Kitabı tek solukta okuduğumu söyleyebilirim. Oldukça sürükleyiciydi ve bunda anlatımının yanında barındırdığı merak unsurları da önemli rol oynamıştı. Özellikle de sonlara doğru her sayfa çevirişimde daha da gerildiğimi ve meraklandığımı hissettim. Sonu bence 10 üzerinden 10 değildi ama kesinlikle kötü de değildi. Bundan çok daha önce Kördüğüm adlı kitabı okumamın da çok fazla şaşırmamamda bu kadar etkili olduğunu düşünüyorum. Onu ilk okuduğumda, her şeyin ortaya çıkış anının ortaya çıktığı sayfayı yaşadığım şok yüzünden tekrar tekrar okuduğumu hatırlıyorum çünkü.
Yine de her şeye rağmen güzeldi, ürkünçtü ve mide bulandırıcıydı. Gerildiğim, özellikle de Alicia’ya deli gibi üzüldüğüm yerler çok fazla oldu. Hâlâ da öyleyim.
Bu kitap zaten çoğumuzun farkında olduğu bir gerçeği bir kez daha suratıma çarptı. Ailenin önemini.
Alicia’nın 59. sayfada söylediği bir şey vardı; “Tepeyi çıkarken gözlerim doldu. Ne annem ne kendim ne de o evsiz için ağlıyordum. Hepimiz için ağlıyordum. Her yerde çok fazla acı var ve biz, görmezden geliyoruz. Gerçekte hepimiz korkuyoruz. Birbirimizden ödümüz kopuyor. Kendimden ve içimdeki annemden korkuyorum. Deliliği kanımda dolaşıyor mu? Dolaşıyor mu? Ben de…”
Kalbimi çok fazla kıran ve acı içindeki bir insanı özetleyen çok üzücü bir paragraftı.
Üstelik Theo kitabın başında küçükken şöyle hissettiğinden de bahsetmişti; “…yok olan her kar taneciklerini bir şekilde yakalamak, mutluluğu yakalamak gibi bir şey; anında hiçliğe dönüşüveren bir sahip olma eylemi.”
Kitabın sonuyla çok manidar.