Islam aleminde tarih döngüsel oluşmaktadır
Hz. Muhammed'in dünyasındaki ayaklanmalar, özellikle de Afrika'da yaşananlar, [Avrupa'dakilerle] büyük farklılıklar gösterir. Bununla birlikte lslam, Doğuluların, özellikle de Arapların, yani bir yandan ticaret ve sanayi ile uğraşan kentlilerin, öte yandan göçebe Bedevilerin ölçütlerine göre kurulmuş bir dindir. Ancak burada periyodik bir ihtilafın tohumları bulunmaktadır. Varlıklı ve şatafatlı bir yaşama kavuşan kentliler, kendilerini "kanun"un emirlerine sunarlar. Yoksul durumda olan, yoksullukları nedeniyle katı görenekleri olan Bedeviler bu zenginliklere ve sefaya haset ve arzuyla bakarlar. Kafirlere zulüm salmak, ilahi emri ve hakiki imanı yaymak, kafirlerin mallarını ganimet olarak almak için bir peygamberin, bir Mehdi'nin bayrağı altında birleşirler. Bir asrın sonunda, doğal olarak kendilerini onlarla aynı durumda bulurlar: Yeni bir arındırma işlemi gerekmektedir; yeni bir Mehdi ortaya çıkar ve aynı oyun yeniden sahnelenmeye başlar. [ . . . ) Bunlar, dini görünümlere sahip olsalar da, aslında ekonomik nedenlerle ortaya çıkmış hareketlerdir. Ancak, başarılı olsalar bile ekonomik koşulları değiştiremezler.Hiçbir şey değişmediği için, ihtilaf periyodik hale gelir. Bu- na karşılık, Hıristiyan Batı'nın halk ayaklanmalarında dini kisve, işlemez hale gelen bir ekonomik düzene karşı saldırıların sancağı ve maskesi işlevini görür. Sonuçta bu düzen devrilir, yerine yenisi tesis edilir; bir ilerleme vardır, dünya kendi yolunda yürümeye devam eder.
Tarihçi ve tarih okumanın krizi dilemması
Bununla birlikte hem lbn Haldun'un izlediği yöntem hem de bizim halihazırda size sunduğumuz bu metinle ilgili yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak için bir uyarıda bulunmamız gerekiyor: Oldukça yaygın bir görüşün tersine, lbn Haldun sadece döngüsel bir tarih modeli önermez. Ernest Gellner'in "dinamik"13 olarak tarif ettiği okumalarında, hem kaçınılmaz hem de gerekli olarak tanımladığı (s. 7) değişimekarşı son derece hassas bir yaklaşım sergiler. Ancak olgu ola- rak medeniyet, devlet ve iktidar, kendi özlerinden kaynaklanan doğal döngülere tabidir. Bu ayrım, epistemolojik açıdan önemlidir çünkü tarihçiyi sürekli olarak çift yönlü olmaya, her bir olayı ve tarihsel dönemi "evrenselleştirici" bir okuma şeması "altına almadan önce", kendi iç bağlamları ve kronolojileri ışığında incelemeye mecbur kılar:
Reklam
ünlü hukukçu ve fıkıh uzmanı El-Maverdi
Biliniz ki devlet [dawla] , insanların iktidara biat etmeye can attığı anda, mizaçların sertleşmesiyle ve aşırı şiddet ile başlar. Ardından, bir ara aşamanın sonunda, iktidarın istikrara kavuşmasını ve huzurun egemen olmasını sağlayan sükunet ve sağduyuya ulaşır. Nihayetinde son aşamasının bir özelliği olarak, durumu zayıflar ve istikrarsızlaşır; böylece adaletsizliğin yayıldığı ve zafiyetin arttığı bir aşamaya varır. Birbiri ardına tahta çıkan hükümdarların görüş ve kişiliklerini bu üç aşamaya göre değerlendirmek gerekir. Eskiler, devleti meyveye benzetirdi: Yemyeşildi, görünümü hoş ama tadı çok acıydı; olgunlaştığında, yumuşak ve değerli olurdu; zamanı geçtiğindeyse neredeyse bozulacak bir hale gelir ve tabiatı değişecek gibi görünürdü.
Iktidar önceleri merkez çeper ikileminin savasimiyla olurdu
Buradan yola çıkan lbn Haldun, hem çeper bölgelerin hem de iktidar alanının dışına itilmiş grup ve kategoriler ya da verili bir tahakküm sisteminin içine sızarak askeri ya da siyasal erk formuna bürünme yetisine sahip radikal muhalif aktörler olarak düşünülebilecek bir terim olan marjların da sosyolojisini yapmayı mümkün kılar. Bu marjların analizi, onları merkezin-zıddı olarak ele alan ikili bir modelden yola çıkılarak yapılamaz; tam tersine, lbn Haldun bunların aynı anda hem uzlaştırıcı hem de istikrarsızlaştırıcı bir iktidarın, yani bizzat merkezin eylemleri sonucu oluştuğunu ve harekete geçirildiğini ortaya koyar. Buna karşılık, söz konusu marjlar, iktidarın içerme ve dışlama diyalektiğinin bir parçasıdır ve bu diyalektiğin gelişimini de bunlar belirler. Sayısız iktidar, bu marjları tümüyle ortadan kaldırmaya ya da kimi zaman bazılarını kendi düzeninin devamını sağlamak içinkullanmaya çalışırken yok olup gitmiştir. Söz konusu marjlar da, kendi içlerinde tutarlılığı sağlamaları, bir öğretiye ve direniş araçlarına sahip olmaları kaydıyla, sıra kendilerine geldiğinde bizzat merkezin nasıl tanımlanacağı konusunda söz sahibi olabilir ve hatta siyasal ve toplumsal bir kriz anında iktidarı ele geçirebilirler.
Ibni haldun bir nevi diyalektiğin kurucusu gibi
Buna karşın lbn Haldun gibi "Eski" [bir düşünür], iktidar ve kenti [medineyi] , çöküşleriyle birlikte ele alır. llerleyen sayfalarda da göreceğimiz gibi, lbn Haldun'un önerdiği model, incelemenin merkezine çelişkiyi koyar: Kent, şiddet olmadan kurulamaz; ama varlığını onunla birlikte de sürdüremez. Çoğunlukla sert ve vahşi bir kurucu güç tarafından ele geçirilip ehlileştirilen kent, başka birtakım güç arzularını doğurur; bu arzular kent için her zaman ölümcül olmasa da, onu sürekli mücadelenin içinde tutar. İktidar sistemli hale geldikçe, kent de gitgide sistemli bir şiddet üretmeye başlar. Çöküş söz konusu olmasa bile, zamanının büyük bir bölümünü volens nolens [istese de istemese de] bizzat üreticisi ve kurbanı olduğu bir şiddeti engel- lemeye vakfeder.
Ibni haldun dönemin modernizm kuramcısı sanki
Öte yandan lbn Haldun aynı zamanda bir kriz kuramcısıdır ve "rutinleşmiş" tahakkümden zorbalığa, iktidar ilişkilerinin ayrılmaz parça- sı olan şiddetten, İslam aleminde ve ötesinde kentin [medine, cite] radikal biçimde kuralsızlaşmasına kadar sayısız siyasal olguyu anlamak için birçok anahtar sunar.
Reklam
255 öğeden 161 ile 170 arasındakiler gösteriliyor.