“Mihi canto et musis”Kitap kitaba götürür, bu kitap Hindistan'a..
Bu dolu dolu yolculukta bana rehberlik eden Cemil Meriç, gidiş dönüş ve mükemmel anlatımıyla Himalaya zirvesinde bir macera yaşattı bana...
Ayaklarında demir çarığı, elinde demir asası, düşüncenin ve şiirin cangıllarında dolaşa dolaşa...
onu sizler için yazacağım, okursanız birkaç cümle
daha yazarım, okursanız, yani severseniz.
Buyrun...
Bu yolculuğa başlarken, kendim için şarkılar söyledim. Kendim ve rehberim için..
Ama daha şarkılar söylerken, bir ilham perisi kulağıma fısıldadı:"CM dedi, bütün birikimi, bütün çalışması, bütün anlama cehdi, aylarca süren okumalar, yıllar boyu şekillenen düşünceler sonucu vardığı hükümleri, “cüruflarından” temizledikten, elması kömürden ayırıp yonttuktan, işledikten sonra, kadife bir mahfaza içinde okuyucusuna sunan bir kuyumcu, bir sanatkâr. Öğretmek endişesinden çok öğrendiğini, özümsediğini, biraz da gururla, bazen kibirle çağdaşlarının “suratına fırlatan” mağrur bir yazar. Karşımızda, ürperten, coşturan, tedirgin eden nefis bir üslup, imbikten geçirilmişcesine damıtılmış bilgi damlaları, inci taneleri gibi, pırıl pırıl. Bazen bir kolye oluşturuyor bu inciler, bazen de taneler
darmadağın, bu darmadağınlık içinde şaşkın ve biraz da çaresiz, her bir inciyi hayranlıkla seyrederken bütünü göremeyebiliyorsunuz."
Cümle cümle gizem.. Hayret ve hayranlık..
Daha yolculuğun ilk başında cesaretimi kırmıştı bu peri. Ama olsundu. Ciddi bi merak ve deli sorular çoğalmış beni rahatsız ediyordu. Napmaliydim? İyisi mi susup sessizce ilerlemeli miydim onunla, yoksa başlamadan bitirmeli miydim bu serüveni? Bilmiyordum.
Devam ettik yolculuğa..
Birşeyler söylüyordu en son. Anlayamıyordum. Merak içindeydim Musa gibi, O ise sabırla devam ediyordu Hızır gibi. Ve Hükmün hikmeti sonlarda belli olacaktı. Sabır.
Seni kendime yakın bulmasam, yoldaş seçmezdim, diyordu. Oysa onun bilgi birikimi, araştırmaları, kafasında oluşturduğu planları ve en önemlisi hayat tecrübesi.. bunların hepsine yabancıydım. Bu Derin adam, daha da meraklandiriyordu beni. Ve yenik düşüp, tekrar sormuştum. Sabırsızlık.
“Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi
kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır, kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır”
Artık beni sorulara ve düşünmeye hapsetmişti bu cevap. Avazim çıktığı kadar susmuştum. Teslimiyet.
Hürriyet aşkını doruklarında yaşayan irade, arayışında olduğu hazineyi, güneşin bir başak misali yükselip dünyayı aydınlattığı toprakta bulmuştu.
Şöyle diyordu: "her inanca söz hakkı tanıyan bir ülke olduğu için ikinci vatanım oldu. Bu kitapta rüyaları ve realitesiyle bütün Hint var... yani bütün insan."
Her arayanin bulmadığı ama her bulanin aradığı bu gezegende, Olemp'te aradığımı Hint'te buldum.
O ülke düşünce hürriyetinin vatanıdır... Hint’ten tesamuhu öğrendim, düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi öğrendim, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi öğrendim. Hint bir çağrıdır, güzele, sonsuza, hoşgörüye çağrı
“eşref saati” yakalayamamış
bu tedirgin rehber, gezginini bulamamaktan, anlaşılamamaktan hep şikâyetçiydi. Her kitap bir davetti onun için. Kimi, nereye davet ediyorsun, kaç kişi okudu bu davetiyeyi, kaç kişi okuyacak?” diyordu. Davetine icabet edilmeyecek kaygısı vardı sanki onda.
Neyse, devam etmiştik..
İnançları, Düşüncesi, Edebiyatı ile Hint'i anlatmıştı bana.Sanskrit Edebiyatı ve Orta Hint Dillerini,
Brahmanizmin Kutsal Metinlerini,
VEDALAR’IN ALACA KARANLIĞINDA,
İlahiler Çağını
Upanisadlari
Brahmaları
Sutraları
HİND’İN ÜÇ BÜYÜK TANRISI;
Brahma,Vişnu ve Şiva'yı
TANRISI OLM AYAN İKİ DİN;
Cainizm ve Budizm'i
Ve Trajedisi Olmayan Sahnelerle, şiir, tiyatro ve masallar ile Hint'i anlatmıştı..
O coğrafyaya dört yılını sayfa sayfa, harf harf işlemişti.
Hint, onun rüyaları, hicranları.. Onun türbesi, o gün ziyaretçisi yoktu,peki bugün ziyaretçisi olacak mı?