Milli Mücadele'nin tahrif edilmiş bir versiyonunun geçerli oluşu, doğal olarak yanlış yorumlara da neden olmaktan geri kalmamıştır. 1935'te yayınlanan bir eserinde Nehru, şunları yazmıştı: "Böylece henüz yakın bir geçmişte özgürlükleri için savaşan Türkler, kendi bağımsızlıklarını isteyen Kürtleri ezmişlerdir. Tuhaf olan savunmaya yönelik bir ulusçuluğun nasıl saldırgan bir biçimde geliştiği ve birinin özgürlük savaşının nasıl bir diğerinin üstündeki baskısı olarak ortaya çıktığıdır. 1929'da Kürtlerce bir isyan daha yapıldı. Ve bu da en azından geçici olarak bastırıldı. Fakat insan, özgürlükte direnen ve onun faturasını ödemeye hazırlanan bir halkı ebediyen nasıl ezebilir?"
Nehru bu satırları yazarken, Milli Mücadele'yi emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı bir başkaldırı olarak görmek istiyor. Oysa böyle bir şey söz konusu değildi. İşte bu durum, "antiemperyalizm", "mazlum halklara kurtuluş yolunu göstermek", "Dünya'nın ilk ulusal kurtuluş hareketi" gibi yakıştırmaların zihinleri bulandırmış olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin dış politikasının aldığı biçim de yukarıdakilerin ne kadar içi boş ve anlamsız iddialar olduğunun da bir göstergesidir. Türkiye'nin dış politikasında temel tercihin ezilen, sömürülen halklardan yana değil, sömürgeci-emperyalistlerden yana oluşu da yukarıdaki durumla yakından ilgilidir. Aksi halde gerçekten özgürlük mücadelesi vermiş bir ulusun bir başkasını baskı altına alması söz konusu olabilir miydi? ..