Bir öğle sonrası... Bayram içeri girdi, "Sizi biri görmek istiyor" dedi.
-Buyursun...
İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla:
-Bendeniz, dedi, Mehmet Âkif'in oğluyum...
Bir anda ne olduğumu yine şaşırdım ve nasıl şaşırdım bilemezsiniz. Eski bir dostluk havası yaratmak istercesine:
-Ooooo buyurun buyurun, nasılsınız?.. türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım.
O tavrını bozmadı:
-Rahatsız etmeyeyim, dedi. Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim...
Gökler mi tepeme yıkıldı; yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena allak bullak oldum...
Ve yine tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkarıp uzattım. O, bükük boynuyla:
-Siz ne münasip görürseniz, dedi.
Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. Cüzdanımı açtım; içinde ne varsa çıkardım –fazla bir şey de yoktu– elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 Lira aldı...
-Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim, dedi ve çıktı.
Aradan bir ay geçti geçmedi. Gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme...
Beşiktaş'taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Âkif'in oğlunun ölüsü bulunmuştu...