“çaresizlikle umutsuzluk arasında gerilmiş, korku dolu, küçük küçük, uzak uzak, diken diken yüzler. onlarca, yüzlerce, binlerce... bazıları, boşvermişliğin ortasında unutulmuş, sarkık bir çorap gibi. bazıları, derin bir kaygının şeklini almış, rengini almış ve donmuş. bazıları boşluğa düşülmeden önce neler konuşuluyorsa işte o konuşmaların tatsızlığına bulanmış, sonra düşmenin rüzgarıyla şöyle bir dalgalanmış ve tam un ufak olup dağılacakken, camlara yapışıp kalmış. orada değil de, gürültülerle dolup taşan bir lunaparkta gibi bazıları da. duruşlarında kocaman birer dönmedolap saklı sanki. gözlerdeki donuk ışıltılara kadar yükseliyor kimi zaman bu dönmedolaplar, ışıltıların içinde bir an bol güneşli bir çocuk yüzü gibi görünüyor, ortaya masmavi, bir bakımlık gökyüzü bırakıyor, sonra da yavaş yavaş alçalıp gene kayboluyor. insanların çoğu yere inmiş, öfkeleri burunlarında, geziniyorlar belki. ellerinde sinir hapları, su şişeleri, poşetler ve bayatlamaya yüz tutmuş günlük gazeteler. herkes leblebi yer gibi sinir hapı atıyor ağzına, herkes gazetelerin birinci sayfasında pıhtılaşan kanlara gözucuyla bakıp bakıp susuyor ve herkes adımını ileriye değil de, kendi içine doğru atıyor.”
#hasanalitoptaş