Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da başparmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi.
Çünkü biliyorum ki en eski klişeler geçerliğini koruyor hâlâ: Zaman her şeyin ilacıdır. Görmesekte tünelin sonunda ışık vardır. Her gecenin bir sabahı vardır ve kelimeler bazen, bizi özgürleştirir.
Olmamız gereken tek bir kişi var.
Hissetmemiz gereken tek bir varoluş var.
Her şey olabilmek için her şeyi yapmamız gerekmiyor çünkü zaten sonsuzuz. Yaşadığımız her an sonsuz olası geleceğe gebe.
Onun için bu hayatımızdaki insanlara iyi davranalım. Arada bir başımızı kaldırıp yukarı bakalım çünkü nerde olursak olalım gökyüzü her daim sonsuz.
Nora’ya göre ikili ilişkilerde üç çeşit sessizlik vardı. Tabii ki pasif agresif sessizlik, artık konuşacak bir şeyimiz kalmadı sessizliği ve bir de Eduardo’yla ikisinin ulaştığı türden bir sessizlik. Konuşmak zorunda olmamanın sessizliği. Yalnızca birlikte olmanın, birlikteliğin. İnsanın yalnızken sessiz kalmaktan rahatsız olmaması gibi.
İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yanları var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan şey iyi yönleriydi.