Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Dünya ve Türk Edebiyatının 19.yy ve 20.yy'da Gelişimi ve Okur Profilleri
Edebiyat bulunduğu çağda dünyanın nasıl anlamlandırıldığıyla yakın ilişki içinde olmuştur. İçinde bulunulan çağın “gerçek”e verdiği anlama göre şekil almıştır. Bu değişmelerden yüzyıllar nasıl etkilenmiş ona bakmakta fayda var. 19.yy itibariyle Aydınlanma Çağı’nda maddenin somut gerçekliğine olan güven tavan yapmıştır. “Yalnızca gözümle gördüğümü yazarım ben” ya da sadece gördüğüme inanırım gibi söylemler dönemin gerçeklik anlayışını oluşturmuştur. Fizikte Newton yasaları esastır. “Çağın, bilimdeki yoğun gelişmeler temelinde olgunlaşan gerçeklik anlayışı da, duyularla algılanan somut gerçekliği evrendeki tek gerçeklik olarak onaylamaktadır”. 20.yy başlarındaki yeni bilimsel gelişmeler gerçeklik anlayışına damgasını vuran Newton fiziğinin ilkelerini kuşkulu kılar. Einstein ve Heisenberg gibi isimler fizikteki buluşlarıyla kalıplaşmış somut gerçek anlayışını kazımaktadır artık. “Yeni fizik, dünyanın alışılagelen görünümünü tümüyle değiştirmiş, içinde yaşadığımız uzamı kuşkulu kılmış, değişmez bir akış içindeymiş gibi görünen zamanı göreceleştirmiştir.'' Çağın getirdiği sosyopolitik gelişmeler de yeni gerçekliğe zemin hazırlamaya başlamıştır. Somuttan soyuta/göreceye geçiş başlamıştır. Hızla gelişen dünyada insan afallamıştır adeta. Artık bir yabancıdır dünya için. Yalnız hissetmiştir güç odakları karşısında. “Yüz-yüz elli yıl önce yeryüzünün küçük tanrısı diye tanımlanan insan; doğaya da, çevresindeki nesnelere de yabancılaşıyordu.” Dünya değişmekte, bilinen deyişiyle kapitalist sistemler yerleşmektedir günlük hayata. Artık para ve seri üretim çağıdır. Edebiyatta bu değişimlerden payına düşeni fazlasıyla almıştır. 19. yüzyıl gerçekçi/yansıtmacı/klasik edebiyatı mimetik, yani gördüğümüz gerçeğin bize olduğu gibi anlatılması, estetiğine dayanır. Anlatılan bir olay vardır. Olayın başı sonu, nerede geçtiği bellidir. “Çağın romancısı olayları zaman dizinsel bir akış içinde, dün-bugün- yarın sıralamasına sıkı sıkıya bağlı kalarak öyküler; A’dan başlar Z’ye değin sürdürür anlatmayı. Roman yapısında hiçbir kargaşa yoktur; okura yabancı gelmeyen bir öyküleme türüdür bu. Uzam yerli yerindedir, üç boyutlu ve sağlam. Bu boyutlar çoğu kez ayrıntılı çevre betimlemeleriyle yansıtılır okura.” Olayların konusu içinde bulunulan sosyopolitik olayların ya da etik ülkülerin yerleşik değerlerine savaş açmış bir kahramanın hikayesi olur. Bir “yolculuk” romanlarıdır bunlar. Fakat bireyin içine doğru değil dış dünyaya doğrudur. Kahramanın iç düşünceleri önemli değildir. Tanrısal bakış hakimdir. Okur olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurabiliyordur. Roman yol göstericidir 19.yy klasik edebiyatında. 20.yy itibariyle “gerçek”lik anlayışı da değişmeye başladığı için klasik/yansıtmacı edebiyat yavaş yavaş geçerliliğini yitirmektedir. Modernizm ve Postmodernizm egemen olmaktadır edebiyata. Gerçek artık somut bir olgu olarak algılanmıyordur. “Yeni romancı, gerçeği, bir modeli örnek alarak yansıtmıyor, onu baştan yaratıyordur. Bu yaratma ediminde sanatçının yapabileceği tek şey; yakalayabildiği gerçek parçacıklarını, düşlerini, bilincinin/bilinçaltının kıvrımlarından bulup çıkardığı malzemeyi biçimlendirmektir. Yeni roman biçimci estetiğin uç noktasında filizlenir; 20. yüzyıl edebiyatı, sanat düzleminde kurguyla/teknikle/yapıyla oynanan bir oyuna dönüşür”. Romanlar yabancılaşmış insanın iç dünyasına yönelir. Bu içe yöneliş biçimle oynamayı da zorunlu kılmıştır. Romanlar artık deneysel biçimcilikle yazılmaktadır. Ne de olsa tek somut bir gerçek yoktur, görecelidir. Romancı artık gerçeği aramaktan vazgeçip onu yaratmaya başlamıştır. Bunun nedeni “yazarın nasıl biçimlendireceğini, kurgulayacağını tam olarak kestiremediği soyut bir iç dünyanın/bilincin/bilinçaltının, kurgunun odağına gelip yerleşmesidir(…)iç dünya ile dış dünya arasındaki sınırların silindiği bu yeni kurmaca yaşam biçiminde yazar, soyut dünyanın/bilincin zamanını nasıl kurgulayacaktır? Modernist romanın en önemli kurgu sorunlarından biridir bu, çünkü insanın beyninin içindeki zaman çizgisel akmamaktadır; bilinç de bilinçaltı da inanılmaz zaman sıçramaları yapabilmektedir.” Yeni tekniklerle biçim oluşturulmaktadır. Bilinç akışı, geriye dönüş, montaj/kolaj, çok yönlü optik teknikleri roman biçimlendirmenin yeni teknikleridir. İmge sözün özü durumuna gelmiştir. Roman iki kulvara ayrılmıştır: “Bunlardan biri, Joyce’un, Musil’in, Oğuz Atay’ın romanlarının oluşturduğu ana kurgu eğilimidir. Bu eğilimde metin bir biçem çoğulculuğu içerir, çoğu kez birbirinden bağımsız metin adalarının montaj/kolaj teknikleriyle birleştirilmesinden oluşur(…)Ana öykü ise genelde pek de önemli değildir bu tür metinlerde”. Metni örmek içindir ana öykü. Önemi sadece bağlayıcılığı içerir. “Modernist romanın yapı/kurgu düzlemindeki ikinci ana kulvarı, Kafka’nın, Canetti’nin, Yusuf Atılgan’ın izlediği yoldur. Bu yolda ilerleyen romancı; metnini bütüncül bir öykü varmış gibi kurgular. Ancak bu öykü, tüm mantık kategorilerinin dışında bir çizgi izler; neden-sonuç ilişkisi ortadan kalkmış, uzam-zaman boyutu amorflaşmış, yabancı/fantastik/absürd bir düş mantığı metne egemen olmuştur.” Görünüşte zaman dizinsel bir olay anlatıyormuş gibi görünür ikinci kulvar. Belki de Kafka’nın Joyce’a göre çok okunmasının sebeplerinden biri(diğer sebeplere de değineceğim) belki de budur. Ama iş göründüğü gibi değildir. Anlam içten bozulmuş, absürttür. 20.yy sonlarına doğru modernizm anlayışı da etkisini yitirecektir. Artık modern sonrası/üstü anlamına gelen postmodern bir gerçeklik anlayışı hakimdir. “Her şeyin karşıtıyla birlikte hiçbir çatışmaya yer vermeden varolduğu, farklılıkların barışçı bir karnaval atmosferi içinde bir arada yaşadığı bir tinsel varoluş biçiminin adıydı postmodern.” Çoğulcu bir bakış açısı tüm hayata yerleşir. Tüm zıtlıklar bir karnaval ve “oyun” havasında iç içedir. “Çoğulculuk postmodernizmin yaşamda da sanatta da ana eğilimidir. Daha da ileri giderek ve postmodernizmin hiçbir ilkeye/kurala/kurama/ölçüte/felsefeye/dizgeye damgasını basmak istemeyen yapısıyla ters düşmeyi de göze alarak diyebiliriz ki, çoğulculuk postmodernizmin tek felsefesidir; akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji ve mitosun, burjuva dünya görüşü ile toplum dışı bir marjinalliğin yan yana/eşzamanlı var olduğu bir yaşam biçiminin adıdır”. Postmodernizm kendine yeni bir estetik oluşturmaya çabalamamıştır. Biçim özelliklerini modernist romandan almıştır. Ana kurgu özelliklerinden oyunsuluk da modernizmden alınmadır. Oyun postmodern edebiyatın ana kurgu elamanıdır artık(Hatta Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adında bir romanı vardır). Oyun olarak kurmaca sanatın kendini nasıl oluşturduğunun kurmacasıdır. “Edebiyat, artık somut yaşamı kurgulamıyor; kendini, nasıl oluştuğunu, nasıl kurgulandığını anlatıyordur. Doğa ise, daha önce yazılmış metinlerden oluşan b ir metinlerarası doğaya dönüşmüştür. Kendini anla tan bu edebiyatta kurmaca, üstkurmaca düzlemine taşınır.” Yani artık metnin içinde yazar eseri nasıl yazdığını/oluşturduğunu anlatıyordur okura. Üstkurmacadır bu. Artık edebiyatta anlatmak değil roman kurmaktır esas olan. İyi roman kuran iyi edebiyatçıdır eleştirmenlerin gözünde. Türk Edebiyatına gelelim şimdi. İleri görüşlülüğü baş tacı yapmış bir ulusun edebiyatta gelişimleri yakalayamaması nasıl açıklanmalıdır, sorusuna çokça yanıt aranabilir. Aranmalıdır da. Biz güvendiğimiz sulardan ilerleyelim. Ahmet Hamdi Tanpınar 1930lu yıllarda bir Türk romanı niçin yoktur, sorusuna yanıt ararken kısaca; gerçekten okuduğunu anlayan okurların azlıdığından, toplumsal dertlerle boğuşmaktan bireyi unutan, kendi cemiyeti arasına sıkışmaktan bütüne bakamayan bir milletin romanın niceliksel anlamda var olabileceğini ama niteliksel olarak olmadığını belirtir. Edebiyatımız uzun süre geleneksel edebiyat dediğimiz mimetik estetiğin içerik üretme anlayışına bağlı kalır. Bu öyle bir bağlanıştır ki bu yoldan sapanlar edebiyatçı olarak görülmez. Ülkedeki her şey gibi edebiyat da tekelleşmiştir. “Toplumsal sorunların altını çizmeyen ve biçime ağırlık veren metinler uzun yıllar devre dışı bırakılır edebiyatımızda. Bugünkü edebiyat piyasasında bile, geleneksel/gerçekçi estetik eğilimin taşıyıcısı olan belirli bir yayıncı/edebiyatçı/eleştirmen grubu, yayımlanacak kitapların seçiminde, ödül alacak yapıtların belirlenmesinde önemli rol oynamakta ve edebiyatı isledikleri doğrultuda yönlendirmekledirler. Romanda bireycilik ve biçimcilik, neredeyse suç içeren bir estetik davranış olmuştur Türk edebiyatında.” Belki de hala Elif Şafak, Ayşe Kulin, Ahmet Altan, Zülfü Livaneli gibi popülist yazarlarının çok okunması bu yüzdendir. Arada istisnalar çıkmıştır ama dikkat çekememiştir. 70li yıllara kadar bu böyle sürer. Türk Edebiyatında ilk modernist açılım Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ıdır. “Atay 1972’de, o güne değin Türk edebiyatında kurgu/biçim özellikleri açısından görülmemiş bir romanla ortaya çıkar: “Tutunamayanlar”. Zamansal art ardalığın montaj kalıplarıyla delindiği, iç ve dış dünyalar arasındaki sınırların silindiği, farklı ontolojilerdeki gerçekliklerin farklı biçim ve anlatım öğeleri aracılığıyla çokkatmanlı bir yapı içinde verildiği bir romandır ‘Tutunamayanlar’”. James Joyce’un Ulysses’inden izler taşır. Oğuz Atay’dan sonra 1973’te Yusuf Atılgan sahneye çıkar. Anayurt Oteli yayınlanmıştır. Türk Edebiyatının kilometre taşlarından biri olan “Anayurt Oteli ise, neden-sonuç ilişkisinin yok edildiği kafkaesk bir ortamda, 20. yüzyıl insanının evrensel sorunsalları olan yabancılaşma/yalnızlık ve iletişim kopukluğunu odağa alır. Romanın yazarı, tek bir düzlemde anlamlandırılması olanaksız olan bu absürd metinde, anlam boşluklarını doldurmayı okuruna bırakır”. Franz Kafka izleri taşır bu romanda. Aynı yıllarda Ferit Edgü de aynı eğilimle metinler üretmeye başlar. 80 darbesinden sonra ortam iyice alevlenmiştir. O yıllarda Orhan Pamuk edebiyat alanında bir “fenomen”dir. “Modernist ve postmodernist eğilimlerin birbirine harmanlandığı romanları, onun yalnızca avangardist kurgu teknikleri alanındaki olağanüstü yeteneğini sergilemekle kalmaz, aynı zamanda çağcıl edebiyat kuramlarını ne denli iyi bildiğini de belgeler. Üstkurmaca tekniği ile oluşturulmuş, metinlerarası düzlemde solukalan romanlardır bunlar.” Sadece Pamuk ile kalmayıp Latife Tekin, Nazlı Eray, Bilge Karasu, Hilmi Yavuz, Hasan Ali Toptaş, İhsan Oktay Anar gibi isimlerle bu açılımlar büyük gelişme göstermiştir. Bu gelişmelerden sonra günümüze geldiğimizde başta sorduğumuz bir Türk Romanı niçin yok sorusunu Orhan Pamuk, Tanpınar Merkezini açılısında cevaplıyor: “80 yıl sonra bugün diyebiliriz ki bir Türk romanı vardır. Bu da bizim en büyük sevincimiz olmalıdır”. Her dönemin “gerçek”e verdiği anlam farklı olduğu için edebiyatın da ona göre şekil aldığını söylemiştik. Haliyle okurun da şekil alması, aradaki farkları bilmesi ve buna göre eleştirmesi doğru bir okurluk olur. Postmodern bir romanı klasik edebiyat anlayışından eleştirmeye kalkarsak, konunun içine giremedim, duygu bütünlüğü yok, işin içinden çıkamadım gibi yorumlarla karşılaşırız. Ya da modern bir roman okuru gözünden klasik bir eseri yorumlamaya kalkıştığımızda teknik ve biçim yönünden beğenmeyeceğizdir. Bu yüzden okurluğu ciddi bir iş olarak görürüm. Bir birikim meselesidir aslında. Klasik eser okuru olmak kolaydır, tabii bunu küçümseyici olarak anlamamak gerekir. Klasik eserin rahat okunan kurgusundan kaynaklanır bu. Bu eserlerde tez antitez mantığıyla yorumlar yapılabilir. Gerçek ve çıkarılacak anlam sınırlıdır. Bu yüzden yorumda bulunmak klasik okur için kolaydır. Modernist ve postmodernist yazarlar( postmodernistler modernistler kadar seçkinci değildir ama)kendi eserlerini okuyan okurun klasik değil “örnek okur” olmasını isterler. Sayının azlığı onlar için sorun değildir. Onları anlamaya çalışan birkaç okuru olması onlar için yeterlidir. “…seçkincidir; kendisini anlayan, onunla bütünleşen az sayıda okur ona yetmektedir. Metinde anlamın/konunun ardından koşmayan, avangardist biçim denemelerindeki artistik boyutun ayırdına varan, ondan tat alan seçkin bir okurdur bu; romanı şiir gibi okumayı öğrenmiş biridir.” Okurdan yüzeysel okuma yapmasını istemez, derin bir okuma yapması istenir, metinlerarası ilişkileri farketmelidir. Bunun için de kendinden önce yazılanları okunmasını/bilinmesini ister. Okur metinde bahsi geçen diğer eser/yazarları okumamışsa metinden alacağı haz çok azdır. Çünkü metin onların gözünde bir oyundur, okur oyunun kurallarını bilmelidir. Bunu kısa bir örnekle açıklayalım. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar adlı romanı metinlerarası yapıyla örülüdür. Bahsi geçen bu yapıyı anlamak için önce şu eser/yazarları okumak gerekir: Don Kişot, Faust, Elias Cannetti, James Joyce, Franz Kafka, Gogol, Goethe, Polonius, Peter Weis, Derrida, Eric Berne Hayat Denen Oyun, Yeraltından Notlar, Hamlet, Düşüş, Satıcının Ölümü. Bu eserleri ve yazarları bilirsen beni anlayabilirsin demektedir yazar. Ondan değil midir ki “Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı” demiştir yazar. Aslında buradan okur profiline de bir sitem getirmektedir Atay. Okurluğun anlamı göründüğü gibi okuyup geçmek ve yorumlamak demek değildir o yüzden. Yıldız Ecevit çok iyi bir iş başarmış. Bu kadar terimle yüklü bir alanı herkesin anlayabileceği bir kıvamda hazırlamak özen ve usta işi işçilik ister. Kendisinden bolca yararlanmanız dileğiyle.
Türk Romanında Postmodernist Açılımlar
Türk Romanında Postmodernist AçılımlarYıldız Ecevit · İletişim Yayınları · 201298 okunma
··
1.527 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Birkaç referans kitap önermekte fayda var: Postmodernizmde metinlerarası düzlem, kavramlar(paştiş, kolaj, üstkurmaca vb.) hakkında:
Metinlerarası İlişkiler
Metinlerarası İlişkiler
Örnek Okur kavramı için:
Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti
Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti
Mimetik anlayışı için:
Mimesis
Mimesis
Oğuz Atay'ın biyografisi ve eserleri hakkında:
Ben Buradayım...
Ben Buradayım...
Alternatif modernizm ve postmodernizm:
Modernizm ve Postmodernizm
Modernizm ve Postmodernizm
zeyneb okurunun profil resmi
Dolu dolu, bizlerin de kitabi okumadan da olsa istifade edebileceği bir inceleme yazmışsınız. Emeğinize sağlık. Merak uyandırdı.
Murat Sezgin okurunun profil resmi
Amacım sizin dediğiniz gibi en azından incelemeyle fikir sahibi edebilmek. Amacına ulaştıysa ne mutlu. Teşekkür ederim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.