçümler yapıyordu. Ama gelen ölçümler hep ekstra bir mikrodalga boyu içeriyordu. Sonunda radyometreyi kullanmayı bıraktılar. Penzias ve Wilson adında iki radyo astronomu, bu radyometreyi uzayda radyo dalgalarını incelemek amacıyla aldı. Ancak radyometreyi nereye doğrultsalar sabit bir değerde ekstra bir dalga boyu geliyordu. Yakınlardaki askeri üssü bile aradılar, siz mi bir şeyler yapıyorsunuz, diye ama cevap hayır oldu. Sonra radyometrenin içine güvercinlerin yuva yaptıklarını fark ettiler. Bu kadar süre güvercin pislikleri mi kafayı yedirtti bize, diyerek radyometrenin içini temizlediler. Ama ses kesilmedi. Bu sesin Samanyolu'nun dışından dâhi geldiğini fark ettiklerinde araştırmalar yaptılar ve çeşitli kişilerle görüştüler. Bing Bang'den geriye kalan fosil ışımayı keşfetmişlerdi. Görüştüklerinden biri de bunu keşfetmek için dedektör kuran üniversitedeki ekipten biriydi. Bu elemanlarla görüşen kişi aradıkları şeyin bulunduğunu anında anlamıştı ve geri dönüp ekibin geri kalan üyelerine o ünlü cümleyi kurdu: "Arkadaşlar, atlatıldık". Gerçekten de atlatılmışlardı. Hemen bir makale yayınladı. Ve yapılan ölçümlerde evrenin her yerinde aynı oranda dalga boyu tespit edildi. Bu dalga boyu televizyonlarda kanal çekmediğinde oluşan karıncalanma ve radyolarda kanal çekmediğinde oluşan cızırtının, çok az miktarda olsa da sebebidir. Yani ufaktan da olsa Bing Bang'in yankısını görür ve duyarız. İkili bu şansa keşfettikleri ışıma sayesinde Nobel'i aldı. Bu keşiften sonra Bing Bang teorisine ateşli şekilde muhalefet eden bilim insanlarının ellerinde bile, bu teoriye karşı çıkabilecek hiçbir şey kalmadı. Evren, gerçekten de çok yoğun ve çok sıcak tek bir noktadan meydana gelmişti. 42- Evren ne kadar büyüktür? 92 milyar ışık yılı çapındadır, ama iş biraz karışık. "Gözlemlenebilen Evren"e göre 92 milyar ışık yılı çapındadır. Tam olarak ne kadar büyük bilmemizin imkanı yok. Evren'in bir merkezi yok demiştim. Ama nereden bakarsanız bakın, Gözlemlenebilen Evren'in merkezi baktığınız yerdir. Yani Gözlemleyebildiğimiz Evren bulunduğumuz yere göre değişir. Bir önceki soruda anlattığım Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması, Bing Bang'in başlangıcından 380.000 yıl sonra ortaya çıkan ışımadır. Çünkü Evren, bir ışımanın yani ışığın var olamayacağı bir hâldeydi. İlk ışık 13.8 milyar yıl önce çıktığından, hangi noktasından baktığınız fark etmeksizin, ne yöne bakarsanız bakın size en uzak ışık kaynağı ancak 13.8 milyar ötedeki bir kaynaktan olabilir. Çünkü ilk oluşan ışığın yaşı bu kadar. Işık hızı da sabit bir hız olduğundan, Gözlemlenebilen Evren'iniz hangi noktadan bakarsanız bakın mesela 14 milyar ışık yılı olamaz. Akıllara hemen, ee o zaman 92 milyar ışık yılı nasıl oluyor ki, sorusu geliyor. Çünkü Evren artan bir hızla genişliyor. Bunu biraz açıklamaya çalışayım. Güneş ile ilgili bir soruda, Güneş'e baktığımızda 8 dakika önceki hâlini görürüz demiştim. Hatta bize 4.2 ışık yılı uzaklığında olan en yakın yıldız Proxima'nın şu an teleskobumuza düşen hâlinin 2015 yılındaki hâli olduğunu, Proxima'yı ortadan kaldırsak bile 2024 yılına kadar görmeye devam edeceğimizi söylemiştim. Yani biz bugün 13.8 milyar ışık yılı ötedeki bir gökcismine baktığımızda onun 13.8 milyar yıl önceki hâlini görürüz. Ama Evren genişledi ve o bizden artık çok daha uzakta. Belki de yok oldu. Ama bilemiyoruz. İşte genişleme hızı baz alınıp yapılan hesaplarda, ışığı bize şu anda olduğu uzaklıktan ulaşmasa bile, 13.8 milyar ışık yılı ötemizdeki bir gökcisminin şu an bizden ne kadar uzaklaşmış olduğu hesaplanıyor. Ortaya çıkan yarıçap 46 milyar ışık yılı. Çap ise 92 milyar ışık yılı. 43- Evren’in genişlemesi ne demektir? Nasıl örneklendirebiliriz ki? Evren'in genişlemesi hiçbir şeye benzemez. Evren neresinden bakarsanız bakın tüm yönleriyle genişler. Mesela biz Samanyolu'ndan gözlemlediğimizde, Evren'in sağ taraflarındayız ama sola doğru genişliyor gibi bir durum yok. Her taraftan genişliyor. Ve bu genişleme sayıları 2 trilyonu bulan gökadaların hangisinden bakarsanız bakın bu şekilde. Hepsinde Evren'in merkezi, durduğunuz yer gibi gözükür ama bu tamamen bir yanılsamadır. Bu soruda akıllara en çok Evren nereye ya da nerede genişliyor gelir herhalde. Bir boşluk ya da uzay gibi bir bölge var, genişledikçe onun kısımlarını içine alıyor diyemeyiz. Evren'in dışında ya da dışı diye bir şey yok. Yani bildiğimiz kadarıyla yok. Son zamanlarda çoklu evren teorileri konuşulmaya başlandı. Genelde anlatılırken baloncukların içindeki farklı farklı evrenler birbirlerine yaklaşıyor gibi örneklendiriliyor. Çoklu evren teorisini konuşulmaya değer bir hâle getirecek birkaç ufak bulgu olsa bile, Bing Bang teorisindeki kozmik ışıma gibi reddedilemeyecek bir kanıt bulunana kadar kimsenin bu ihtimali ciddiye alacağı doğal olarak yok. 44- Evren kaç yaşındadır? 13.8 milyar yaşındadır. Bu yaş, Evren'in genişlemesi ve kozmik arkaplan ışımasının keşfi sonrasında ölçülmüştür. Ama net olarak bu yaş ancak Wilkinson Mikrodalga Anizotropi Sondası'nın 2003 yılında verdiği hassas bilgiler sonrasında verilebilmiştir. Yakın gökadalar yavaş, en uzak gökadalar çok hızlı şekilde bizden uzaklaşır. Evren'in genişlediğini keşfeden Edwin Hubble nedeniyle bu duruma Hubble Değişkeni denir. On milyon ışık yılı ötedeki bir gökada bizden saniyede 220 km hızla uzaklaşırken yüz milyon ışık yılı ötedeki bir gökada saniyede 2200 km hızla uzaklaşır. Yani mesafe büyüdükçe uzaklaşma hızı da artar. Hubble Değişkeni'ni tersine uygulayıp filmi geriye doğru sarınca Evren'in yaşı ortaya çıkar. Tabii bazı değişkenler de eklenerek yapılıyor bu hesap. Mesela ilk dönemlerinde çok hızlı olduğu zamanla azaldığı gibi değişkenler de ekleniyor. 45- Evren’deki uzaklıklar nasıl ölçülür? Işık yılı olarak. Yani ışığın bir yılda aldığı yola göre. Işığın bir yılda aldığı mesafe ise 9,4 trilyon km'dir. Yani bize yakın yıldız olan Proxima'yla aramızdaki mesafe yaklaşık 40 trilyon km'dir. Evet, en yakın mesafe bu. Peki nasıl ölçülür? Yakın ve uzak gökcisimlerini ölçmede farklı yöntemler kullanılır. Genelde Samanyolu'nun küçücük bir kısmını ölçmede kullanılan en bilindik yöntem paralaks yöntemidir. Aslında küçük hesaplarda basittir. Lise geometrisinde kullanılır. Hatta askerde nişan almadan önce mesafe tahmini yapmak için parmak atlatma yöntemi olarak mutlaka anlatılır. Kolunuzu dümdüz uzatarak baş parmağınızı nişan aldığınız uzaktaki bir noktaya doğru dümdüz uzatırsınız. İki gözünüzü sırayla kapatırsınız. Baş parmağınız hareket etmemesine rağmen arkaplanın kaydığını görürsünüz. Eğer arkaplan tahmini 10 metre kayıyorsa bunu 10 ile çarpar ve aradaki mesafeyi 100 metre olarak belirlersiniz. 10 ile çarpmanızın nedeni, iki gözünüz arasındaki mesafe ile baş parmağınızı uzattığınızda göz ile parmağınız arasındaki mesafenin 10 katı olmasından dolayıdır. İki gözünüz bir üçgenin tabanları olmak üzere çok dar açılı bir üçgen olur. Peki bunu en yakın mesafenin bile 40 trilyon km'yi bulduğu bir uzaklığa nasıl uygularsınız? Yıldızın konumu arka fondaki çok uzak yıldızlara göre belirlenir, 6 ay sonra Dünya yaptığı hareketle Güneş'in diğer tarafında olacağından yıldızın arka fondaki kayması belirlenir. İlk konumla 6 ay sonraki konum arasındaki mesafe, Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin 2 katı olur, yani 300 milyon kilometre. Belirlenen paralaks açılarıyla mesafe parsek cinsinden hesaplanır. Oldukça akıllıca. Ama uzak mesafelerde bu yöntem işlemez. Uzaklık merdiveninin sonraki basamakları gökcisimlerinin parlaklıklarına dayandırılır. Sefeit denilen yıldızların parlaklık değişkenlerine bakarak mesafe belirlendiğinden bu yönteme Sefeit Değişkenleri denir. Sefeit yıldızlarına en güzel örnek Kutup Yıldızı'dır. 4 günde bir parlaklığı %10 oranlarında değişir. Tully-Fischer yönteminde ise gökadaların kendi eksenindeki dönüş hızı ve mutlak parlaklıkları arasındaki ilişkiye göre hesaplanır. Belli tip Süpernova patlamalarında oluşan parlaklığa göre de mesafe belirlenir. Bunlar gibi birkaç mesafe belirleme yöntemi daha vardır. 46- Evren’e ilişkin bilgiler nasıl elde edilir? Gökbilim, gözlük merceklerinden üretilen teleskoplarla başlamıştır ve temel gözlem aleti olmuştur. Daha sonra ışık toplamak için mercek yerine ayna kullanılmaya başlanılan yansıtmalı teleskoplarla devam etmiştir. Fotoğrafların keşfedilmesiyle bir devrim yaşanmış ve gözlenebilen cisimler görüntü olarak kayıt altına alınmaya başlandıktan sonra gelişen teknolojiyle elektronik kayıt cihazlarından yararlanılmıştır. Elektromanyetik tayfın tamamen keşfedilmesiyle beraber 20. yüzyılda farklı dalga boylarını inceleyebilen uzay teleskopları fikri gündeme gelmiştir. Radyoteleskopların artmasıyla ve gittikçe gelişmesiyle birlikte astronomi altın çağını yaşamaya başlamıştır. 47- Karanlık madde nedir? Güneş sistemimizi ele alalım önce. Gezegenler Güneş'e yaklaştıkça daha fazla kütleçekim etkisinde olduklarından daha hızlı bir dönüş hızına sahiptir. En hızlı dönen gezegen Merkür'dür. En yavaş gezegen ise Güneş'in kütleçekiminden en uzaktaki Neptün. Şimdi Samanyolu'na bakalım. Samanyolu'ndaki tüm yıldızlar, merkezdeki süper kütleli karadeliğin kütleçekim etkisindedir ve onun etrafında döner. Fizik kuralları her yerde geçerlidir. O zaman normalde ne olması gerekir? Karadeliğin çevresindeki yıldızlar daha hızlı dönmesi gerekirken uzaklaştıkça aradaki bağ zayıfladığından dönüş hızının düşmesi gerekir. Ama öyle olmuyor. Samanyolu'nun en dışındaki yıldızlar bile en yakın yıldızlar kadar hızlı dönüyor. Amaaan demek gökadalarda böyle olması gerekiyor, diyebilirsiniz. Ama karadelikten en uzaktaki bu yıldızların bu hızla aradaki bağı koparıp gökadanın dışına savrulması gerek. Ama olmuyor. Bu 50 ve 1000 arası gökada içeren gökada kümeleri ya da 1000'den fazla gökada içeren süper kümelerde de mevcut. Bu küme ve süper kümeleri içeren gökadaların da bir arada duramaması gerek. Ama duruyorlar. Bunu ilk fark eden 1930'larda Zwicky adında bir gökbilimci oluyor. Bir süper gökada kümesini gözlemleyen Zwicky, gökadaların onları bir arada tutan kütleçekim çekim etkisine göre çok hızlı döndüklerini keşfetti. Ancak ne kadar gözlem yaparsa yapsın, bu kadar ciddi bir kütleçekim etkisine neden olabilecek bir kütleden bırakın az miktarda bulunmasını eser bile yoktu. O da ortada görünmeyen ama görünen kütleden kat kat fazla bir kütleye sahip büyük bir şey olduğunu bilim dünyasına duyurdu. Ama kimse tarafından sallanmadı. 40 yıl sonra iki fizikçi daha aynı sonuçları duyurdu. Ama onlar da kâle alınmadı. Daha sonra gökadaların dönüşleri hakkında araştırma yapan ve bize en yakın Andromeda Galaksisi'ni inceleyen astronom Vera Rubin, merkezdeki yıldızlarla uzaktaki yıldızların aynı hızda döndüğünü buldu. Bu evrensel kütleçekim yasasına ters bir durumdu. Samanyolu dahil diğer gökadalar incelendi ama hepsinde durum aynıydı. O zamana kadar birkaç kişinin duyurduğu ama pek ciddiye alınmayan olay artık reddedilemeyecek hâle gelmişti. Karanlık madde sadece ismine baktığımızda yalnızca görünmeyen bir madde gibi değil. Bilinen maddenin hiçbir özelliğini göstermiyorlar. Elektromanyetik anlamda radyodalgası boylarında bile ışıma yapmıyor. Işığı ne emiyor ne yansıtıyor. Ama maddeyle kütleçekim üzerinden etkileşiyor. O zaman varlıkları nasıl biliniyor? En büyük kanıtı zaten gökadaları birbirine tutturan bir harç olması gerektiğidir. Karanlık madde, bir gökada içinde bulunan madde miktarının 4-5 katı oranında olacak şekilde, gökadayı bir küre gibi sarıyor. Bu sayede gökada bir arada kalıyor. Bir diğer kanıtı da kütleçekimsel mercek yöntemi ile belirleniyor. Bu en basit şekliyle şöyle bir yöntem: Çok uzak bir gökcisimden gelen bir ışığın yolu izleniyor. Işık, yolu üzerinde karşılaştığı gökadaların içinden geçerken maddelerin kütleçekimine takılarak deformasyona uğruyor. Ancak ortaya çıkan harita ile gökadaların haritası ve ışığın maruz kaldığı kütleçekim miktarı hiçbir şekilde uyuşmuyor. Evren'deki madde oranı yani gökadalar, yıldızlar, gezegenler ve diğer gökcisimlerinin hepsi ancak %5'lik bir yer kaplar. O zaman geri kalanı karanlık madde midir? Hayır, yapılan hesaplamalara göre karanlık maddenin oranı ancak %23'e yakın bir orandadır. O zaman Evren'in geriye kalan 4/3'ü boşluktan mı oluşur? Pek sayılmaz. Karanlık madde: youtu.be/FwG9jsLG4jo 48- Karanlık enerji nedir? Bilinmiyor. Karanlık maddenin varlığı ve etkileri kesin olarak biliniyor. Sadece herhangi bir şekilde incelenmesinin bir yolunu bulmak lazım. Ama karanlık enerjiye karanlık denilmesinin nedeni tam olarak ne olduğunun bilinmemesinden kaynaklıdır. Evren'in genişlemesinden karanlık enerjinin sorumlu olduğu düşünülüyor. Evren'in genişlediği keşfedildikten onlarca yıl sonra bu konuda yeni bir bilgi daha keşfedildi. Evren sadece genişlemiyordu, giderek artan bir hızla genişliyordu ve kimse bunu beklemiyordu. Ama bir şey fark edildi. Eğer Evren en başından beri sürekli artan bir hızla genişlemiş olsaydı, şu anki genişliğinden çok daha büyük olması gerekirdi. Yeni hesaplar yapıldı. Ve Evren'in genişleme hızının sürekli artan bir ivmeye 5 milyar yıla yakın bir süre önce kavuştuğu belirlendi. İlk 9 milyar yıl içinde, sabit kalmayı geçin, genişleme hızının oldukça düştüğü dönemler bile olmuştu. Bu bilgiler baz alınınca ortaya şu çıkıyor. Evren'deki madde ve tabii ki karanlık madde ilk zamanlarda daha çok yer kaplıyordu. Çünkü Evren daha küçüktü. Ve bir zamanlar şu an aralarında milyonlarca ışık yılı bulunan gökadalar ve içlerinde bulunan maddelerin hepsinin astronomik anlamda dip dibe olduğunu biliyoruz. Karanlık enerjiye kütleçekimin tersi olarak kütle itim kuvveti de diyebiliriz. Evren daha küçükken ve şu an bulunan tüm madde ve karşıt madde bir aradayken muazzam bir kütleçekim vardı. Karanlık enerji bu kütleçekimin etkisine kapıldı ve hız yavaşladı. Ama tamamen durmadı ve gıdım gıdım Evren'i genişletmeye devam ederek 5 milyar yıl önce bir eşiği geçti ve kütleçekim etkisi zayıfladığından dolayı sürekli artan bir hıza kavuştu. Ben bunun daha iyi oturması için şöyle örneklendireyim: Elinizde tek bir süs balığının konulduğu en küçük akvaryumlardan biri var. Bu akvaryum, Evren'in ilk zamanlardaki hâli olsun. Bu akvaryumun yarısı dolu olsun ve içindeki suyu karanlık enerji olarak kabul edelim. Tabii böyle bir şey kimse yapmasın ama bu küçük akvaryumun içine 50 tane balık koyalım. Bunlar da madde ve antimadde olsun. Ne olur? Akvaryumun çoğunu kaplayan şey balık olur. Daha sonra bu 50 balığı yüzlerce litrelik bir akvaryumun içine alalım. İşte bugünkü Evren bu şekilde. Balık sayısı değişmedi ama suyun seviyesi ve akvaryumun büyüklüğü değişti. Eğer sonsuza kadar bu şekilde büyümeye devam ederse bu 50 balık göl, deniz ve okyanuslarda kendine yer bulmaya başlayacak. 49- Evren’in içeriği nedir? 5 temel içeriği vardır: Baryonik madde(kuarklar ve elektronlardan oluşan atomlar ve o atomlardan oluşan elementlerle meydana gelen maddelere baryonik deniyor), ışık, nötrinolar, karanlık madde ve karanlık enerji. Madde, karanlık madde ve karanlık enerjinin ne kadar yer kapladığı üstteki iki soruda yazıyor. Işık tüm elektromanyetik dalga boylarında 0,005'lik bir yer kaplıyor. Nötrinolar ise daha da az olarak 0,0034 oranında bir yer kaplar. Nötrinolar, ışık taneciği olan fotonlara benzer. Işık hızında hareket ederler ve kütlesizdirler. Ama fotonlar gibi maddeyle etkileşime girmeye hiç meraklı değildirler ve keşfedilmeleri bu yüzden çok zordur. Varlıkları kuramsal olarak öngörülmüş ve yıllar sonra Reines tarafından keşfedilmiştir. Reines'e Nobel Fizik Ödülü verilmiştir. Bu en sevdiğim belgesellerdendir. Araçlarımızın yapımında kullanılan elementlerin kökeni hangi yıldızlardan geliyor. Bunun üstüne bir belgesel: youtu.be/u524v1HkDig 50 - Evren’in sonu nasıl olacak? Üç senaryo var. Evren'in gittikçe artan hızda genişlediği öğrenilmeden önce, karanlık maddenin kütleçekim etkisi de hesaba katılarak bu genişlemenin bir süre sonra duracağı ve Evren'in küçülmeye başlayacağına dair varsayımlar öne sürülüyordu. Evren gittikçe küçülerek bir tekillik durumuna inecekti. Tekillik ile başlayan Evren, bir tekillikle son bulacaktı. Bu senaryoya Büyük Çökme adı veriliyordu. Ancak Evren'in artan bir hızla genişlediği keşfedildikten ve bu çökmeyi yaşatacak madde miktarı da olmadığından bu senaryo artık oldukça geri plana itildi. İkinci senaryo, karanlık enerji sorusunda verdiğim 50 balık örneğine yakın bir senaryo olan Büyük Donma'dır. Evren, Büyük çökme yaşamadan ya da herhangi bir şekilde büyümesi durmadan sonsuza kadar artan bir hızla genişlemeye devam edecek. Gökada grupları, kümeleri ve süper kümeleri birleşerek tek bir kütle hâline gelip koca kütleleler oluşturacak ve aralarında trilyonlarca ışık yılı mesafeleri olacak. Evren gittikçe büyüdükçe soğuma başlayacak ve içindeki her şey ölecek. Şu an gidişata bakarsak en mantıklı senaryo budur. Sonuncu senaryo Büyük Parçalanma'dır. Buna göre karanlık enerji giderek şiddetini artıracak ve Donma yaşanmadan çok önceleri kütleçekim etkisini yenecek. Bütün gökadalar, içinde bulunan yıldızlar ve yıldız sistemleri birbirinden kopararak boşluğa savuracak ve Evren'in sonu gelecek. Aslında tüm senaryolar karanlık enerjinin yapısına düğümleniyor. Nasıl davranacağını ve nelere neden olabileceğini kimse bilmiyor. Diğer gökcisimleri ve gruplarının ölümü hakkında net bilgiler var. Çünkü trilyonlarca örnek bulunabiliyor. Ama Evren gibi bir yapının sonu hakkında doğal olarak kimsenin baz alabileceği bir örnek yok. Çoklu evrenlerin varlığı sadece teoride kalmaya devam ederse hiçbir zaman örneği de olmayacak. Evrenin sonu: youtu.be/VJ4pRySuZHg
Kaan okurunun profil resmi
"Dünya nasıl bir gezegendir? Talihsiz bir gezegendir." :)) burada güldüm ve hak verdim. İnsanlar uzun yıllar Güneşe boşuna kutsallik atfetmemisler. Yaşam kaynağımız ancak bir o kadar da ölüm kaynağımız olabilir. Gerçi buna da yine biz insanlar yol açıyoruz: Atmosfere vs verdigimiz zararlarla... Belgesellerden karadelikle ilgili olanı izlemiştim. Diğerlerini de izleyeceklerim arasın aldım. Oldukça uzun ama bir o kadar da sürükleyici bir anlatımla bilgilendirici bir yazı olmuş hocam, emeğine sağlık tekrardan. Dün hepsini okumuştum ancak bu konularda merak edilen bir şey olduğunda tekrar basvurabilegim bir yazı. Evrenin genişlemesinde senin de belirttigin gibi insanın aklını zorlayan ve sonra da bu yüzden aman sonra düşünürüz veya bunu bile demeden üzerinde durmadan geçtiğimiz bir durum var: Evren nereye genişliyor? Hani bir su yatağı genişliyor dersem bilirim ki mevcut bir alanın sınırlarına baskı yaparak ileri kat ediyordur. Ancak söz konusu evren olunca, hiç yok olana doğru kendi alan mi açıyor ya da kendi içinden bir alan püskürtüp ona doğru mu genişliyor gibi bir sürü kafa karıştırıcı sorular peydah oluyor. Eski Yunanlılar da heralde bunlara yaklaşan şeyler düşünmüş olmalılar ki 'Ex Nihilo Nihil Est' yani hiclikten bir bir şey çıkmaz, hiclikten bir şey gelmez fikrini felsefelerinin temeline yerleştirmis olmalılar: Her şey zaten var olmalidir ki devamı gelsin vs. Ancak Bing bang de tekillikten geliyor, o zaman aslında Eski Yunanlılar bir noktada doğru mu düşünmüşler, çünkü en son noktada bir var olandan(tekillik) geliş var. Ama öte yandan da bu tekilligin öncesinde ne vardı veya bu tekillik tam olarak nedir soruları geliyor hemen, sözün özü sorular her zaman cevaplardan fazladır. :)
Numan okurunun profil resmi
Çoklu evren diye bir şey yoksa hiçbir yere genişlemiyor. Evren her yönden genişliyor. Bir kenarı, merkezi, şuyu, buyu yok yani. Evren'in genişlediği yer yine Evren oluyor. Her yerde balon örneği veriyorlar. Ben de ondan verdim. En basiti bu. Ama o zaman da ee benim odamın içinde şişen balon benim odamın içinde şişiyor işte, gibi bir noktaya geliniyor. Ama geldiğimiz o nokta bizim çok sınırlı boyut algımızı göstermekten başka bir şey olmuyor. Biz Evren'i mecburen hep 3 boyutlu hâliyle düşünüyoruz. 4. boyut olan zamanı birçok kişi düşünmüyor. Zaman denilen şey birçok kişi için dakika, saat, yıllar falan. Ama bunlar bizim için anlamlı olan kurgular. Evren'in umrunda olan şeyler değil. Mesela tekillikler, fizik yasalarıyla ancak 11. boyutta uyuşmaya başlıyor. Sicim teorisi bu. Çünkü karadelik mevzusu bile fizik yasalarının çöktüğü bir nokta. Tavsiye ettiğim belgesellerden birinde bundan bahsediliyor. Genel Görelilik ve Kuantum bir türlü birleşmiyor, birleştirmeye uğraşıyoruz ama matematiğimiz yeterli değil sanırım diyorlar. Şu an ikisi de ancak 11. Boyuta gelinince birleşebiliyor. Tekillikler açıklanabiliyor. İlk iki boyutluydu diyenler var. 11 boyutla başladı diyenler var. Var da var. Karışık konular cidden. :D Çok teşekkürler bu arada hocam.
1 sonraki yanıtı göster
Numan okurunun profil resmi
İncelemelerin bir karakter sınırı varmış sanırım. Öğrenmiş olduk. 41. sorudan örnek verdim. Ama 40. sorudan sonrasını site kabul etmiyor. Çok uğraştım geri kalan sorular için. Hemen sitenin sınırlarının yeniden belirlenmesini talep ediyorum! Yakarım bu gezegeni! :D
Earthling okurunun profil resmi
Yorumlardan anladığım kadarıyla kimse henüz okuyamamış tamamını:) ve açıkçası okunabileceğini de sanmıyorum ve neden okunsun zaten diyerek de ayrıca sorguluyorum. Kitaptan daha uzun bir inceleme, konu da bilimse eğer okuyana ne katacaktır? Temeli olmayan kişi dönse dolaşsa aynı bilmsel yazıyı okusa da bilgiler uçup gidecektir. O yüzden roman okur gibi okunmaz pozitif bilim yazıları. Edebi eserlerle ilgili incelemeler bu anlamda değerlidir, üyenin fikirlerini içerir. Ancak bu türden bir incelemenin amacı sanıyorum ki öncelikle yazanın kendi bilgi haznesini arttırmak veya sağlamlaştırmaktır. Bilgi neden arttırılı/biriktirilir konusunu da başka bir zaman tartışırız artık:)
Numan okurunun profil resmi
Bu konuda cevap vermekten sıkılacağım belli oldu. Mesela Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması nedir sorusunda sadece mikrodalga değil tüm dalga boylarını, ışıma nedir falan anlattım. Aslında ilkokul konuları bir çoğu. Ama ezbere dayalı bir eğitim sistemimiz olduğundan daha o sene içinde uçup gidiyor bu bilgiler. Hani biri bu nedir diye merak ederse anlaması açısından böyle en başından anlatmaya çalıştım. Zaten kimsenin tamamen okumasını beklemiyorum ve bu yüzden rica olarak soru başlıklarına bakıp merak ettiğiniz soruların cevaplarını okumanız benim için yeterli dedim. Benim amacım öncelikle dediğiniz gibi bilgilerimi pekiştirmek. Ama bir kişi bile bir tane soruyu okuyup verilen cevapla o konuyu araştırmaya başlarsa beni oldukça mutlu eder. Bunu bilmesem bile. Yoksa sadece bunu okuyup kimse o bilgiyi sağlam yerleştiremez. Öyle bir iddaada kimse bulunamaz zaten . Keşke o kadar kolay olsa.
1 sonraki yanıtı göster
barış okurunun profil resmi
Yer imlerine kaydettim, çünkü ilk paragraftaki ilginizi çeken bölümleri okuyun ricanı gözardı edip h.sonu özenle tamamını okuyacağım, kalemine ve emeğine sağlık şimdiden
Numan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Barış. Senin de ilgin var bu konulara biliyorum. Carl Sagan'ın kitabının tekrar basılacağını haber vermenin üstüne geldi, güzel bir tesadüf oldu. Şimdiden keyifli okumalar. :)
1 sonraki yanıtı göster
Sezen B. okurunun profil resmi
Dün akşam okumaya başladım az önce bitti. :) Çok emek vermişsin âmâ değmiş. Yani benim için, ki eminim bu konulara merak duyanlar için de bir hazine değerinde bu inceleme. Armut piş, ağzıma düş oldu bizim için teşekkür ederiz. :)) Her konu başlığı altında verdiğin bilgiler ve bazılarına ek olarak anlamamızı kolaylaştıran belgeseller ile okurken çok keyif aldım doğrusu. Bu arada en hoşuma giden yerler ise Plüton hâlâ gönlümüzdesin ile güneş için duygusala bağlamadan sensiz yaşayamam dediğin yerlerdi. Tekrar teşekkürler. Bu incelemelerin devamını da bekleriz artık. :))✌
1 önceki yanıtı göster
Numan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler hanımlar. Umarım yararlı olur ve yeni merak kapıları açmaya yarayabilir. Artık ne diye adlandırılıyorsa bu yazı. :) Bilimsel kitaplar hakkında incelemeye pek yanaşmıyorum. Çünkü genelde konunun ne olduğu anlatılmak zorunda kalınıyor. O da görünüşe göre bazılarını nedense rahatsız ediyor. Belki daha sonra Hawking'e bir yazı gelebilir. Bakalım. Çok teşekkürler tekrardan. :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Allí okurunun profil resmi
Felixin atlayışına kadar geldim ama çok uzun gündüz gözüyle okurum:) Şimdiden zihninize sağlık emek vermek çok güzel /sevgiler
Numan okurunun profil resmi
Çok teşekkürler. Oraya gelmenize bile sevindim. Soru seçerek ilerleyebilirsiniz. Kimseden bu uzun yazıyı tamamen okumasını beklediğim yok. :)
2 sonraki yanıtı göster
Osman Y. okurunun profil resmi
Gerçekten çok uzun okumadım. Sadece şu kadarını söylemek istiyorum , hayat bu kadar soru sormak için çok kısa..
Numan okurunun profil resmi
Bu dediğinizin inceleme ile ne alakası var? Pek çözemedim. Siz hiç soru sormadan, hazır cevaplarla yaşayabilirsiniz tabii ki.
1 sonraki yanıtı göster
16 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.