Gönderi

İngiliz Subayı Adolphus Slade (1804-1877)
"Şimdiye kadar Osmanlı, Hristiyan ulusların uğrunda o kadar uzun süre mücadele ettikleri, hür insanın en aziz bazı imtiyazlarından geleneksel olarak yararlanmıştır. Hükümete makul bir toprak vergisinin ötesinde hiçbir şey ödemiyordu. Gerçi bu vergi zorlamaya tabi idiyse de, değer üzerine tarhedilen vergiler sınifına dahil edilebilir. Vakıf İslamiyetin din adamlarının maişetine yeterli geldiğinden, hiçbir öşür vermiyordu. Pasaportsuz olarak canının iste­diği yere seyahat edebiliyordu; bagajları arasında hiçbir gümrük memurunun gözleri ve kirli parmakları dolaşmıyordu; hareketlerini hiçbir polis gözetlemi­yor ve sözlerini dinlemiyordu. Evi kutsaldı. Savaş için çağrılmadıkça, hiçbir zaman oğulları yanından alınıp asker yapılmıyordu. İkbal ümitleri doğum ve servet engelleriyle sınırlanmamıştı: en aşağı dereceden paşa rütbesine kadar yükselmeyi umut etmesi bir haddini bilmezlik teşkil etmezdi; okuma bilirse sadrazamlığa da çıkabilirdi; daha önceki sayısız örneklerle beslenen ve destek­lenen bu bilinç, onun zihnini asilleştirmiş ve ona sıkıntısız olarak yüksek görevlere girmek yeteneğini vermişti. Bu, hür uluslar tarafından pek değer verilen bir üstünlük değil midir? Halkın şeref mevkilerinden uzak tutulması Fransız Devrimine yol açmadı mı? Bilgi çağlarıyla birbirinden uzaklaşan uluslar arasında mevcut olan paraleli sonsuz olarak uzatmam mümkündür. Doğru fakat daha çok da istihzalı diğer bir örnek daha vardır. İstanbul yeniçerileri bir bakıma bir millet meclisine benziyordu; çünkü sık sık hükümdarlarını, bakanlarını değiştirmeğe mecbur ederlerdi; çünkü aralarında insan tutkularını tutuşturma sanatını bilen, yetenekli ve fitneci her üyenin yatıştırılmak için iyi bir mevki ele geçirmesi muhakkaktı."
Sayfa 124 - TÜRK TARİH KURUMU YAYlNLARI, Beşinci Baskı 1993, [ISBN: 975-16-0303-X]Kitabı okudu
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.