Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

319 syf.
9/10 puan verdi
Basit bir güç savaşından daha fazlası...
Mikail Bayram, bu eserinde bizlere, bir tarafta Anadolu'daki fikir hareketlerinden birisinin öncülerinden ve tasavvufi düşünceleri ile bir döneme damga vurmuş Mevlana ile bir tarafta tarihimizde Ahi Teşkilatı'nın kurucusu olarak yer etmiş Ahi Evren arasındaki siyasi, dini, sosyal mücadeleyi ele alıyor. Tabularınızın yıkılmasına hazır olun! Mevlana sevdalıları kitaba ve yazara saldırmadan önce yazarı size biraz tanıtayım: Mikail Bayram, 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyet Fakültesi'ni bitirdi. Mezuniyet tezi olarak "Zerdüşt ve Avestası" üzerinde çalıştı. İki yıl orta öğretimde Din Kültürü öğretmenliği yaptı. 1968'de Konya Yüksek İslam Enstitüsü'ne (Bugünkü İlahiyat Fakültesi) Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyeliğine tayin edildi. Muhtelif İlahiyat Fakültelerinde Fars Dili ve Edebiyatı, Osmanlı Paleografyası ve İslam Tarihi dersleri okuttu. Bu dönemde bir yıl süre ile Bağdat Edebiyat Fakültesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde ihtisas yaptı. Yüksek Lisans ve Doktora çalışmaları süresince Türkiye kütüphanelerinde bulunan el yazması eserler üzerinde araştırma ve incelemelerde bulundu. Özellikle İran Edebiyatı'nın Anadolu'daki uzantısı üzerinde ihtisaslaştı. Bu vesile ile Türkiye Selçukları döneminde Anadolu'daki dini-tasavvufi ve fikri hareketleri takip etme imkanı buldu. Bu kadar tanıtma yeterli olacaktır. Bu yazılanlar da sizi tatmin etmediyse eğer bundan sonraki yazacaklarımı hiç okumayın! Cahil savarımı kullandığıma göre kitabı anlatmaya geçebilirim. Mikail Bayram kitabın önsüzünde, eserin 40 yıllık araştırma ürünü olduğunu, hayatının bir kısmını bu araştırmaya adadığını ve hala devam ettiğini söylüyor. Yeni bulgular ortaya çıktıkça da eseri güncellediğini belirtiyor. Eser tamamen kaynaklar ile bütün anlatılanlar destekleniyor. Gerçekten kaynak çok fazla, kitap hazırlanırken emek verildiği ortada. Dönemin el yazması kaynaklarını yine dönemin yazarları tarafından yazılan eserleri kaynak kullanıyor hatta dönemin levhalarını da kullanarak Mikail Bayram, o dönemi okurlara objektif ve akademik bir üslup ile anlatıyor. Mikail Bayram, Ahi Evren'in Nasreddin Hoca ile aynı kişi olduğunu şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatladığını belirterek alanında uzman diğer akademik yazarlara bir atıfta bulunuyor. Yazar, kitaba yönelik olumlu ya da olumsuz bir eleştiri dahi gelmediğini ve kendisi tarafından ortaya çıkarılan kaynaklar üzerinden isteyenin araştırması üzerine katabileceğini ayrıca bu konuda akademik yazarlar neden eski kaynaklar üzerinden araştırmaya gittiğini ve kendisinin araştırmasını görmezden gelindiğini kitabın giriş kısmında sitemini sert bir şekilde belirtiyor. Bu bana ülkemizdeki akademik kadroda kimlerin ne amaçla bulunduğunu göstermiş oluyor. Ayrıca size Mikail Bayram'ın bu kitabın konusu olan Ahi Evren-Mevlana mücadelesini ortaya çıkardığı için bir akademisyen tarafından gelen tepkiyi paylaşmak istiyorum: "Vaktiyle bir ağabeyim Türkoloji kongresi esnasında iki arkadaşı ile birlikte yanıma gelerek bana bir öğütte bulundu. Bu muhterem zat şöyle diyordu: 'Ben senin Ahi Evren Nasirüddin ile ilgili yazılarını okudum. Bu günde bir bildirini dinledim. Öyle görüyorum ki, Osmanlı uleması Hz. Mevlana ile Ahi Evren arasındaki muhalefeti biliyorlardı. Fakat bu iki mübarek zat arasında cereyan eden, senin anlattığın o hoş olmayan hadiselerin halktan ve efkar-ı umumiyeden gizli kalmasını ve onlar arasında geçen mücadele ile ilgilenmemeleri için bunu örtmeye çalıştılar. Sen ise bunun aksini yapıyorsun. Üzeri küllenmiş olan hadisenin üstünü açıyorsun. Gönlüm buna razı gelmiyor. Bir vebal altındasın. Bu işin üstüne düşmeni tavsiye etmiyorum' Ben de bu muhterem ağabeyime o zaman şunu söyledim: 'Benim de Ahi Evren, Baba İlyas-i Horasani ve daha başkalarının terk edilmiş, mazlum, ebter, aşağılanmış olarak kalmalarına gönlüm razı olmuyor. Bu kişilerin ilmi ve fikri miraslarından mahrum kalınmasını milletimiz için bir kayıp olarak düşünüyorum. Keşke Ahi Evren ve diğerlerinin eserleri de Mevlana'nın Mesnevi'si kadar okunsaydı. Okunsaydı Anadolu'nun ilmi ve fikri gücü daha yüksek ve daha renkli olurdu. Anadolu'da fikir ve sanat alanındaki gelişmeler daha farklı olacaktı. Şimdi bizler de o devrin tarihine daha objektif bakma ve görme imkanı bulmuş olacaktık." Yorum ve takdiri size bırakıyorum. Gelelim kitabın asıl yazılma sebebi olan Ahi Evren'i tanıtmaya. Ahi Teşkilatı'nın baş mimarı olan debbağların piri, büyük halk filozofu ve fikir adamı Ahi Evren diye bilinen Hace Nasirü'd-din Mahmud, aynı zaman latifeleri ile Türk tasavvuf tarihinde iz bırakmış olan, nüktedan bir karaktere sahip ama gerçek profilinin dışında alaycı, çıkarcı, kurnaz, düzenbaz, ahlaksız gibi lanse edilmiş Nasreddin Hoca'nın ta kendisi! Horasan ve Maveraünnehr'e giderek o yöredeki büyük üstadlardan ders aldığı ve en çok da ünlü Eş'ari kelamcı, Herat Kadısı Fahruddin Razi'den yararlandığını ve özellikle Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh, ve Tasavvuf gibi dini ilimler yanında Felsefe ve Tıb sahasında da sivrilmiş ve bu konularda eserler vermiş olduğunu öğreniyoruz. Evhadüddin Kirmani ile Anadoluya gelerek Kırşehir'de Ahilik teşkilatını kuruyor. Dönemin Selçuklu sultanı, Türkmen dostu ve koruyucusu olan I. Alaaddin Keykubat tarafından himaye altına alınan Ahilik Teşkilatı, bütün Anadolu'ya yayılma fırsatını buluyor. Mikail Bayram, bu güne kadar Ahi Evren üzerinde sürdürülen çalışmalar neticesinde onun 20'ye yakın eserini tesbit etmiş olduğunu belirtiyor. Yıllarca bizlere yanlış tanıtılan Nasreddin Hoca yani Ahi Evren işte böyle biriymiş. Ahi Evren, Selçuklular zamanında Anadolu'da Moğollara ve Moğol yanlısı iktidarlara karşı sürdürülen isyanlarda önder isim olduğu için bu iktidarlar onun adını unutturmak ve izini silmek için özel bir gayret göstermişlerdir. Böylesine unutulmaya mahkum edilmesinin bir önemli sebebi de Moğol ve Moğol yanlısı iktidarın himaye ve desteğinde Anadolu'da fikri üstünlük kuran Mevlana Celaleddin ve Mevlevilerin onun aleyhinde sürdürdükleri olumsuz propagandalardır. Mevlana'nın baş düşmanı olan Ahi Evren, onu Mesnevi'sinde hiç adıyla anılmamış daha çok Cuha (Hocacık), İblis, Muhannes (Eş cinsel), Pelid (Çirkef), Mar ve Ejder (yılan), Kundeh (Pespaye), Bedhuy (Kötü huylu), Köse ve Hadım gibi aşağılayıcı, tahkir ve tezyif edici sözlerle anmıştır. Aralarındaki düşmanlığın bir kaç madde de ele almak lazım, 1. Etmen her ikisinin de farklı dini düşünce tarzını benimsemeleri. Ahi Evren, gerçek bilgiyi elde etmek için aklın ve mantığın ölçü olduğunu savunan hatta aklı, imana varmanın ve Allah'ı bulmanın vasıtası olarak gören akliyeciler (Rasyonalist) düşünce tarzını; Mevlana ise, gerçek bilginin içe doğuş ile elde edilebileceğini, imana varmak, Allah'ın bilmekte aklın hiç bir fonksiyonu olamayacağını, içe doğuş ile hidayeti ilahi ile Allah'a varılabileceği, iman edilebileceği tezini savunan, sezgiciler (içe doğuşçu) düşünce tarzını benimsemiştir. 2. Etmen Şems-i Tebrizi'nin Ahi Evren tarafından (Şems öldürüldüğü zaman Ahi Evren, dönemin veziri olduğu için onun bu işte parmağı olduğu düşünülüyor) öldürülmesi. 3. Etmen Mevlana ve çevresinin Moğolları ve Moğol yanlısı iktidarı destekleyip, Moğolları Anadolu'ya çağırmasına karşı çıkan Ahi Evren ve Ahiler'in Moğol emperyalizmine karşı mücadele içinde bulunması. 4. Etmen Şems-i Tebrizi'nin Konya'da livata (oğlancılık) fiilini yaymak istemesine Ahilerin karşı gelmesi şeklinde aralarındaki muhalif durum açıklanabilir. Mikail Bayram, Mevlana'nın Şems-i Tebrizi yolu ile Moğollarla tanıştığını söylüyor ve kendisinin savunduğu teoriye göre Şems'in bölgeye Moğollar tarafından bilinçli olarak gönderildiğini ve bir Moğol ajanı olabileceğini belirtiyor. Bana mantıklı geldi. Çok garipsenecek bir teori değil, kitabı okuduğunuz zaman size de mantıklı gelecektir. Gerek Mevlana'nın gerek Şems-i Tebrizi'nin sohbet meclislerinde Moğolların zulmünü ortaya atanlara, her defasında Moğol aleyhtarlığı yapanlara öfkelenmeleri, Moğol zulmünü haklı göstermeye çalışmalarını okudukça Türk düşmanlığı yaptıkları açıkça görülüyor: "Hulagu Han tarafından Anadolu'ya vezir olarak tayin edilen Tacudin Mutez, Moğollara ait vergileri toplamakla görevliydi. Mevlana'ya yazdığı bir mektupta: 'Moğolların işlerinin çokluğundan ve onlara hizmet etmekten vakit bulup ziyaretinize gelemiyorum' demektedir. Mevlana da ona Moğollara hizmet etmesinin hakça bir iş olduğunu, Moğolların, Müslümanlara emniyet ve güven sağladıklarını bildirmektedir ve 'Sen Moğolların gönlünü rahatlatarak Müslümanların huzur içinde kulluk etmelerini sağlıyorsun' demektedir. İşte Mevlana ve çevresindekiler böyle bir siyasi anlayış içinde olmuşlardır." (Syf. 237) Dahası var. Hulagu Han tarafından bizzat Mevlana'ya "Şeyhir Rum" unvanı veriliyor. Mevlana'ya unvanda yetmemiş olacak ki Ahi Evren'in Moğol asıllı Mevlevi Nureddin Caca tarafından katledilmesinin ardından Anadolu'daki bütün tekke ve zaviyeler Mevlevilere bağlanıyor, özellikle Ahilerin malları müsadere ediliyor. Bu müsadere edilen malların parası Mevlana'ya gönderilerek yandaşlarına dağıtılıyor. Mevlana'nın Moğol emperyalizminin nimetlerini yemeye devam ederek, Moğollar arasında o kadar güç kazanıyor ki iktidara istediğini atayabilecek konuma geliyor. Hepimizin bildiği dönemin önde gelen devlet adamları Pervane Süleyman, Tacüddin Muted, Nureddin Caca, Atabeg Mecdüddin, Fahrüddin Ali gibi devlet adamları onun girişimleri sonuçları görev başına geliyor. Bu yüzden o dönemde Anadolu'nun yönetiminde söz sahibi olan bu siyasiler, Moğol iktidarı yanlısı kişiler olarak bilinirler. Mevlana'nın bu kişilere yazdığı çok sayıda mektuplar bulunmaktadır. Bu mektuplar incelendiği zaman onun bu Moğol yanlısı siyasilerle ortak bir siyasi anlayış ve tutum içinde bulunduğu, onların da Mevlana'yı saydığı, değer verdiği açık olarak fark edilmektedir. Hiçbir zaman "Mevlana" denmesini doğru bulmadım, bulmuyorum. Çünkü Farsça mevla: Tanrı demek. "na" eki ise Arapçada "mız-miz" anlamındadır. Yani Arapça birinci çoğul şahıs iyelik eki görevi görür. Genel sözlüklerde ve Kur'an-hadis lugatlarında mevlâ kelimesi için başlıca şu mânalar sıralanır: Rab, mâlik, efendi (seyyid). Sonuç olarak “Tanrımız” gibi bir sıfat çıkıyor ortaya. Bilinen yanlışlardan biri de "Ne olursan ol yine gel" sözü Mevlana'ya ait değildir ve bu aslında pek bilinmeyen bir şey de değildir. Bu sözler Mevlana'dan yaklaşık 2 asır önce yaşamış Horasanlı mutasavvıf ve şair Ebu Said Ebu-l Hayr'a aittir. Ebu Said Ebu-l Hayr'in Prof. Dr. Mehmet Kanar tarafından Türkçeye çevrilip yayınlanmıştır. Mevlana'nın zannedilen sözler: "Yine gel, yine gel; ne olursan ol, yine gel; Kâfir, ateşperest putperest olsan da yine gel; Bizim dergahımız değildir ümitsizlik dergahı; Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel." Mikail Bayram, önemli kaynak olarak kullandığı Mesnevi'yi de eleştiriyor. Döneminde Mevlana'nın bir magazin kitabı olarak kullandığını, düşmanlarını tahkir etmek için yazdığını, kadın düşmanlığı yaptığını da ekliyor. Ayrıca Mevlana Mesnevi'yi Kur'an-ı Kerim gibi görmektedir. Bu durum Mesnevi'nin birinci defterinin önsözünde yazdıklarından rahatlıkla anlaşılmaktadır. Mevlana'ya göre Mesnevi "dinin aslının aslının aslıdır". Mesnevi'deki sapkın hikayelerde uydurma değildir. Mesnevi’nin yedinci cildi uydurmadır. Sapkın hikayeler zaten yedinci ciltte değildir. Örneğin meşhur kabak hikayesi beşinci cilttedir. Mevlana'nın sevgilisi Şems’e yazdığı mektupları da araştırmayı size bırakıyorum zındıklar. Ahi Evren ile Mevlana arasındaki çekişme aslında iki insan arasında basit bir güç savaşı gibi görünse de, Mevlana'nın TÜRKMEN DÜŞMANLIĞININ vücut bulmuş halidir. Kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Kitabın tek eksi yanı çok fazla kendisini tekrar etmesi. Ama bu sizi yanıltmasın kitapta gerçekten özgün bilgiler var, okunmaya değer. Yıllarca bize Ahlak abidesi olarak tanıtılan Mevlana'nın gerçek yüzünü görmek isterseniz ve Ahi Evren nam-ı diğer Nasreddin Hoca'yı yakından tanımak isterseniz bu kitabı mutlaka okuyun.
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlana Mücadelesi
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren - Mevlana MücadelesiMikail Bayram · Nüve Kültür Merkezi Yayınları · 201272 okunma
··1 alıntı·
1 artı 1'leme
·
834 görüntüleme
Muhammet İkbâl okurunun profil resmi
Bu meseleye bir çok kez tesadüf etmiş olmama rağmen meselenin bu kadar sistemli bir çalışması olabileceğini hiç düşünmemiştim. Eseri tanıttığınız ve tanıtıma muhtevasına dair bu kadar geniş izahat eklediğiniz için bilahare teşekkür ederim
Tengrigens okurunun profil resmi
Her konuda olduğu gibi halkımız kolaya kaçıp, kulaktan dolma bilgilerle hareket ettiği için tarihi şahsiyetleri doğru tanıyamıyor. Zaman ayırıp, okuduğunuz için teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
Ecem okurunun profil resmi
Emeğine sağlık Ali gerçekten severek okudum. Alıntılarda da epey kıymetli cümleler okudum. Tasavvuf, şeyh, şıh minvalindeki insanları hiçbir dönem kendime yakın bulmadım her söylediklerine şüphe ile yaklaştım ve her zaman da şüphelerim haklı çıktı. Bu kitabın bol kaynaklı olduğunu yazmışsın, bence en ama en önemli şey budur bir araştırma kitabında. Ve dikkatimi çeken bir başka önemli şey ise bu tarz yapılanmaların hep siyasete hizmet etmiş olması ya da siyaset amacıyla kurulmuş olması. Yine şaşırmadım yani. Tekrardan emeğine sağlık arkadaş.
Tengrigens okurunun profil resmi
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim Ecem, beğenmene sevindim :)
Neşe okurunun profil resmi
Okuma listeme aldım. Bu güzel inceleme için teşekkürler.
Tengrigens okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Harika bir karar almışsınız. Beğenmenize sevindim. :)
Odessa okurunun profil resmi
Alıntılarınla ve incelemenle fevkalâde bir eserle bizleri tanıştırmış olduğunu düşünüyorum. Çekişmenin boyutlarının bu kadar derin olabileceğini düşünmemiştim hiç. Eseri muhakkak okuyacağım, emeğine, kalemine sağlık.
Tengrigens okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. Beğenmene sevindim :)
Fama okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık. Bilgilendiren bir inceleme olmuş. Keşke bunlara karşı fikirde olanlarda okusa ! Kitabı okuma listeme aldım. Teşekkürler.
Tengrigens okurunun profil resmi
Teşekkür ederim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.