başlarına gelen şeylerden bizi sorumlu tutuyorlar, Frantz
sonra bu toplumun günah keçisi ve delileri biz oluyoruz
oysa bizim yok onlara
verebilecek bir şeyimiz
İnsanları kazananlar ve kaybedenler diye ayıran rekabetçi bir toplum, kötülüğe çanak tutar. Belirttiğimiz gibi insanlar çelişik duygulara sahip varlıklar. İyilik tabiatımızda var ama acımasızlık ve saldırganlık da öyle. Mütemadiyen baskıya maruz bırakılan insanlar birbirine yabancılaşır. Kendisi zulme uğrayan çocuğun başkalarına zulmetmesi gibi, koşulların baskısı altında ezilenler de baskıcı insanlara dönüşür. Samimi olmak fazla açık vermek gibi gelmeye başladığı için insanlar birbirinin acısını paylaşmaya çekinir. İnsanlar mutsuzlukları için günah keçisi arayıp durursa, paranoya filizlenir. Böyle günah keçisi arayıp durmak insanın kendine ihanet etmesidir çünkü bu yolda kendi iyiliğimizi feda ederiz. Ama daha genel toplumsal bağların yerini küçük gruplara duyulan ve kimi zaman habis şekillerde açığa çıkan sadakatler aldığında, çoğu kişinin ödediği bir bedeldir bu. İnsanların dişiyle tırnağıyla çabalaması gereken bu ortamda işleri tıkırında gidiyor görünenlere –yani çağımızın ruhban sınıfı diyebileceğimiz zenginlere ve ünlülere– duyulan hasetle karışık hayranlıktan beslenen bir “sertlik” ve sinizm kültürü gelişiyor.
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücümü yetmiyor? Öyleyse kudretsizdir. Kudreti var da önlemek mi istemiyor? Öyleyse kötü niyetlidir. Hem kudretli hem de kötülüğü ortadan kaldırmak niyetindeyse o zaman kötülük nereden geliyor?