Gönderi

Bütün Alıntılar
Kolları Baglı Doğanlarınız "Siz bilmezsiniz oğul. Sizin büyük dedeniz kuşçuydu. Çok iri doğan kuş- ları besler büyütürdü. Kanca gagalı, yeşil cam gözlü, iri pençeli avcı kuşlarını kolundan indirmezdi hiç. De- deniz silah taşımazdı. Atı vardı, iyi biniciydi. 'Kaçanı kaçanla, uçanı uçanla yakalamak gerek,' derdi. Kara, marsık sinir etleri güneşte kurutur, taş gibi ettikten sonra onlarla besler büyütürdü kuşlarını, boyunlarıyla pençeleri güçlensin diye. Bir gün abamıza bir atlı Bey geldi oğul. Şakakları sivri, çıkkın, yeşil gözlü, çizmeli, çilli yüzlü bir adam dı. Dedeniz, 'Tanrı misafiri' konuğunu buyur etti çadı- rımıza. Adam atından indi. İçeri girmeden önce, kıl ça- dırımızın ön direğinin üstünde sıra sıra tünemiş duran doğan kuşlarımıza hayranlıkla baktı. Kuşlar çadırımı- zın ön direğine ayaklarından sağlam iplerle bağlıydı. Adam elini uzatarak anaç kuşları sevmeye kalktı. Anaç kuş, kendine yabancı bulduğu ele saldırdı. Güçlü pen- çeleriyle adamcağızın elini yırttı parçaladı. Kan revan içinde kaldı eli konuğun. Adam, bir kanayan eline, bir de kuşlara baktı ve belinden keskin, iri bıçağını çıkar- dı. Telaşa kapıldık hepimiz, "Eyvah! Dedemizin avcı kuşlarını kesecek!" diye. Ama adam tersini yaptı oğul. Doğan kuşlarının boyunlarını kesip uçuracağı yerde, ayak bağlarını birer birer kesti boşandırdı, salıverdi tü- münü. Kuşlar da gökyüzüne uçup gittiler. Bir daha geri dönmediler. Büyük dedeniz sinirlendi. 'Yahu ne yaptın sen? Benim binbir emekle besleyip büyüttüğüm kuş- ları nasıl salar boşandırırsın?' diye çıkıştı konuğuna. Adam, sakin, bilge birine benziyordu. Hiç sinirlenme- di. Bıçağını kınına koydu. Kocaman, ipekli mendilini kanayan eline sardıktan sonra, dedenize döndü. 'Bey, bey! Bir kuş düşün ki, elleri ayakları bağlı da olsa ken- dini tutsak eden insan soyuna asla yalvarmıyor, yaltak- lanıp pusmuyor. Aksine saldırıyor. Görmüyor musun ki, bu kuşlar mağrur, yiğit, cesur kuşlar. Böylesi kuş- ları kolları bağlı tutsak etmek şanına yakışmaz. Hele hele insanlığa hiç yakışmaz. Günahtır,' dedikten sonra az önce indiği atına bir sıçrayışta tekrar bindi. Ve acı kahvemizi içmeden dörtnala çekti gitti. Fena bozuldu dedeniz. Ne diyeceğini bilemedi. Ba- kakaldı giden konuğun ardından. O günden sonra da doğan kuşu beslemez oldu. Şimdi sen bu olaydan misal biç oğul. Ve İstanbul'a varınca hapiste yatan oğlum Halil'e bunu aynen an- lat. De ki, o içeridekilerin tümü birer 'Kolları Bağlı Doğan'dır. Onları, düşündüler, düşündüklerini yazdılar, söylediler diye hapse atmak, taş duvar arasında çü- rütmek insanlığa yakışmaz. Ne yapmış benim oğlum? Namusa mı göz dikmiş, hak mı yemiş, can mı almış? Bana göre suç bunlardır. Aklı olan düşünür ... Bir in- san düşündüğünü yazdı çizdi diye içeri atılır mı? Koy- versinler oğlumun yakasını. Bulutun önüne geçilmez, buluta cetvel vurulmaz, tohum taşa ekilmez. Çekirde- ğe günahtır bu. İçeridekilerin bir an önce salıverilme- leri gerek ... "Bu pullarla jetonlar neyin şifresiydi? Bunları bir- birinize göstererek mi tanışıp buluşacaktınız? " diye soruyor bana. 15 Sapasağlam girdiğim bu binadan bir gün çürük çıkar- sam bunu kim belirleyecekti? 16 I Ensemizde kanımızı içmeye yemin etmiş egemen bir düzenin acımasız, sivil gorilleri vardı. 26 insan soyuna yapılan en büyük kötülük, ona iş- kence etmek değildi aslında; onu işsiz, uğraşsız bırak- maktı. 33 "Bu dünyada biz varız. Kargadan baş- ka kuş tanımayız ... " 91
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.