Gönderi

Katil Ali Ertekin'in adli' soruşturmasındaki sözlerinin doğruluk derecesi tam öğrenilemedi. ifadesindeki birçok çelişmenin kaynağı da karanlıkta kaldı. Ancak, cinayeti "milli duygularla" işlediğini öne sürmesine karşın, 1946'da erbaşlık yaparken tüfek hırsızlığından dört ay yirmi güne mahkum olduğu, ordudan kovulduğu bir süre Milli Emniyet'te çalıştığı duruşma sırasında anlaşıldı. Tanıklardan Süvari Yarbay Tevfik Kılınç mahkemede buna değindi: "Ali Ertekin'i alaydan tanırım. Alaydan üç tüfek çaldığı, bunları yüzer liraya Pomaklara sattığı anlaşıldı. Böyle bir adamın Sabahattin Ali cinayetinde milli hislerle hareket edeceği ne kani değilim." Acaba Sabahattin Ali'yi gerçekten Ali Ertekin mi öldürdü, yoksa başkaları öldürdü de suç onun üzerine mi yüklendi? Bu başkaları kimdir? Emniyet'in olaydaki yeri nedir? Bu sorulara öteden beri değişik cevaplar verilmektedir. Örneğin, Sabahattin Ali’nin yakın arkadaşı Aziz Nesin şöyle demektedir: "Sabahattin'i Mit öldürtmedi. Kişisel kusurlarının sonucu oldu başına gelenler. Devletin yetkili organlarının bir kişiyi öldürtmek için tuzak kuracağına inanmıyorum ben." "MİT öldürmüşse ne diye öldürecek? Marko Paşa'yı çıkarıyor diye . . . Marko Paşa'yı benim çıkardığımı herkes biliyordu, Mit de biliyordu elbet... Marko Paşa çıkmasın diye adam öldürmek gerekseydi, beni öldürürlerdi, ne diye Sabahattin'i öldürsünler ... Nitekim, Sabahattin öldükten sonra da Marko Paşa yine çıktı " Gerçekten de, Sabahattin Ali‘nin kaçışından sonra, sahipliğini ve sorumlu müdürlüğünü Rıfat Ilgaz'ın üstlenmesiyle Marko Paşa yeniden yayımlandı. Öyleyken, ne Rıfat Ilgaz, ne de Aziz Nesin öldürüldü. Demek ki, Sabahattin Ali’nin başına gelenleri yalnızca Marko Paşa'nın çıkarılışı ile açıklamak yanlıştı, ama Aziz Nesin' i o dönemde Sabahattin Ali ile bir tutmak da doğru değildi. Bu yüzden, Marko Paşa'nın hem sorumlusu hem de yazarı olan Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin'i eleştirdi: "Bu savın yüzde yüz doğru olması için bir koşul gerekiyor: Sabahattin ile Aziz'in 1947'de ün bakımından eşit olmaları. Düşünün bir: Henüz Aziz'in tek kitabı yok ortada. Sabahattin Ali ise dorukta bir yazar. Kuyucaklı Yusuf yazılmış. Içimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna yazılmış. Üç dört öykü kitabı yayımlanmış. Fontamara çevrilmiş. O dönemin faşist idaresini simgeleyen Sırça Köşk yeni çıkmış. Aziz, Sabahattin'i Marko Paşa içinde küçümsese bile okurlar ve egemen sınıfın temsilcisi bürokrat kadro ve faşistler bunu biliyorlar." Yalçın Küçük ise, Sabahattin Ali'nin öldürülmesi konusunda şu varsayımı öne sürer: "Sabahattin Ali, polisin Bulgaristan'a sürekli olarak adam kaçıran bir şebekeyi yakalama çabalarında bir yem olarak kullanılırken ölmüştür. ( ... ) Sabahattin Ali Bulgar sınırına ulaştı. Kartviziti imzaladı, Ali Ertekin'e verdi. Yanındakilerle vedalaştı. Bulgaristan tarafından Bulgar askerleri göründü. Tam bu sırada Türkiye tarafından ateş başladı. Şimdiki bilgilere göre başka çözüm yok. Bu çözümde mutlaka Milli Emniyet'le işbirliği var. Çünkü Sabahattin Ali kaçış planının Milli Emniyet tarafından bilindiğini biliyor. ( ... ) Kendi kaçışına izin verilmesi karşılığında Bulgaristan'a adam kaçıran şebekenin yakalanmasında Milli Emniyet ile işbirliği yapıyor. ( ... ) Sabahattin Ali'nin öldürülüşüne kadar Ali Ertekin' in bir Milli Emniyet ajanı olması imkanı yok. Türkiye'de hiçbir gizli örgüt bir mensubunu katil olarak mahkeme önüne çıkarmaz. ( ... ) Ali Ertekin Bulgaristan'a adam kaçıran şebekedendir. Yakalanmıştır. ( ... ) Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü kabullenirse daha hafif bir ceza ile kurtulacağına inandırılmıştır. Yalçın Küçük’e göre, mayıs sonlarında İstanbul' da görülen Sabahattin Ali, Haziran ortalarında Türk-Bulgar sınırında çıkan bir çatışmada arkadan vurularak öldürülmüştür. Yalçın Küçük’e bakılırsa, kendisinden önce Sabahattin Ali'ye ilişkin araştırma ve inceleme yapmış yazarlar "kayıp put"a tapan kişilerdir. Sabahattin Ali ise solcuların yarattığı bir "fetiş"tir. "Polisle işbirliğine girişen, geveze, korkak, kolaycı, hep bir elinin yağda ve diğerinin balda olmasını isteyen bir tip"tir. "Hiçbir şair mayası taşımayan, hikâyeleri kalıcı olmayan" bir sanatçıdır. Yalçın Küçük'ün belgelerle değil, spekülasyonlara dayanan bu yorumları ile aşağılayıcı, karalayıcı, kıyıcı yargıları basında tepkiler doğurdu. Söz gelimi, Kemal Bayram "Sabahattin Ali'yi Yeniden Öldürdüler" başlıklı eleştirisiyle onu cevaplandırdı. Atilla Özkırımlı da Yalçın Küçük'ün yazılarında gördüğü çarpıtmaları, yanlışları, uydurmaları, suçlamaları teker teker çürüten belgesel bir eleştiri yayımladı. Rasih Nuri İleri ise, Yalçın Küçük'ün kanıtsız savlarını "hasta bir zihniyet"le "tez üretme manyaklığı"nın ürünleri saydı. Sabahattin Ali'nin yakın arkadaşlarından olan Rasih Nuri İleri öldürme olayını aşağıdaki biçimde açıkladı: Rasih Nuri İleri, 1948 Nisanının ortalarında berber Hasan' a gidiyor, parolayı veriyor, Sabahattin Ali'den gelen imzalı kartviziti alıyor. Üzerindeki özel noktalamadan dostunun sının geçtiğine inanıyor. Kendisindeki iki mektubu ilgililere yolluyor. Fakat 12 Ocak 1949 günlü gazeteleri okuyunca şaşırıyor. Çünkü, Sabahattin Ali'nin öldürüldüğü bildirilmektedir! Aradan yıllar geçiyor. 12 Mart 1971 döneminde Selimiye Askeri Cezaevi' nde yatan yüksek rütbeli bir kurmay subaydan (Talat Turhan'dan) Sabahattin Ali'nin Emniyet'te öldüğünü duyuyor. 13-14 Mart 1978'de yayımladığı iki yazıda konuyu enine boyuna inceleyip yorumluyor. Vardığı sonuçlar şunlar: 1- Sabahattin Ali Bulgar sırında Ali Ertekin tarafından öldürülmedi. 2- Elimizdeki belirtilere göre, sınırı geçtiğini sandığı bir anda Milli Emniyet tarafından yakalandı. 3- Kırklareli Emniyet Müdürlüğünde sorgusu sırasında işkence edilirken öldü, konuşmadan öldürüldü. 4- Mart 1948' in son günleri ile Nisan 1948'in ilk haftası arasında vuku bulan bu cinayet, kendisi ile birlikte kaçmak isteyen iki kişiyi yakalayabilmek için gizlendi, cesedi sınır civarında bırakıldı, çürüdü ve orada köylüler tarafından bulundu. Kendisi ile kaçacak iki kişi yakalanamayınca, Sabahattin'i yakalatan Milli Emniyet ajanı Ali Ertekin bu kez katil rolünü üstlendi, bu sıfatla kendisini yakalattı. " 1990'da araştırmacı Uğur Mumcu da Rasih Nuri İleri'nin yorumlarını pekiştiren ve Küçük' ün varsayımlarını yıkan şu açıklamayı yaptı: "Ben de olayın bu yorumunu hem emekli kurmay yarbay Talat Turhan'dan, hem de onun arkadaşı Adnan Çakmak'tan dinlemiştim. ( ... ) 1973 yılında Ankara' da bir akşam Adnan Çakmak bu öyküyü uzun uzun anlatmıştı.< (Adnan Çakmak, Mareşal Fevzi Çakmak'ın yeğeniydi. Eski bir emniyet müdürüydü.) Ali Ertekin, 1986'da kendisiyle yapılan bir konuşmada, cinayet sonrasında başından geçenleri şöyle anlattı: "Kırklareli'nden trene atladım, doğru İstanbul'a geldim. Birkaç zaman sonra, Karaköy'de geziniyordum. Köprünün üstünde, eskiden tanıdığım Milli Emniyet görevlisi Zeki'yle karşılaştım. Ona Sabahattin Ali'yi öldürdüğümü anlattım. Beni alıp Sirkeci'deki binaya götürdü. Orada da anlattım. 'Şimdi o işi unut, bundan böyle bizimle çalışacaksın' dediler. İstekleri azılı bir komünist olan berber Hasan Tural'ı da yakalamaktı. Ben, berber Hasan'dan Sultanahmet Cezaevi'nde yatmakta olan Ahmet Titiz'e verilmek üzere mektup alıyor, onu getirip Milli Emniyet'e okutuyordum. ( ... ) Bu böyle aylarca sürüp gitti. Bu arada ceset bulundu. Bir akşamüstü Milli Emniyet' in Sirkeci'deki binasında oturuyordum. İki sivil polis gelip koluma girdi. 'hadi gidelim’dediler. Savcıya gittik, savcıdan tevkif müzekkeresi çıktı." 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ali Ertekin, yargılama sonunda, 1 5 Ekim 1950'de Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nce dört yıla hüküm giydi. Fakat aynı yıl Af Kanunu'yla dışarı çıktı. Şimdi Kadıköy'de Anadoluhisarı Yenimahalle'de, Göksu deresinin yanında çevresi güllerle kaplı, pembe boyalı, iki katlı, telefonlu şirin bir evde oturmaktadır. 1947'den 1965'e kadar hiçbir eseri yayımlanmayan Sabahattin Ali'nin ise hala bir mezarı bile yoktur ...
·
130 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.