Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gözde Uysal

Gözde Uysal
@gzuysal
411 okur puanı
Nisan 2015 tarihinde katıldı
Yaşamı Dans Ettirecek Kadar Müziğimiz Kalmamıştır İçimizde
İşin daha kötüsü bir önceki gün ve zaten fazlasıyla uzun süredir yaptıklarınızın aynısını ertesi gün yapacak gücü nereden bulacağınızı bilememektir, bu ahmakça girişimler için, bu asla bir sonuca ulaşmayan binbir tasarı için, yıkıcı zorunluluktan kurtulma denemeleri için, her seferinde çuvallayan o denemeler için gerekli gücü nereden bulacağınızı, kaldı ki bunların hepsi de yalnızca kaderin karşı konulmaz olduğuna, duvarın dibine düşmek gerektiğine kendinizi bir kez daha ikna etmenize yarayacaktır, her akşam, her seferinde daha eğreti, daha galiz olan bu ertesi günün kabusunu yaşayarak. Belki yaş da, o hain de ekleniyordur bunlara ve bizi beterin beteriyle tehdit ediyordur. Yaşamı dans ettirecek kadar müziğimiz kalmamıştır içimizde, işte bu. Tüm gençlik daha şimdiden dünyanın öbür ucunda gerçeğin sessizliğinde ölüvermiştir. Peki dışarıda nereye gidilebilir ki, soruyorum size, içinizde yeterli miktarda çılgınlık kalmamışsa? Gerçek, bitmek bilmeyen bir can çekişmedir. Bu dünyanın gerçeği ölümdür. Seçim yapmak gerek, ya ölmek ya da yalan söylemek. Bense asla kendimi öldüremedim.
Sayfa 213
Reklam
İnsanlara güvenmek demek kendini azıcık öldürmekle eşdeğerdir.
Sayfa 190
Yerlilere gelince, onlar aslında ancak sopa zoruyla çalışıyorlardı, hiç olmazsa bu açıdan onurlarını koruyorlardı, oysa beyazlar, onlar kamu eğitimi marifetiyle adam edildikleri için, gönüllü olarak çalışıyorlardı. Sopa eninde sonunda onu kullananı yorar, oysa beyazların beynine iyice kazınan güçlü ve zengin olma umudu külfetsizdir, en ufak bir külfeti yoktur.
Sayfa 154

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsan, mezbahanın eşiğine geldiğinde, geleceği ile ilgili şeyler konusunda pek de fazla bir şey kurgulayamıyor, tek düşündüğünüz şey, kalan birkaç gününüzde sevmeye çalışmaktır, çünkü yakında nasıl olsa baştan aşağı yarıp deşecekleri bedeninizi biraz olsun unutmanın biricik yolu budur.
Sayfa 97
Sizlere sesleniyorum, insancıklar, yaşamın salakları, dövülen, haraca bağlanan, ezelden beri terleyenler, sizi uyarıyorum, bu dünyanın kodamanları sizi sevmeye başladıklarında, bilin ki sizi savaş salamına çevireceklerdir... (...) Aslında zavallı halka ilk masal anlatmaya başlayanlar, bakın oldu olacak bunu da bir tarafa not edin, filozoflar oldu... Oysa halk eskiden dinden başka bir şey bilmezdi! Halkı eğitmeye başladıklarını ilan ettiler... Ah ah! Ne de çok gerçek vardı açığa çıkarılması gereken! Hem de ne gerçekler! Yorulmak nedir bilmeyen! Parıl parıl parıldayan! Hepimizin gözlerini kamaştırıyorlardı! Hah, işte bu! demeye başladı zavallı halk, işte bu! Tam da bu! Hepimiz bunun uğruna ölelim! Halkın tek istediği budur zaten, ölmek! Öyledir işte. "Yaşasın Diderot!" diye böğürdüler, sonra da "Yaşa Voltaire!" Filozof dediğin böyle olur! Sonra da yaşasın zaferleri pek de iyi örgütleyen Carnot! Ve yaşasın herkes! İşte, hiç olmazsa zavallı halkı cehalet ve putperestlik içinde gebermeye mahkum etmeyen adam gibi adamlar!
Sayfa 84
Reklam
- O kadar çok mu korkuyorsun? + Sandığınızdan da fazla, Lola, düşünün, o kadar korkuyorum ki, eğer olur da kendime ait doğal bir nedenle ölürsem, ileride, cesedimin yakılmasını bile asla istemem! Bıraksınlar beni toprakta, mezarlıkta çürüyeyim, rahat rahat, oracıkta, belki de yeniden yaşama dönmeye hazır biçimde... Belli mi olur! Oysa beni yakıp küle çevirseler, Lola, anlıyor musunuz, o zaman her şey bitmiş olacak, iş işten geçmiş olacak... Bir iskelet, ne de olsa, az çok insana benzer yine de... Küllere kıyasla her zaman için yeniden canlanmaya daha yatkındır... Küle döndün mü iş biter!... Öyle değil mi?... Hal böyleyken, hele savaştan hiç söz etmeyelim...
Sayfa 80
O andan itibaren korkum paniğe dönüştü. Böyle yaratıklar olduğu sürece, bu korkunç saçmalık sonsuza dek devam edebilirdi... Niye dursunlar ki? İnsanların ve nesnelerin hükmünün bu kadar acımasız olabileceğini ilk defa hissediyordum (...) İnsan şehvet bakiri olduğu gibi, dehşet bakiri de olabiliyor. Clichy meydanını terk ettiğimde böyle bir dehşetin var olabileceği nereden gelebilirdi ki aklıma? Savaşın gerçekten içine girmeden önce, insanların o kahraman ve tembel pis ruhunun içinde neler olabileceğini kim öngörebilirdi ki? Artık ateşe doğru, toplu cinayete doğru giden bu kitlesel kaçışın içine sıkışıp kalmıştım... Derinlerden geliyordu bu, olan olmuştu. (...) Yani ortada bir hata yoktu? Bu yaptıklarımız, birbirimizi dahi görmeden birbirimizin üstüne böyle ateş etmemiz falan yasak değildi yani! Sıkı bir fırça hak etmeden yapılabilecek şeylere dahildi. Hatta ola ki ciddi kişiler tarafından kabul edilen, teşvik edilen şeyler arasındaydı, tıpkı kura çekimi, nişanlanmak, sürek avı gibi!... Ne diyeyim. Birden savaşı tümüyle keşfetmiştim. Bakir değildim artık.
Sayfa 30
Yolculuk
Sürgün, yabancılık, budur işte, bir önceki ülkenin alışkanlıkları sizi terk ederken, diğerlerinin, yeni ülkelerinkilerin, sizi henüz yeterince sersemletmediği insani zaman örgüsündeki o olağanüstü, şuurlu birkaç saat boyunca yaşamın gerçekten olduğu gibi amansız gözlemlenmesi. Bu anlarda her şey o sefil telaşınıza eklenerek sizi, aciz bir halde, nesneleri, insanları ve geleceği gerçekte oldukları gibi görüp ayırt etmeye zorlar, yani aslında birer iskelet olarak, hiçlikten ibaret hiçler olarak, ama onları sanki varlarmış gibi yine de sevmeniz, yürekten bağlı olmanız, kollamanız, canlandırmanız gerekmektedir. Başka bir ülke, insanın çevresinde biraz garip şekilde koşuşturan başka insanlar, bir iki ufak böbürlenmenin eksilmiş olması, dağılması, alışageldiği nedenlerini, yalanlarını, yankısını artık bulamayan bir gurur, bu kadarı yeter de artar bile, başınız dönmeye başlar, kuşku sizi içine çeker ve sonsuzluk sırf sizin için açılıverir, minnacık gülünç bir sonsuzluk ve birden içine düşüverirsiniz. Yolculuk dediğiniz şey bu minnacık hiçliğin, dalyaraklara mahsus bu baş dönmesinin arayışıdır...
Sayfa 227
Doğadan ve diğerlerinden kendini ayıran insan, yaşamı kendilemek, bir hayvandan insan yaratabilmek için eğitime ihtiyaç duymuştu fakat bunun bedelini ödedi, ödemeye de devam ediyor. Çünkü eğitim şiddetti, bir canlıyı yontarak bir kültür varlığına dönüştürüyordu. Biyolojik arzular, ihtiyaçlar yerini simgesel ihtiyaçlara bırakıyor, özne olup toplumsal yapıda konumlanmak eğitim sayesinde mümkün oluyordu.
Sayfa 195Kitabı okudu
Antikçağ düşünürleri bu tür büyük imar faaliyetlerinin ardında yoksullaştırılmış halkın isyan etmeyecek denli meşgul hale getirilmesinin (bir çeşit Sisyphos sendromu) yattığını da düşünürler. Aristoteles Mısır piramitlerinin inşasını örnek vererek bu tür hamlelerin hem halkı sefalete sürüklediğini hem de düşünecek ya da isyan edecek zaman bırakmadığını ve tiranlar tarafından bilinçli olarak planlandığını ileri sürer. Bunu bir şekilde yoksul yaratmanın ve yaratılan kitlenin yoksulluğunun sürdürülmesinin güvenilir bir yolu gibi gösterir.
Sayfa 157Kitabı okudu
Reklam
Güç ve iktidar düşkünü tarih yazıcılığı failin yüceltilmesini tercih eder ve zihinlere kodlar. Antinous, yurdundan kaçırılmış ve yıllarca istismara maruz bırakılmış bir oğlan çocuğu olarak değil, Hadrianus'un aşı olarak kimliklendirilir.
Yabancıların sayısının Romalıları geçeceğinden endişe eden Augustus ileride ülkeyi yönetecek Romalı bir aristokrat sınıf bulamayacaklarından korkuyordu. Bu nedenle de özellikle aristokrat ve burjuva sınıfının kadınları için evliliği zorunlu kılan, çocuk doğurmayı teşvik eden yasalar çıkardı. Böylece en az üç çocuk beklediğini açıkça ifade ediyor, ekonomik desteklerle bunu teşvik ediyordu. Ancak özgürlüklerine düşkün Romalı iffetli kadınlar kendilerini evliliğe zorlayan Augustus yasalarından rahatsız olmuş ve isimlerini fahişe listelerine yazdırarak bu zorunluluktan kurtulmaya çalışmışlardı.
Böylece Sokrates, meslek olarak kabul ettiği fahişelerin getirisiyle bir çiftlik, kiralık mülkler ve zanaatkarların çalıştığı bir işletme sahibi olmayı kıyaslamış takipçilerine fahişeliğin ne kadar gelir getiren bir "meslek" olduğunu üstelik diğer iş kolları kadar emek de gerektirmediğini göstermeye çalışmıştı. Ancak bir toplumun bedenlerini pazarlamak zorunda bırakılan bireyler üretmesini sorgulamamıştı. Fahişelerin ne için, hangi amaçla ve nedenle toplum içinde yer aldıklarını konu etmemiş, tersine onun bedenini ipotek etmek yoluyla elde ettiği geliri sorgulamıştı.
Sosyal yapı içine doğan her bebek, dille tanıştığı andan itibaren kişisel ve biyolojik doğasından gelen kimi öznel davranışları terk etmek üzere sıkı bir eğitimden geçiriliyordu.
2.396 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.