Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

207 syf.
·
Puan vermedi
Bir Kelime Uğruna Katedilecek Mesafe
İki durumdan bahsedeceğim ve epey uzun olacak. Yoğun olmadığınız bir vakitte okumanız sizin faydanıza olur kanaatindeyim. Yine de okursanız elbet sevinirim. *** Öyle ya, kişi başladığı noktaya dönemedikten sonra niçin yola çıksın ki? Daire'ye Dair, Dücane Cündioğlu *** Sene 2009. Tvnet ekranlarında Gündem Özel adlı programda konu Aşk Pazarı. Dönemin popüler romanlarını konu edinecek olan programda sayın konuk uzunca bir girizgah yapıyor. İnsan eylemlerinin haz, fayda, iyi olmak üzere üç amacı olduğunu belirtiyor öncelikle. Sonrasında örneklerle bunların tanımını yapıyor. Söz gelimi; eroin satmak faydalı, içmek haz verici fakat iyi değil. Daha sonra iyi'den vazgeçilip geçilemeyeceğini, ihlas'ın ne demek olduğunu, istem'in eylem'den önce geldiğini, bizatihi kendinden ötürü istenen bir şeyin olup olamayacağını ve dahasını anlatıyor, irdeliyor. Dakikalar ilerliyor ve nihayet konu rayına oturuyor. Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ı, Elif Şafak'ın Aşk'ı ve Saide Kuds'in Kimya Hatun'u o yıllarda birbiri ardına çıkan "tasavvufi" romanlardan en çok tutulanları. Piyasada arz-ı endam eden bu ve bunun gibi kitapları veciz bir dille yeriyor sayın konuk. Yeriyor çünkü bu kitaplar Mevlana ve Şems Hazretlerini anlatmıyor, kullanıyor. Hem de ne kullanmak! Yazarları, bu yüce insanlara olmadık isnatlarda bulunuyor, onlar için ipe sapa gelmez laflar ediyor ve demeye utanılacak sözlerle, davranışlarla bu isimleri yanyana kullanıyor. Tüm bunlar da “aşk” çatısı altında yapıyor yazarlar. İşte burada bir yerde haklı olarak "Aşkın üç yüz bin okuru olmaz" diyor sayın konuk. Konuk tüm bunlardan bahsederken üzülüyor. Eskilerin, manası yıpranır deyu demekten bile imtina ettikleri bu kutsi kelimenin ağızlarda sakız haline gelmesine, hatta sakız hale getirilenin yere tükürülmesine, hatta ve hatta tükürülen sakızın üzerine defalarca basılmasına ve en sonunda üstte adı geçen kitap türlerinin ortaya çıkmasına üzülüyor sayın konuk. Kahroluyor. Burada dikkat çeken noktalardan birine parmak basmak istiyorum. Sayın konuk, Elif Şafak'ın Aşk kitabından bir bölüm anlatırken yutkunuyor, gözleri dolar gibi oluyor, hatta nefesi çıkmıyor. Tabi ki bölümün enfesliği gibi bir durum söz konusu değil, aksine mezkur bölümün fecaat oluşundan kahroluyor. Zira Şems Hazretlerinin ölümünü anlatan Elif Şafak, yüreklere kor atıyor, onu kötü hatta rezil bir duruma itiyor. Sayın konuk ise Şems Hazretlerinin ölümü hakkında çeşitli rivayetler olduğunu söylüyor ilkin ve bu rivayetler olmasa bile diyor "Elif Şafak bunu Şems'e yapmamalıydı" diye iç çekiyor. İşte sayın konuk öyle hassas ve öyle mahzun ki bunu anlatırken bile üzülüyor, gözleri doluyor hatta. Ne diyeceğini bilemiyor. Nedir bunun sebebi? *** Sene 2012. Sinemayı felsefe vechesinden irdeleyen bir kitap yayımlanıyor. Zaten bu ikisinin birbirinden bağımsız olması düşünülemez. Hakir görülen Hollywood yapımlarının dahi temelinde bir felsefe yatıyor. Tabi bunu propaganda yahut pragmatizm/hazcılık için kullanıyor o ayrı. Kitap, Ingmar Bergman'ın Winter Light (1963) filminin yorumu olan şu cümleler ile başlıyor; "Neredeyse hiç secdeden kalkmazken alnım, niçin bir kez bile sesini duymam? Günler, geceler... asırlardır adı dudaklarımdan düşmediği halde neden bir defa da ben onun adımı andığını işitmem?“ İşte kitap boyunca sürecek olan yorumlarına bu sözlerle başlayan yazar, kitabının bir yerinde “hayatımın en büyük hatalarından biriydi” dediği durumu anlatıyor. Başlığı “günaha sonra çağrı” olan bu yazıda (yorumda) bir grup yüksek lisans düzeyindeki ilahiyat öğrencilerine mantık dersi verdiği yıllardan bahsediyor. Mağarasından çıktığını, dolayısıyla tutkulu gözlere hasret olduğunu da mühim bir not olarak belirtiyor. Kendi sözleriyle “dinlerine bağlı, temiz, saf Anadolu çocukları” dediği öğrencileriyle bir gün bir film izleyip üzerine konuşmaya karar veriyor. Seçtiği yapım Martin Scorsese’nin The Last Temptaion of Christ (1998) filmi oluyor. Hz. İsa (as) efendimizin hayatını anlatan bir film. Film öncesi öğrencilerine “ayrıntılara takılmamaları” takdirde buna “tahammül edebilecekleri”ni söylüyor. Öğrenciler filmdeki “kısa süren bir erotik sahne”yi sorun ediyor. Yazıda geçmiyor belki ama o öğrencilerin Hz İsa (as) efendimizin düştüğü belirtilen halleri görmesi, ettiği söylenen sözleri duyması da onların yüzlerini “kireç gibi” etmiştir. Yazar tabiri caizse tam anlamıyla vahlanıyor öğrencilerinin bu tutumuna. Nasıl hissedemezler, nasıl anlamazlar demeye getiriyor. Nedir bunun sebebi? *** Evet, tahmin ettiğiniz gibi yukarıda bahsettiğim konuk ve yazar aynı kişi; Dücane Cündioğlu. Sorum kısaca şu; ne olmuştur? Ne olmuştur da Şems Hazretlerinin -rivayetlerden biri de olan- ölümünün yazılmasına vicdanı el vermeyen kişi, Hz. İsa (as) Efendimizin ve Meryem Annemizin içler acısı, hakir şekilde gösterilmesine üzülen, onları bu halde görmeye dayanamayıp surat asan, üzülen öğrencilerine karşı tavır takınır hale gelmiştir? Kaldı ki birisi yazı, diğeri görsel. Herkesçe malumdur ki görmenin gücü okumaktan daha vurucudur. Biz ki edepsizlik olur diye tuğla kadar kitabında Efendiler Efendisinin -O’nun hayatını yazmasına rağmen- adını dahi yaz(a)mayan Necip Fazıl Kısakürek’lerin neslindeniz. O kökteniz. Nasıl olur da bir peygamberi o halde görmeye (velev ki yaşanmış olsun) yürek dayandırabiliriz? Genel kültür olsun diye bir tutam kalan duruşundan vaz mı geçsin “Anadolu çocukları” ! Ne olmuştur da Hz. İnsan adlı kitabı olan kişi kitabının uzunca bir kısmını kendini “19. Deliğin içindeyim (cehennemde)” diye tanımlayan Lars von Trier’e olan övgülerine ayırmıştır? O Trier ki çektiği filmler sınırsız özgürlükle süslü batıda bile sansüre uğruyor, yayımlanmıyor, hunharca tartışılıyor; festival izleyicileri filmi yarıda bırakıp çıkıyor. Filmlerinin “ahlak”, hadi kelimeyi biraz yumuşatalım, “insan onuru” seviyesini varın siz düşünün. Ne olmuştur da Hz. Havva Annemizin adını, Nietzsche’nin “Kadın, Tanrı’nın ikinci hatasıdır. ‘Kadın özünde yılandır’, Havva’dır” sözünün peşinden gelen paragrafta söylemiştir? Bununla da yetinmeyip yılan karşılığında kullanılan el-hayye kelimesinin (Taha:20) köküyle havva kelimesinin kökünün aynı yerden geldiğini belirtmiştir! Ne olmuştur da “Tanrı korusun, bir daha günah bile işleyemezsin” sözünü yazabilmiştir? Elbette günah olmasa tabiri caizse rahmet sıfatları havada kalır. Fakat bu söz hayr’dan ziyade şer’i çağırıyor. Evet, günahımız ve sevabımızla insanız. Şairin dediği gibi; “Yaşadım diyen, günaha dalmıştır” ve fakat bu günah işlememe çabasını yok saymamalı. Bir daha günah işleyemezsin değil, ya bir daha sevaba giremezsem demeli. Hayr’ı demeli ki onu çağırmalı. Günahımız zaten olacak çünkü insanız, noksanız. Yine de sevabı, hayr’ı, güzelliği, kusursuzu istiyoruz. İsteyelim. Ne olmuştur da aşk meclisinden bize nice buketler sunarken “kuyunun en dibini” yani cehennemi ve hatta “putperestler meclisini” övercesine anlatır hale gelmiştir? *** Yusuf Kaplan 25 Kasım 2012 tarihinde Yeni Şafak’ta şunları yazıyor; “ Dücane Cündioğlu, ne'yi, nerede/n konuşuyor, nereye ''çağırıyor'' bizi; bir varış noktası ve kalkış noktası fikri var mı, diye sormasını isterim kendisine. İkinci olarak, tasavvuf üzerinde her türlü takdirin üzerinde mesai sarfetmesine rağmen, düşünme biçimi, kategorik, -hatta imaginasyona dayalı meselelerde bile- analitik ve kavramsal. Şeriatla tarikati ve hakikati kategorik olarak birbirinden ayırması, bu düşünme tarzının bir sonucu. Oysa şeriat olmadan tarikat da olmaz; marifete de, hakikate de ulaşılmaz. Bunların hepsi birbirini vareden, birbirinin önünü açan kopmaz bir irtibat hâlindedir birbirleriyle. İbn Arabi Hazretleri'nde bile, söz, şeriata geldiğinde, akan sular durur. Bütün metinleri, bunun somut kanıtıdır. Cündioğlu, sıklıkla âriften bahsetmesine rağmen tasvîrî, -yani başkalarının, yani Batı uygarlığının yapıp ettiklerini, ürünlerini- konuşuyor çoklukla; kendisi konuşmuyor; orada konuşlanıyor, ora'dan bakıyor her şeye temelde. Ora'dan bakınca göreceği şey de, göstereceği şey de yine ora'sı (yani bura'ya da hâkim olan ora'sı) değil mi? ” *** Arkadaşlar ben “hassasiyet”in insanların en ulvi hasletlerinden biri olduğuna inanırım. Bu kelime (duruş) uğruna, onu sahiplenme, hatta onca sahiplenme uğruna yol almaya naçizene hep hazır tutmaya çalıştım kendimi. İşte bu nedenle ben Cündioğlu’nun durduğu yerde durmuyor, beni çağırdığı yere de gitmiyorum. Çünkü ne konuştuğu yerde ne de çağırdığı yerde göremediğim bir şey var; hassasiyet. Haddim değil kendisine bundan yoksun olduğunu söylemek. Söylemiyorum da. Asla. Fakat şu kitapla baktığı yerde (ora’da) bundan bir tutam dahi olmadığına eminim. Kendisinin bir an önce doğduğu/olduğu/başladığı yere gelmesini temenni ediyorum. Başladığı yerde bolca hassasiyeti mevcut çünkü. *** Kitapta hiç mi işe yarar bir şey yok diyenlere cevabım şu olsun; Bir tutam zehre sahip yemeğin lezzetinden bahseder misiniz? *** Hatam elbet olmuştur, bildiriniz. Hayr sizinle olsun.
Sinema ve Felsefe
Sinema ve FelsefeDücane Cündioğlu · Kapı Yayınları · 2012288 okunma
··
970 görüntüleme
Fâtih okurunun profil resmi
Üstadım Yusuf Kaplan'ın yazısının linki mevcutsa atar mısın sana zahmet. Bi hocam Ali İmran Sûresi 8.ayetde de geçen şu duayı sürekli etmemizi,vird haline getirmemizi öğütlerdi bize: رَبَّنَا لَا تُزِغۡ قُلُوبَنَا بَعۡدَ إِذۡ هَدَیۡتَنَا وَهَبۡ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحۡمَةًۚ إِنَّكَ أَنتَ ٱلۡوَهَّابُ "Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin."
esra v. okurunun profil resmi
"Haddini bilmek" mevzu bu mu acaba yani okurken, izlerken, konuşurken hatta düşünürken dahi bir sınır var ve o sınırı aşmamak mı önemli olan, ilim öğrenirken bile bunu hatırda mı tutmak lazım acaba? İncelemeniz sonrasında aklımda oluşan sorulardan birkaçı, bu sebeple inceleme düşündürdü, sağ olun, bu detaylı analiz için.
erhan okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim efendim. Evet hududu aşmak gayet tabii denebilir. İlim talebesi değilim fakat büyüklerimden okuduğum, hallerinden gördüğüm, ki bu daha önemlidir, şey bizzat had bilmektir. Nereden geldiğini, ne için geldiğini unutmayıp ona göre yaşamaktır ilim. Sözden çok daha önce hal. Daima hal. Hududu aşmak, farklı söz edeceğim derken yerinden olmaktır diyebilirim.
GONCA okurunun profil resmi
İncelemenizi okurken, hayal kırıklığına şahit oldum, diyebilirim. Yazarın felsefe içinde teolojiyi, teoloji içinde felsefeyi okura sunması, ufku açıcı olarak yorumlarım. Dücane de aynen öyle yapıyor, beyin egzersizi yaptırıyor okuruna. Kaldı ki, kendi deyimiyle: Yola çıkmak yoldan çıkmaktır, yeni başlangıçlar yapmak yürek ister. Bu kitabını okudum, o degindiginz kısım noktasında, sizinle aynı düşüncede değilim. Çünkü orada genel olarak öğrencilerden bir analiz istiyor. Zaten öğrencilerden bir kısmı karşı çıkıyor. Öğrencilerin o tutumunu da, küçük resme odaklanıp, büyük portreyi görmemek olarak algiladim. Burada niyetim Dücane'yi savunmak, sizi eleştirmek değil. Konu ile ilgili fikrimi belirtmek istedim. Detaylı bir inceleme olmuş. Emeğinize sağlık
erhan okurunun profil resmi
Teşekkürler efendim. Eğer ki o durumu "pişmanlık" olarak nitelemeseydi, "nasıl hissedemezler" diye bir tavır takınmasaydı ben o sözleri yazmazdım. Evet "surat asmak hakkınız fakat şöyle şöyle bir açıdan baksanız" dese belki iyi olurdu. Dücane bunu demiyor. Aşağılıyor desem yeridir. Bunun yanında, büyük resmi görmek uğruna ayrıntıları es mi geçelim? Hayır. Kaldı ki büyük resim o ayrıntılarla var. Yine Dücane'nin tabiriyle "ara sokaklarda".
Oldi okurunun profil resmi
Erhan kardeşim, 2. İncelemeni okuyorum. Şair diyor ya "Demiri bir gecenin sıcağında eriyorken gördüm"... Öyle bir eleştiri yapmışsın ki sanki dua eder gibi. İnsan ancak sevdiği ve kıymet verdiği kişiyi böyle eleştirir. Sonra Aklıma Râsuli Ekrem'in söylediği "birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" sözü geldi. Seni böyle bir iltifat altında mahcup bırakmak istemem. Çünkü Kur'an da Allah cc, Bedevîlere "İman ettik demeyin,boyun eğdik deyin diyor. Ama bu samimiyeti hissediyor insan. Fatih üstad da çok güzel bir ayetle konuya açıklık getirmiş. Rabbim istikametimizi İslâm üzerine sabit kılsın. Dücane beyi tanımıyorum, İnşallah o da özüne döner. Yüreğine sağlık..
erhan okurunun profil resmi
Eyvallah hocam. Allah razı olsun. Kendimce kıymet verdiğim biri evet. Zamanında ettiği sözlerin tümüyle hilafına sözler edince ister istemez üzülüyorum. Hakkımızda hayırlısı. Sıratı müstakim üzre olmak duasıyla.
Eylül Türk okurunun profil resmi
Böyle lezzetli eleştirilere denk gelmeyeli çok olmuştu Erhan Hocam. Tespitleriniz çok isabetli, yazarın en eski okurlarından biri olarak, son yazılarında çok farklı bir duruşla, pek çok cihetle, kendisiyle çeliştiği mevzusunda hem fikiriz. Emeğiniz vefa bulsun.👏
erhan okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Eylül hanım. Sizden bunları duymak pek hoş ve mühim. Demek iyi iş yapmışız. Sağ olun.
2 sonraki yanıtı göster
SİKLOPENTANOPERHİDROFENANTREN okurunun profil resmi
Dücane yerinde duramadı, sakin olamadı dolayısıyla sükuneti bulamadı ordan oraya savruldu ve mahallesiz kaldı (ya da karşıya kendini kabul ettirdi belki tam bilemiyorum) ve şu hale düştü #84640377 inceleme için eline sağlık
erhan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Çok yönlü bir "hoca"yken, aforizmacı seküler oldu maalesef. Cidden ne olacağım demeli insan. Mazallah.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.