Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
5/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Hiçbir şey yapmamak için her şeyi yapanlardan mısınız?
Şeyler... Bahçeli evler, otomobiller, çini vazolar, antika eşyalar, deri koltuk takımları, ipek eşarplar, pahalı seyahatler, sinema biletleri, pikaplar ve geriye kalan her şey... Hepsinden ve hiçbirinden biraz var hayatımızda... Tanımlamak çok zor onları, hayatımızın neresine koymak gerektiğini kestirmek güç ya da verdigimiz kararların alınmasındaki rollerini tespit etmek neredeyse imkansız... Araçların amaçlandığı bir çağda, somutlaşan bir zamanın (-belki de kayıp bir zamanın) izinde, bir gün mutlaka gelecek olan ama geldiğinde de aceleyle geçmişe kovalayacağımız bir geleceğin içinde, şimdiki zamanı halının altına süpürerek adına yaşam dediğimiz ve gittikçe soyutlaşan bu karanlık kuyuda şeylere olan bağımlılığımız; tıpkı rengarenk bir tablonun tuval üzerindeki ilk eskizleri gibi zamanla silikleşen, renklerin altında kaybolan, dahası, yakına gelindiğinde o renkli dünyaya hiçbir katkısının olmadığı farkedilen insanın değersizleşmesi, yoksunlaşması, huzursuzluğu bir yaşam biçimi haline getirmesi noktasında oldukça hızlı ve hiç olmadığı kadar aleni bir şekilde bizi kontrolü altına alıyor... -------------------- Kitaptan yaptığım ve neredeyse kitabın kısa bir özeti sayılabilecek şu alıntıya belki denk gelmişsinizdir; “Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.” #62209606 İnsan düşünmeden edemiyor; biz hep böyle gergin insanlar mıydık yoksa algılarımıza oynayan ve asla ulaşılamayan dünya nimetleri mi bizi bu kadar geriyor? Özünde bir besin zinciriyle sadeleştirilen ihtiyaç hiyerarşisi günümüzde zincirlerinden kopmuş bir vaziyette ve kopardığı zincirle yüzümüze sırtımıza (artık neresi denk gelirse) vura vura bir motorsiklet çetesi gibi çevremizde daireler çiziyor... Şeyler kimi zaman bir Tanrı kimi zamansa bir Şeytan gibi üflüyor ruhumuza... O yüzdendir ki, Tanrı’ya inananlar da, şeytanın izinden yürüyenler de çoğu zaman eşitleniveriyor şeylerin karşısında... En muhafazakarımız, en sekülerimiz, en dindarımız, en liberalimiz, en sosyalistimiz, en bohemimiz, en entelektüelimiz, şeylerin açtığı bir patikada birbirimizin omuzlarını tutarak, kenetlenerek, birlenerek düşe kalka yürüyoruz birer köle gibi... Köle gibi ama ayağımızda pranga yok... Köle gibi ama arkamızda bizi gözetleyen, sırayı bozunca kırbaçlayan kimse yok... Köle gibi ama tek tip bir kıyafet yok üzerimizde, tam tersi her birimiz birer moda ikonu gibi ışık saçıyoruz etrafa... Efendisiz bir kölelik; tamamen kendi irademizle, her yönüyle meşru, kefaletle satın alınamayacak kadar sahiplendiğimiz, gerçek bir esaret yolculuğu... ------------------------ Perec’in penceresinden manzaraya baktığımızda insanları iki kutba ayırmak mümkün (iki tarafa veya sadece ikiye de diyebilirdim ama içinden geçtiğimiz çağın popüler jargonunu kullanmayı tercih ettim); ilk kutupta, düzenli bir iş ve maaş sahibi olan ama anlık ihtiyaçlarını ve yaşama sevincini zaman yokluğundan dolayı sürekli ertelemek zorunda kalanlar var... Diğer kutupta ise, geçici işler edinerek kazandıklarını anlık zevklerine harcayan, ve bu anlık zevklere değer yükleyen, gelecek belirsizliğinin doğuracağı kaygıdan dahi bir haz duyabilen, kısacası hayatı gelişine yaşayanlar yer alıyor... Kitap, ikinci kutbun iki genç temsilcisi, Jerome ve Sylvie çifti üzerinden ilerlese de bu iki seçim (veya zorunluluk) arasında kırmızı çizgiyle çekilmiş bir övgü veya yergi yazar tarafından ön plana çıkartılmıyor... Her iki yaşam tarzının getirileri ve götürüleri satır aralarına serpiştiriliyor... Öyle ki, günümüzde de pek çok sevilen, öykünülen, ortamlarda bir imaj olarak yüklenmeye çalışılan ‘carpe diem’ (anı yaşa, günü yakala) mottosu, kitabın akışında da görüleceği üzere, kalıcı bir mutluluk sunmadığı gibi kahramanlarımızı zaman zaman tercih edilmeyen diğer yaşam biçiminin sınırlarına zorunlu bir ziyareti dayatıyor... Muhtemelen roller değişseydi de akışta değişen bir şey olmayacaktı. Yani Jerome ve Sylvie, SSK’lı bir işi olan, 9-6 mesai yapan iki efendi beyaz yakalı olsaydı da, buldukları ilk fırsatta ‘acaba mutluluk diğer tarafta mı’ diye mutlaka kafalarını kaldırıp şöyle bir bakacaklardı nehrin öteki yakasına... --------------------- Kutupları birbirinden ayrıran sınır ilk bakışta para gibi görünse de (çünkü düzenli iş ve gelir sahibi olmak hem kitapta hem de gündelik yaşamda bir eşik gibi algılanıyor) üzerinde biraz düşünüldüğünde aslında paranın da nicelik olarak olmasa da nitelik olarak yetersiz kalabileceği durumların olabileceği konusunda ikna olmanız mümkün... Çünkü ‘şeylerin’ baskısı, sizin yaşam biçiminize, kişisel zevklerinize, hayallerinize, hedeflerinize, ideallerinize aldırmaksızın hem bedeninizi hem de ruhunuzu yoğun bir radyasyon etkisine uğramış gibi etkisiz hale getirebiliyor... Satın alabildikleriniz veya alamadıklarınız, geçmişte almayı istedikleriniz, gelecekte almayı isteyeceğiniz her şey, asla içinden çıkamayacağınız bir labirentin içine sokuyor sizi... Yani paraya sahip olmak, alınabileceklerin alınmasına yetmiyor, bir nebze yetse dahi bu sefer de olunmak istenenler noktasında yetersiz kalıyor. Aynı şekilde paraya sahip olamamak da alınmak ve olunmak istenenler üzerine kurulan hayallere bir sınır getirmiyor... Sınırsız talep, sınırsız mutsuzluk... Şeyler bir Tanrı gibi her an her yerdeler... Şeyler bir peygamber gibi sonsuz ve belirsiz bir mesaj ulaştırıyorlar zihinlerimize... Şeyler bir şeytan gibi hem kalbimizden hem aklımızdan hem de zaaflarımızdan yakalayıp kandırmak istiyor bizi... Kimi zaman hiçbir şey yapmamak için her şeyi yapabilecek enerjiyi buluyoruz içimizde... Kimi zamansa her şeyi yapmamıza rağmen hiçbir şeye sahip olamadığımızın acı gerçeğiyle yüzleşiyoruz... Son bir soru; şeylerle mutluluğu yakalayabilen biri var mı aranızda? Herkese keyifli okumalar dilerim...
Şeyler
ŞeylerGeorges Perec · Metis Yayınları · 20161,106 okunma
··
1.710 görüntüleme
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
‘Şeyler’ den biriyle mutlu olurken o mutluluk anı üzerine o esnada bilinçli bir düşünme gerçekleştirdiğimde -giderek keyif veren yoğunluğu azalacak ve çok tuhaf bir gün öleceğim şimdi mutluyum ama bir gün öleceğim diyor kafamın içinden bir ses her seferinde..Benim için böyle... Kalıcı mutluluk ararken bir dostun söylediği söz aydınlanma gibi olmuştu. Mutluluk dediğin bir kaç kısa coşkulu ân ve insana yetmez insan yüksek amaçlara kanalize olmalı demişti. O yüzden Şeyler dediğimiz araçlar ederi kadar değer görmeli nazarımızda:)
Necip G. okurunun profil resmi
Şeylere ederi kadar değer verilmesi konusuna kesinlikle katılıyorum Gülcan hanım. Öte yanda, işte insanlar olarak o birkaç coşkulu ana da ihtiyacımız var bir şekilde. Belki bu mutluluk anlarını sadece şeylerin içinde aramaktan vazgeçmeli, yanına bizi bağımlı kılmayacak daha doğal başka şeyler de eklemeliyiz belki de... Teşekkür ederim katkınız için... Keyifli okumalar...
Eylül Türk okurunun profil resmi
Neredeyse bir eserin mesabesinde, çok kıymetli bir tahlildi Necip Hocam. Çoksulluğumuz giderilemez bir açlık duygusunu ölçüsüzce destekliyor. Yüzeysel ilişkiler; göz ucuyla okunan, ruhu görmeyen okumalar gibi, öze sirayet etmiyor. İnançlarımız doğru kaynaklarla beslenmediğinden, neyi ne için yaptığımızın ayırdına varamıyoruz ve bütün bunlar mânevi boşlukları, şey'leri hunharca tüketmek suretiyle tatmin etme döngüsüne sokuyor bizi.Bu şuna benziyor, Perdede güneş figürü var ve perdeyi aralayıp asıl güneşi görmek yerine onunla mutlu oluyoruz. Bir gezimizde, telefon kameralarını ve fotoğraf makinelerini kapattık.Eve döndüğümüzde elimizde tek fotoğraf karesi yoktu. Fakât bize kalanlar ölümsüzdü... O dengeyi kurmak çok güç, insan bazen ihtiyaçları lükse, bazen de lüksü ihtiyaca çevirebiliyor. :) Tatmin duygusunun asıl dostu, mahrumiyet...Her şey'in azındaki lezzet, muazzam... Ve elbette şükür; nimetin hem bereketini, hem de kıymetini tesis ediyor... Yüreğiniz varolsun :)
Necip G. okurunun profil resmi
Eylül hanım çok teşekkürler. Bunca güzel tespitin üzerine ne söyleyebilirim ki... Belki de yegane sığınağımız inancımız dahil her şeyin bir tüketim nesnesi haline getirilmesi insan için çok yıpratıcı. Sürekli bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadelenin hatta belki bir savaşın içine sürükleniyoruz. Güneş motifi örneğiniz oldukça isabetli. Bir anlamda insan ile ait olduğu doğal yaşam arasındaki bağ kesiliyor. Şeyler, gerçeklerin yerini alıyor. Ve son olarak tabii ki şükür... Ancak şükretmek, sahip olduklarının ya da sana verilenin bilincinde olarak onlarla mutlu olmanın bir ifadesi aynı zamanda. Bunun için de şükreden bir insanın her şeyden önce bu mutluluk hissini içinde taşıması gerekiyor. Sürekli şeylerin peşinde olan biri nasıl mutlu olabilir ki bu anlamda? Değerli katkınız için tekrar teşekkür ederim... Selam ve sevgilerimle...
1 sonraki yanıtı göster
Ebru Ince okurunun profil resmi
Bu gün etrafımdaki süslü püslü kandırmacalı "şeylere " baktım ve dedim ki ,bunlara ihtiyacım yok çünkü yıllar içinde zaten edinmişim... hatta doymuşum (kitaplarım hariç ) ... :))) Hocam bir de "uyuyan adam'ı okuyun derim o benim için ayrı bir analiz :)) daha bir yakın gelmişti ...
2 önceki yanıtı göster
Necip G. okurunun profil resmi
Ebru hanım çok teşekkürler. Siz zaten her anlamda, yaşam tarzınız ve enerjinizle ‘kendiyle barışık insan profili’nizi dışarıya net olarak yansıtabilen bir insansınız. -mış gibi birşey yaptığınıza hiçbir zaman tanık olmadım:) Bu kitapla Uyuyan Adam arasında gidip geldim ve ilk kitabıyla açılışı yapmak için bu kitapla başladım Perec okumalarına... Bir sonraki buluşmamız kesinlikle Uyuyan adam olacak:)) Sevgiler...
2 sonraki yanıtı göster
Selman Ç. okurunun profil resmi
Son soruna cevap olur mu bilmiyorum ama 'Şey'e bağlı sanırım mutluluğu yakalayıp yakalayamama durumu. Ben de sorunu biraz değiştirip gerçekten mutluluk var mı yok mu diye sorayım ortalık karışsın :)) Kalemine sağlık abi, uzun zaman oldu, yine ağzımıza bir parmak bal çaldın gittin :)
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim değerli dostum. Senin bakış açın sanırım ortak bakış açımız. Nihayetinde mutluluğu irili ufaklı bir şeye bağlıyoruz ya da orada arıyoruz diyelim. Bu şekilde bakınca da sorduğun sorunun cevabı az çok çıkıyor ortaya. O ‘şey’i elde edince bir mutluluk var ama isteklerimiz tek bir şeyle sınırlı olmadığı için hemen yeni bir şey geçiyor onun yerine. Bu döngü de aslında genel bir mutsuzluğun kanıtı bana göre. Çünkü temelinde bir bağımlılık var. O halde şöyle özetleyebiliriz sanırım; genel bir mutsuzluk halinde yaşıyor, aralarda şeylere sahip olmak koşuluyla küçük mutluluk kırıntılarıyla ayakta kalmaya çalışıyoruz. Benim çıkarımım böyle:)) Tekrar teşekkür ederim, selam ve sevgilerimle...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.