Mutluluğumuzu başkasına bağlamak, mutsuz olmaktır. Karşımızdaki öyle ya da böyle davranınca mutlu olacağına inanmak mutluluğumuzu başkasına bağlamaktır. Hayır, benim mutluluğum kimsenin öyle ya da böyle düşünmesine, öyle ya da böyle davranmasına bağlı olamaz. Ben -eğer istersem- derdimi anlatırım;onlar ister ikna olur ister olmazlar. İster artık farklı davranır ister davranmazlar. Bizden başkaları belli bir şekilde düşününce ya da davranınca mutlu olacağıma inanmak, mutluluğumun kontrolünü başkasına vermek olur. Halbuki çocukluğumuzu atlatmamız itibariyle artık hiç kimsenin böyle bir gücü yok. Ben bu gücü kendim onlara vermezsem.
Öğrendim ben yürümeyi, o zamandan beri koşturuyorum kendimi. Öğrendim ben uçmayı, o zamandan itibaren kımıldamak için itilmeye ihtiyacım kalmadı. Şimdi hafifim, şimdi kendimi altımda görüyorum, şimdi Tanrı benim içimde dans ediyor.
“Gözleriyle dinlemeyi öğrenmeleri için patlatmalı mı önce kulaklarını? Yaygara mı yapmalı nasihat verenler, vaaz verenler gibi? Yoksa onlar sadece tepinenlere mi inanırlar? Vardır gurur duyacakları bir şeyleri. Ne derler bu gurur duydukları şeye? Eğitim diyorlar buna, bu onları keçi çobanlığından ayıran şey. Bu yüzden sevmezler `saygısızlıkʼ kelimesini duymayı. Bu yüzden sesleneceğim onların gururlarına. Bu yüzden bahsedeceğim onlara en küçümseyecek şeyden, ancak bu, son insandır diye.”
Şimdi romantizm çağında yaşamıyoruz ; bizimki Romeo ve Juliet 'in, Faust ile Marguerite' in, mehtapta kendinden geçmelerin, çiçeklerle şarkıların çağı değil. Bizimki pratik bir çağ. Bizim aklımıza gelen şey, ne kadar gelir elde ettiğimiz. Ruhun en yüksek mertebesinin parayla pulla ölçüldüğü bir çağa geldiysek vay halimize! Aşk olmadan hiçbir ırk kendini geliştiremez.