Gönderi

1930'ların ikinci yarısından itibaren Türkiye' de nasyonal sosyalizmin ve faşist ideolojinin tezlerini Türk milliyetçiliğiyle birleştirmeye yönelik girişimler ortaya çıkar. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan gibi isimlerin çıkardığı Ergenekon, Gökbörü, Bozkurt vb. dergilerde Nazi ırk kuramı Türklüğe uyarlanır, "Deutschland Über Alles" sloganı "Her şeyin üstünde Türk ırkı" şeklinde değiştirilerek, kan ve soy esasına dayalı ırkçı bir milliyetçilik kuramı geliştirilir. Bunun yanı sıra, Pantürkist bir perspektif İle tüm Türklerin tek bir devlet çatısı altında birleşmesini öngören "Turancılık" fikri, bu ırkçı milliyetçiliğe dahil edilir. "Esir Türkler" kurtarılacak ve Türkiye'yle birleşerek büyük Turan devletini kuracaklardır, Dolayısıyla, bu ırkçı milliyetçilik anlayışının irredantist (yayılmacı) bir karakter taşıdığı da söylenebilir. Bu akım ve mensupları, birazdan ayrıntılı şekilde üzerinde duracağımız 1944 yılındaki ünlü Irkçılık-Turancılık davası nedeniyle Türkiye siyasal tarihinde "ırkçı-Turancı" olarak anılır, Ancak başka bir çalışmamızda ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya çalıştığımız üzere, bu adlandırma yeterince açıklayıcı değildir. Çünkü; Bu akımın ideologları, milliyetçilik anlayışlarını kan ve soy esasına dayandırmakta, biyolojik bir ırkçılığı savunmakta ve asıl hedefi ırkın kanının saflığının bozulmasını engellemek olan bir devlet hayal etmektedirler. Ayrıca, ast-üst ilişkilerinin kesin bir şekilde tanımlandığı ve hiyerarşi dışı davranışların en sert şekilde cezalandırıldığı, askerlikle iç içe geçmiş bir emir-komuta toplumu tahayyül etmekte, siyaseti, ırk-merkezci bir perspektifle nüfusa, doğuma ve evliliğe doğrudan müdahale eden bir biyo-siyaset olarak yeniden kurgulamaktadırlar. Böyle bir toplum tasarımının yanı sıra son derece güçlü bir irredentizmin savunuculuğunu yapmakta, sosyal Darvinizme kesin bir iman duymakta ve buradan hareketle hayatı bir var kalma savaşı olarak kurgulamakta, ölüme ve savaşa tapınmakta, barış fikrine, enternasyonalizme ve kozmopolitliğe, entelektüalizme ve kadınsı olan her şeye karşı derin bir nefret duymaktadırlar. Dolayısıyla, faşist ideolojinin evrensel şemasını Türkçülükle/ Türk milliyetçiliğiyle sentezlemeye yönelik bu akımı "Türkçü faşizm" ya da "Türkçü faşist ideoloji" olarak adlandırmak daha doğru olacaktır, Özellikle İkinci Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanya'sı ile yürütülen iyi ilişkiler ve Sovyetler Birliği'ne yönelik husumet nedeniyle dönemin tek parti iktidarı Türkçü faşizmin örgütlenme çalışmalarına ve yayın faaliyetlerine izin vermiştir, Türkçü faşizm de kendisine açılan bu alanı etkili bir şekilde kullanmaya çalışmış, bir yandan Nazi sempatizanı bir çizgi izlerken öte yandan Türkiye'yi Nazi Almanya'sı ile birlikte Sovyetler'e karşı savaşa girmeye ve "esir Türkler"i kurtarmaya çağırmıştır. Böylece Türkler birleşebilecek ve Turan devleti kurulabilecektir. Ancak savaş ilerledikçe işler değişecektir, çünkü Stalingrad kuşatması başarısız olur, Kızıl Ordu'nun Avrupa'ya doğru ilerleyişi başlar ve Nazilerin yenileceği anlaşılır. Böyle bir konjonktürde, 1944 yılının 19 Mayıs'ında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü yaşanacakların işaret fişeği olan o ünlü konuşmasını yapar. İnönü, konuşmasında önce kendi milliyetçilik anlayışlarından söz eder ve bunun Türkçü faşizmden farkını anlatır: Türk milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu, elle tutulur ve gözle görülür neticeleriyle tamamıyla alıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk vatandaşı yetiştirmek için bütün iyi şartları özünde toplamış olan bu feyizli yolu bırakır da, ırkçıların milleti bin bir parçaya ayıracak fesatlı ve nifaklı zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız? Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır. Milli kurtuluş sona erdiği gün, yalnız Sovyetler'le dosttuk ve bütün komşularımız eski düşmanlıklarının bütün hatıralarını canlı olarak zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz derman bulursak sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız fikri yaşıyordu. Cumhuriyet kuvvetli bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını, milletler ailesi içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür. İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan komşularıyla da iyi ve samimi komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını, milletin saadeti için lüzumlu saymıştır. Devamında ise asıl suçlama, yani Türkçü faşizmin gizli bir örgütlenme kurarak iktidarı almaya çalıştığına ve dış güçlerle bağlantılı olduğuna dair iddia gelir: Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasında gizli fesat tertipleriyle fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan, batıdan ülkeler gizli Turan cemiyetiyle zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki, ancak devletin kanunları ve esas teşkilatı ayakaltına alındıktan sonra başlanabilir, Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyet'in, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız, Vatandaşlarıma ikinci sualimi soruyorum: Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiye'nin ırkçı ve Turancı olması lazım geldiğini iddia edenler, hangi millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar? Türk milletine yalnız bela ve felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir hizmetleri olamayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar? Yabancılar, fesatçıları idare edecek kadar yakından münasebette midirler? Bu konuşmanın ardından operasyon başlayacak ve ünlü Irkçılık Turancılık davası görülecektir; ancak operasyon ve davaya geçmeden önce, bu konuşmayı hızlandıran ve konuşmadan 16 gün önce gerçekleşen bir hadiseden, "3 Mayıs kalkışması"ndan söz etmek gerekmektedir.
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.