Zamana yetişebilir miydim? Ya da zamanla birlikte haraket edebilir miydim? Zamanı yenebilir miydim? Kulağımda karanlık bir fısıltıydı tüm bu sorular.
“ Ölü derilerin altında hala kanayan yaralar gibi.”
İçimde, bacasından zehir tüten bir hasret vardı artık. Sokak sokak dolaşıp kendini bulabilir miydi bir insan ? Arnavut kaldırımların üzerindeki adımlarımın izi bile kaybolmamıştı sanki. Taş duvarlara dokunarak sokakları geride bırakırken parmaklarım, kaybettiğim bir sürü şeyi arıyordu. Buradaki kahkahalarımı duyuyordum işte, renkli çatıları geride bırakırken kim bilir ne içindi, önemi yoktu ama o zaman gülüyordum.
Birinin sırtına atladığımı, omzuna tırmandığımı ve düşeceğimizi bilerek kendi etrafımızda dönüp durduğumuzu, bunun bile bize yenilmemişiz gibi hissettirdiğini nerden biliyordum ben?
Şimdi karşımda olsan doktor, sana insanın kendi kendini terk etmesinin mümkün olup olmadığını sorardım çünkü ben, kendim tarafından bile yalnız kalmış hissediyorum...
38. BÖLÜM : BOĞULANLAR