Bil ki Allah’ın semâların ve yerin nuru oluşunun mânâsını, zâhirî-görülen nura kıyasla anlayabilirsin. Mesela günışığında ilkbaharın nurlarını ve yeşilliğini gördüğün vakit renkleri gördüğünden şüphe etmezsin. Belki de renklerle birlikte başka birşeyi görmediğini zanneder, mesela yeşillikle beraber yeşillikten başka bir şey görmüyorum dersin. Bu nokta üzerinde bazıları ısrar etmiş ve nurun herhangi bir mânâsı olmadığını, renklerle beraber başka bir şey bulunmadığını zannetmişlerdir. Böylece varlıkların en âşikârı olmasına rağmen nuru inkar etmişlerdir. Nur nasıl mevcut olmaz ki varlıklar onun sayesinde zuhur eder; o hem kendisi görülmekte, hem de onun vasıtasıyla başkaları görülmektedir, nitekim bu husus daha önce geçmişti. Ancak güneş battığı, kandilin yok olduğu, gölgenin düştüğü zaman gölgelik yerle ışıklı yer arasında zarûrî bir ayırım yaptılar ve nurun renklerden farklı bir mânâsı olduğunu, renklerle beraber idrâk edildiğini, hatta renklerle olan birleşmesinin şiddetinden ötürü idrâk edilemediğini, zuhurunun şiddetinden dolayı gizli kaldığını itirafa mecbur oldular. Kimi zaman zuhurun şiddeti gizliliğin sebebi olur. Bir şey sınırını aştığı zaman zıddına dönüşür.
Bunu anladıysan bil ki basiret sahipleri ne gördülerse onunla beraber Allah ı görmüşlerdir. Bazen kimileri buna şunu da ilave ettiler: “Ne gördümse onun öncesinde Allah ı gördüm.” Kimisi varlıkları Onunla görür, kimisi de varlıkları görür, Onu da varlıklarla görür. Bunların ilkine: “Kâfi değil mi bu ki Rabbin herşeye şahit!”(Fussilet,53), İkinciye de “İleride biz onlara âfâkta… ayetlerimizi göstereceğiz.” (Fussilet,53)kavl-i şerifleri işaret eder. İlki müşahede sahibi, İkincisi Allah’ın ayetleriyle istidlal sahibidir. Birincisi sıddîkların derecesi, İkincisi râsih âlimlerin derecesidir. Bunlardan sonra da yalnız perdelenmiş gafillerin derecesi bulunur.
Bunu kavradıysan bilmiş ol ki göze herşeyin zâhirî nur vasıtasıyla zuhur edişi gibi basirete de herşey Allah ile görünür. O, herşeyle beraber olup bunlardan ayrılmaz, herşeyi izhâr eder. Aynen nurun herşeyle birlikte olup nesnelerin onunla zuhur edişi gibi. Ancak burada bir farklılık vardır: zâhir nurun, güneşin batışıyla kaybolup gölge ortaya çıkana kadar gizli kalması tasavvur edilebilir. Herşeyin kendisiyle zuhur ettiği ilâhî nurun ise kaybolması tasavvur edilemediği gibi değişime uğraması da imkansızdır. O her daim varlıklarla beraber kalır. Bundan dolayı tefrika (ayırım) ile istidlâl yolu kapanmıştır. .