Cansın'a bu yaşından sonra söylenen ise mutlu olmasıy dı. "Mutlu ol Cansın, sofistike merakların olsun, gözlerin parlasın, gençsin, öyle ölük ölük durma, mutlu ol, bir kiraz sapı, taze ekmeğin tuşesi..." Zengin olmak vardı Cansın'ın aklında bir tek. Bu sıkıntı sına iyi gelecekti. Başka çaresi yoktu. Şık bir araba, kendine ait bir ev vesaire değildi derdi. Hareket. Para bu hareketi sağ layacaktı. Binecekti uçağa, gidecekti Norveç'e, Boden'de kar lara basacak, o sesi içine çekip saklayacak; dört gün sonra Tunus'ta olacak, oradan Perugia'ya, oradan tekrar eve. Sanki dün Peruggia'da yokuşa aşağı bambaşka duygularla yürüyen kendisi değilmiş gibi, bir sır saklamanın suçluluğuyla başı hep eğik, hayata hep bugün başlamış gibi, öncesi hep bulanık, yaptı mı yapmadı mı belli değil. Bakkal bu zenginliğin nereden geldiğini anlamayacak, bu yüzden "lyi çocuk!" diyecekti onun için. Bir şey, bir nitelik kazanacaktı. Fener'den Atlamataşı'na gidecekti taksi ile, taksici onu merak edecekti ve saygı duyacaktı taksimetre aracılığı ile de olsa. Oradan bir kilo üzüm alıp aynı taksi ile Galata'ya gidecek, oradan hızla eve dönecekti. Ama boş değil. Bir Ren geyiği görmüştü geçenlerde, Sibirya'ya ona dokunmaya gidecek, hazır gitmişken kurnaz Sibirya kunduzunu da şöyle bir yakından görecek, gördüğü her şeyi en sanatsız haliyle zihninde biriktirecek ve onlardan hiçbir şey ummayacaktı, sıkıntının dağılması ve biraz genişlemekten başka. Oysa annesi o zamanı unutmak isterken ona bir saat almış, babası ise hayalinde on binlerce kilometre yapmış, ne badireler atlatmış, artık bunlara alışmış oğluna araba kullanmayı öğrensin diye ehliyet kursu kaydı yaptırmıştı. Nerdeyse usanmaya döndüğü şeye yeni başlayacaktı, hem de hiçbir şey bilmeden.